26 Mart 2017 00:45

Livaneli’ye duyulan Huzursuzluk’un sonu

'Kitaptaki her satır, iyi bir müzisyen iyi bir yazar olamaz fikrimi tekrar tekrar yıktı.'

Paylaş

Nazife YAŞAR
İstanbul

Siz ne düşünürsünüz bilmem ama mesleğinin erbabı kişilerin başka bir meslek daha edinmesi nedense yadırgadığım bir tutum. Yeni edindikleri meslekte verdikleri ürünler bu nedenle dikkatimi çekmez, ilgi de göstermem. Nedeni de tecrübeyle sabit. İyi bir oyuncunun müzik işine girip kötü sesini çok dinledik. Ya da iyi bir mankenin... Neden yalan söyleyeyim sırf bu yüzden Zülfü Livaneli romanlarına ilgi göstermedim. Ta ki Livaneli’nin  yeni romanı, reklam afişlerinin OHAL nedeniyle metrolara asılmasına izin verilmemesiyle gündem olana kadar. Bir de hakkındaki olumlu görüşler eklenince kitabı okudum. Kitaptaki her satır, iyi bir müzisyen iyi bir yazar olamaz fikrimi tekrar tekrar yıktı. Epey önce okuduğum kitabı yeni tanıtıyor olmam da bu mahçupluktan. 

Kitap çok çarpıcı bir anekdotla başlıyor. Uzunluğunu göze alıp paylaşacağım...

“Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar.

Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”

Böyle bir giriş, güzel bir tatlı kokusu gibi beni hikayenin peşine düşürdü. Hele bir de sayfayı çevirip “Beni alıp tekrar karnına soksan bile koruyamazsın artık anne!” cümlesini okuyup kitabın son sayfasına bakarak 154 sayfa olduğunu görünce “Bu akşam biter” dedim ve bitirdim.  

Kısaca hikaye şöyle: Gazeteci olan İbrahim, her sabah yaptıkları bir yazı işleri toplantısındadır. 3. sayfa editörü, elips masaya ‘şahane bir haber yakaladık’ sevinciyle gelir. -3. sayfa editörü bir habere şahane diyorsa, meslek dışında bir insan, anlatacaklarını sonuna kadar dinleyemez- ABD’nin Jacksonville şehrinde, abilerine ait pizza lokantasında çalışan Hüseyin Yılmaz adlı bir Türk’ü, Amerikalı İslam düşmanı ırkçılar bıçaklayarak öldürmüştür. Yazı işleri müdürünün küçük girilmesi talimatı verdiği haber İbrahim’in dikkatini çeker. İbrahim, Hüseyin Yılmaz’ın, Mardinli, 32 yaşında bir de Kızıltepeli olduğunu öğrenince öldürülen kişinin çocukluk arkadaşı olduğuna emin olur. Ve İbrahim’in, Mardin’e Hüseyin’in hayatına ve kendi çocukluğuna yolculuğu başlar... O yolculuğun Mardin gibi kadim kültürlerin beşiğine olması da tam isabet. Yolu, karşılaştığı “Biz, insanlık ağacının kırık dalıyız!” diyen Ezidi kadın şahsında bütün Ortadoğu’nun acısıyla da kesişir... 

Yok hayır, romanı özetlemeyeceğim. 

KİTABA İSİM ÖNERİM: BEN BİR İNSANDIM

Kitabın kurgusu, anlatımı oldukça iyi. Ancak takıldığım iki şey var. Bir kitabın adı. Ben olsam ‘Ben bir insandım’ koyardım. Bu cümle kitapta iki kere geçiyor. İkisinde de kitabı kapatıp derin bir nefes alma ihtiyacı hissediyor insan...

İkincisi, hikayenin Mardin’den sonraki kısmı İstanbul’a taşınamamış. Öykü Mardin’de mi bitseydi diye düşündüm.

Huzursuzluk romanını okuyun, çünkü bizden çok uzak diye düşünülen Ortadoğu’daki savaşın, nefesimizi kesecek kadar yakın olduğunu göreceksiniz. Savaştan kurtulup gelen insanların acılarının bu topraklarda nasıl da büyütüldüğünü... “Merhametin, zulmün merhemi olamayacağını göreceksiniz...!”

İHTİRAS DEVEDE Mİ, DEVENİN SAHİBİNDE Mİ?

Yazının başında, “harese”nin ne olduğuna dair kitaptan bir anekdot paylaşmıştım. Hani yeni bir şey öğrenirsiniz de birileriyle paylaşırsınız ya. Ben de bu anekdotu biyolog bir arkadaşla paylaştım. Yazıyı okuduktan sonra o derin anlamı gözlerinde görmek için sevinçle baktım gözlerine. Fakat o, derin bakış yerine derin cümleleri yeğledi ve dedi ki: “Muhtemelen deve susuzluğunu gidermek için dikeni çiğniyordur hoşuna gittiği için değil. Devenin doğal yaşamına insanlar dışarıdan müdahale ettiği için ne zaman su bulabileceğini bilemediğinden çaresizce çiğnemeye devam ediyordur. İhtiras değil de boyunduruk altına alınmaktır belki de deve gibi, Ortadoğu’nun da ‘adeti’. Tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında başkaları için öldüğünü, öldürdüğünü anlamaz.

ÖNCEKİ HABER

Serbest bırakılan iki polis görevden alındı

SONRAKİ HABER

TFF’deki Hayır lobisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...