HUKUK DEVLETİ NASIL OLMALI?

Evet, sevgili okurlar.

BİRİNCİ TARİF;

Dünya hukuk literatürü paraleline uygun, insan temel hak ve özgürlüğüne bağlı, toplumun tüm hayat akış şartlarını dengeleyebilen bir devlet, ancak hukuk devleti olabilir.

İKİNCİ TARİF;

Bir devletin gerçek manada bir hukuk devleti olabilme şekli, uyduruk yasalardan ve o paralelde keyfi ve cebriliğe dayalı çifte standart uygulamalardan, yalan ve aldatmacalardan uzak duramısıyla mümkündür. İşte o zaman bir hukuk devleti olabilir.

ÜÇÜNCÜ TARİF;

Halkına karşı kumpas ve tuzak kurmaktan uzak duran, toplumun yekvücut olarak eşitlik ve sosyal adalet dengesini koruyan, kamu düzenini hukuki çerçeve içerisinde bulunduran, milletin can ve mal güvencesini garanti altına alan, halkına karşı sahte fişleme, uyduruk MİT raporları hazırlamaya tenezzül etmeyen devlete hukuk devleti denir.

DÖRDÜNCÜ TARİF;

Bir devletin gerçek manada bir hukuk devleti olabilmesi için, rastgele keyfi, totaliter güç değil, hakkın ve hakkaniyetin hâkimiyetiyle kanunun üstünlüğünü koruyan, zulümden, zorbalıktan uzak duran bir devlete ancak hukuk devleti denilebilinir.

***

Hiç kuşkusuz ki, zorbalıkla, keyfilikle, partizanca, halklar arasında toplumsal eşit hak dağıtımına yanaşmayan, hatta tam tersine yasalara uydurarak bu hakkı güçsüzün elinden alıp güçlüye veren devletlere de hukuk devleti denilemez.

Hele hele çifte standart uygulayan, hakkı ve hukuku sosyal denge içerisinde dağıtamayan, çıkara, ranta, hatıra binaen devletin imkânlarını kötüye kullanarak, kamu düzenini bozan devlet, hiç bir zaman hukuk devleti olamaz ve denilemez..

Toplumun mal ve canını garanti altına alamayan, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, bazı bakanlıkların bünyesindeki çalışanların kısa süre içerisinde haksız yere zenginleşmesini sağlayan, devlet imkânlarını kullanarak servet üstüne servet katanlara göz yuman bir devlet, hukuk devleti sayılamaz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Neredeyse bir haftadan beri Diyarbakır Söz Gazetesi olarak bu coğrafyada, özellikle Diyarbakır ili ve ilçeleriyle birlikte “Tarım Reformu” adı altında İl Valiliği bünyesinde çalışan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü vasıtasıyla “Toplulaştırma” adı altında yaptığı antidemokratik, hukuk dışı kepazelikleri ayyuka çıkarırken, ne yazık ki ne Bakanlık, ne de Diyarbakır Valiliği’ne yöneltilen sorulara cevap verilmezken, rasgele “Bilgi Notu” adı altında üç sayfadan ibaret, dayanaksız, eften püften bahaneler, uyduruk bir yazışmayla cevap vermeye çalışan İl Valiliği, fazlasıyla kendini ele vermektedir.

Yani “Kaş yapayım derken göz çıkarmaya” neden oluyor.

Köylü sanki insan değilmiş gibi, başka gözle köylülere bakan bir anlayış, hiçbir zaman hukuk adına kendini savunamaz.

Bakınız, Valiliğin “Bilgi Notu”nda geçen paragraflar şöyle;

“Meraların kullanımı ve tahsisi ile ilgili basında çıkan habere dair bilgi notu” diyor.

İkinci paragraf şöyle;

“Tahsis amacı değişikliği işlemleri başlatılmadan önce 26.12.2012 tarih ve 1642 sayılı yazımız ile Sarıyatak mahallesinde ikamet eden çiftçi ailelerinden görüş alınmıştır.

Ayrıca birçok yerleşim alanını ilgilendiren bölge ve ülke çapındaki yatırımlarda çiftçinin olumsuz görüşü olsa bile dikkate alınmayacağı, bakanlığımızın 25.06.2009 tarih ve 10983 sayılı yazılarında belirtilmiştir”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

İnsan acaba bu cevaba karşı ağlamalı mı, yoksa gülmeli midir?

Hiçbir hakka, hukuka, hakkaniyete dayanmayan ve köylüyü adeta aşağılayan ve köylünün hiçbir kıymet-i harbiyesi devlet gözünde olmayan bir nesne olduğunun bildirilmesi, bu nasıl anlayış dedirtmekte..

Ki bu vaziyet; kendilerini ele vermektedir.

Kamuoyu adına tekrar soruyoruz..

Sarıyatak mahallesinde kimlerden görüş istediniz de “Evet” dediler?

Lütfen onları kamuoyuna açıklar mısınız?

***

Ne demek yani?

“Çiftçinin olumsuz görüşü olsa bile dikkate alınmayacağı, bakanlığımızın 25.06.2009 tarih ve 10983 sayılı yazılarında belirtilmiştir” diyen devletin kocaman resmi bir kuruluşu halkını nasıl küçük düşürür?

Hangi keyfiliğe ve zorbalığa dayalı yasalarla, kendini suçlu olmaktan kurtarmaya çalışır?

Üçüncü paragraftaki cevap ise “Söz konusu bazalt üretmek amacıyla, hazine adına tahsis edilen alan oradaki maden rezervinin bitiminde eski vasıf ve kapasitesine getirmek şartıyla teminat alınmakta olup, geri dönüşüm sözleşmesi imzalanmaktadır.

Tahsis edilen köydeki mevcut hayvancılığı etkileyecek büyüklükte değildir” diye cevap vermeleri, yine kendinilerini ele vermektedir.

Yani, "ürettikleri bahane ve ileri sürdükleri tezler" tamamen, akla ziyan..

Bakınız, bu cevapla demek ki tahsis edilmiş bir alan mevcuttur…

Köylünün mera hukukuna bağlı olan bir arazi köylünün elinden alınıp tahsis edilmiştir, amma velâkin köylü bundan etkilenmiyor muş?

Çünkü tahsis edilen arazi azmış..

Yuh olsun..

Bu nasıl bir mantık ve savunma mekanizması; "anlamak" zor.

***

Hani Atatürk’ün dediği gibi “Köylü milletin efendisi”ydi.

Yoksa bu da bir balondan mı ibarettir.

Bu nasıl efendilikse, hakkı elinden alınıyor köylünün.

Dördüncü paragraf ise;

“Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının talebi üzerine 3213 sayılı Maden Kanunu ve 6326 sayılı Petrol Kanunu hükümlerine göre, arama faaliyetleri sonunda rezervi belirlenen Maden ve Petrol faaliyeti için, zaruri olan ruhsatlı alanlarda tahsis amacı değişikliği kanun hükümleri gereği yapılmaktadır”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İşte, hukukun üstünlüğünde, hakkaniyette ve demokraside ve bir hukuk devleti olmakta kimseye pabuç bırakmayan yetkililerimiz, gerek petrol rezervi olsun, gerek maden rezervi olsun, bunları ön plana alıyor.

Gerekirse köylüleri arazisiz bırakmak kaydıyla, “Maden rezervi” adı altında köyü yıkıp köylülerin evlerini, barklarını, mallarını ellerinden alıp onları başka yere sürdürüp, velev ki yüz seneden beri o köyde yaşıyorsa bile, “illaki burada Maden rezervleri var” anlayışıyla, köylüye hiçbir bedel ödemeden, malından-mülkünden ediyor.

Ve herhangi bir hak tanımıyor…

Nerde sosyal hukuk devletinin varlığı?

Bu keyfilik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine aykırıdır, terstir ve hukuk dışıdır.

Zira bir Maden rezervi ne kadar önemliyse, o köylünün de vatandaş olarak o da o kadar hayvan besleme, tarım arazilerini ekerek kullanma ve servet edinme, para kazanma hakkına sahiptir.

Hiç bir güç ve devlet kurumu, güçsüzün hakkını hiçe sayarak, güçlüye hak verme hakkına ve yetkisine sahip değildir ve olamaz da.

Eğer o vatandaş, vatandaşsa onun vatandaşlık hakkı yasaların eşitliği içerisinde haktır, çifte standartlara tabi tutulamaz.

* * *

Sevgili okurlar.

Bir devletin gerçek manada bir hukuk devleti olabilmesi için, filin gözüyle değil, Hz. Süleyman’ın adil gözüyle ve vicdanıyla insanlara, eşyalara bakmalıdır.

Dikkatinizi çekiyorum;

Hz. Süleyman, yolda giderken karıncaya basmamaları için ordusuna sesleniyor;

“Ey asker!

Dikkatli olun, önünüzde yürüyen güçsüz karıncalar var, o karıncalara basmayınız” diyen bir hukuk timsali olan Peygamber gözü.

Fil ise, şuursuz, kendine güvenen, kibirli bir hayvan…

Bir bahar çağında karıncanın yuvasını basar, bütün yumurtacıklarını ve yavrularını ezer geçer.

Ana karıncanın ağlamasına bile kulağını tıkar.

Ama ana karınca bu olayı file bırakmamak kaydıyla, harekete geçer ve o güçlü fili nihayet çamur bataklığına kadar sürükler.

Bunun öyküsünü de Pazartesi günü siz değerli okurlarımızla paylaşırız.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.