Hâkimin davaya bakamayacağı haller 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22. maddesinde düzenlenmiştir.

Yasa koyucu, Anayasa’mızda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirtilen yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını teminat altına almak, adil yargılama kurallarının gereği gibi işlemesini temin etmek amacıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22. maddesini hüküm altına almıştır.

Yasal düzenlemede, yargıcın baktığı dava ile kişisel ilişkisinin varlığı, taraf tutma açısından mutlak bir karine olarak kabul edilmiştir.

Bu yüzden, hâkimin davaya bakamayacağı haller yasal düzenlemede sayma yöntemi ile açık bir şekilde belirtilmiştir.

Bu haller, ceza davasının kendine has özelliklerinden doğmaktadır.

Ceza davası ile hukuk davası arasındaki farklılıklara paralel olarak, ceza davasında hâkimin dosyaya bakamayacağı haller, 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinden kısmen farklılık arz etmektedir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22. Maddesinde hüküm altına alınan hâkimin davaya bakamayacağı haller şunlardır:

1) Suçtan kendisi zarar görmüşse, (CMK m. 22/1-a)

2) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlilik, vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa, (CMK m. 22/1-b)

3) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise, (CMK m. 22/1-c)

4) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlat edinme bağlantısı varsa, (CMK m. 22/1-d)

5) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dahil kan hısımlığı varsa, (CMK m. 22/1-e)

6) Evlilik sona ermiş olsa bile, şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında ikinci derece dahil kayın hısımlığı varsa, (CMK m. 22/1-f)

7) Aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adli kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa, (CMK m. 22/1-g)

8) Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse. (CMK m. 22/1-h)

Bu hallerin varlığı halinde hâkim, dava dosyasında görevli olarak yer alması mümkün değildir.

Başka bir söylemle, yukarıda sayılan hallerin bulunması halinde hâkimin davadan kendiliğinden çekilmesi zorunludur. Kamu düzeninden sayılan bu hallerin varlığı, yargılamanın her aşamasında geçerlidir ve sonuç doğurması beklenmelidir.

Eşlerden birinin iddianameyle dava açması ve diğerinin o konuda hüküm vermesi

Yargıtay, eşlerden birinin (savcının) iddianameyle dava açması ve diğerinin (hâkimin) o konuda hüküm vermesi halini, davanın tarafları bakımından reddi hâkim konusu yapılmasa bile, hakimin tarafsızlığı konusunda kuşku uyandıracağını ifade etmektedir.[1]

Yargıtay’a göre, bu durum Anayasa’nın 90. Maddesinin son fıkrası yollamasıyla İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin altıncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan davanın “tarafsız bir mahkeme” tarafından görülmesi ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.[2]

Yargıtay, yukarıda belirtilen gerekçelerle, Anayasanın 90/son maddesinin yollamasıyla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin altıncı maddesinin birinci fırkası ile aynı sözleşmenin birinci maddesindeki düzenleme ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 46. maddesi gereğine AİHM kararlarının sözleşmeye taraf devletleri bağlayıcı olması ile 2802 sayılı Yasanın 46. Maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemenin içeriğini birlikte değerlendirerek, eşlerden birinin düzenlediği iddianame ile açılan davaya diğer eşin hakim sıfatıyla bakamayacağını hüküm altına almıştır. Bu şekilde verilen karar, Yargıtay tarafından bozulmaktadır.[3]

Yargıtay savcısı iken tebliğname düzenleyen Yargıtay Cumhuriyet savcısının, Yargıtay Üyesi olduktan sonra aynı dosyada müzakereye katılması

Yargıtay, Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada tebliğname düzenleyerek görüş bildiren kişinin, daha sonra Yargıtay üyesi seçilmesi halinde, Özel Dairede o işin müzakeresine katılmasını, 5237 sayılı CMK'nun 22. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendine göre hâkimin davaya bakamayacağı hallerden olduğunu, aynı zamanda AİHS'nin 6/1. maddesinde düzenlenen "adil yargılanma hakkının" ihlali niteliğinde bulunduğunu bir kararında dile getirmiştir.[4]

Yasal düzenlemeye göre, aynı kişi aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adli kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa, yargılamanın devam eden sürecinde anılan 22. maddenin (g) bendi uyarınca hâkimlik görevi yapamayacaktır.[5]

AİHM, hâkimlerden birisinin, daha önce soruşturmayı yürüten savcılık biriminin başı olarak görev yaptığı olayda, bu dosyayla ilgilenen görevlilerin hiyerarşik üstü olarak mahkemeye sunulacak yazılı mütalaaları gözden geçirip düzeltme, olayda benimsenecek yaklaşımı tartışma ve hukuki noktalardan kendilerine tavsiyede bulunma hakkına sahip olmasının, böyle davranmadığı saptansa dahi suç isnadının esası üzerinde karar vermiş bir “yargı makamının” tarafsızlığının kuşkuya açık olabildiğini tespit etme bakımından yeterli olduğunu, bunun da Sözleşme'nin 6/1. maddesinin (adil yargılanma hakkının) ihlali niteliğinde olduğunu belirtmek suretiyle konu hakkındaki düşüncesini ifade etmiştir.[6]

İl Başsavcısı olarak iddianameye görüldü yaptıktan sonra Yargıtay üyesi olan kişinin aynı dosyada müzakereye katılması

Yargıtay, gerek soruşturma aşamasında yargılama konusu uyuşmazlık hakkında görüş bildirip, öneride bulunma hakkına sahip olan ve soruşturma sonucunda düzenlenen iddianameye görüldü yaparak "olur vermekle" o görüşü benimseyen, gerekse kovuşturma aşamasında benimsediği bu görüşü sürdürecek Cumhuriyet savcısını da tayin etmek hak ve yetkisine sahip İl Cumhuriyet Başsavcısının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22/1-g maddesi gereğince, aynı davada Cumhuriyet savcısı olarak görev yapması nedeniyle Hakim olarak görev yapmasının mümkün olmadığına hükmetmiştir.[7]

Tanık olarak dinlenen kişinin aynı davada bilirkişilik yapamaması

Yargıtay, bir davada tanık olarak dinlenen kişinin aynı davada bilirkişilik yapamayacağını ifade etmektedir.[8]

Aynı şekilde, bir davada tanık sıfatıyla dinlenmiş olan hâkim de, aynı davada hakim olarak görev yapamaz.[9]

Tanıklık Yapanların Hâkimlik Yapamaması

Yargıtay, aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmiş olan kişilerin, hâkimlik görevini yapamayacaklarını, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22/1-h maddesi hükmünün uyulması zorunlu bir yargılama kuralı olduğunu bazı kararlarında açık bir şekilde ifade etmektedir.[10]

Yargıtay, tanıklığın hâkimlikten önce geldiğini gerek hazırlık soruşturmasında gerekse son soruşturma aşamasında tanık sıfatıyla dinlenmiş olan kişinin, o davada hakimlik yapamayacağını, bu kurala uymayan kararların bozulması gerektiğini düşünmektedir.[11]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------------

[1] Emsal karar için bkz.; Y.8.CD, E: 2015/14566, K: 2017/209, T: 12.01.2017: “…İddianameyi düzenleyen Cumhuriyet Savcısı ile Asliye Ceza Mahkemesinde hüküm veren hakimin karı-koca oldukları, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 46. maddesi hükmünde, karı-koca, ikinci derece dahil kan ve sıhri hısımlar bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamayacaklarının öngörülmüş olması, 5271 sayılı CMK.nun 22. maddesinde de mani bir düzenleme getirilmiş bulunması karşısında uyulması zorunlu bir usul kuralı olduğu gözetilip davadan çekilmesi gerekirken, yargılamaya devamla 1412 sayılı CMUK.nun 308/1. madde ve fıkrasına aykırı davranılması bozmayı gerektirmiştir…”

[2] Emsal karar için bkz.; Y.4.CD, E: 2015/8804, K: 2017/6154, T: 01.03.2017: “….5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (m. 22, 23) eşlerden birinin iddianame düzenlemesi halinde diğer eşin hakim olarak o davaya bakamayacağına ilişkin açık hüküm yoktur. Yine aynı Yasada bu hususta, hakimi davaya bakmaktan red sebepleri (m. 24 ve 25) ve hakimin çekinmesi konusunda da (m. 30) yer almamıştır. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 46 ncı maddesinin 1 nci fıkrasında, “Karı-koca, ikinci derece dahil kan ve sıhri hısımlar bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamazlar” düzenlemesi yer almaktadır. Bu düzenlemede de eşlerden birinin düzenlediği iddianameyle açılan davanın kovuşturma ve hükmüne diğer eşin katılamayacağına açıkça yer verilmemiştir. Ancak bu düzenlemedeki yargısal hassasiyet dikkate alındığında, aynı mahkemeye iddianame ile dava açan Cumhuriyet Savcısının eşinin hükme katılamayacağının kabul edilmesi gerekir. Eşlerden birinin iddianameyle dava açması ve diğerinin o konuda hüküm vermesi, davanın tarafları bakımından reddi hakim konusu yapılmasa bile, hakimin tarafsızlığı konusunda kuşku uyandıracağından, Anayasanın 90/son maddesinin yollamasıyla İHAS’ın 6 ncı maddesinin 1 inci fıkrasında yer alan davanın “tarafsız bir mahkeme” tarafından görülmesi ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Eşlerden birinin düzenlediği iddianame ile açılan davaya diğer eşin hakim sıfatıyla bakamayacağının gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir…”

[3] Y.4.CD, E: 2016/8078, K: 2017/16372, T: 01.06.2017. Başka bir emsal karar için bkz.;  Y.8.CD, E: 2012/27545, K: 2013/26164, T: 04.11.2013: “….İddianameyi düzenleyen C.Savcısı ile Asliye Ceza Mahkemesi'nde hüküm veren hakimin karı-koca oldukları, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 46. maddesi hükmünde; karı-koca, ikinci derece dahil kan ve sıhri hısımlar bir mahkemenin aynı dairesinde görev yapamayacaklarının öngörülmüş olması, 5271 sayılı CMK.nun 22. maddesinde de mani bir düzenleme getirilmiş bulunması karşısında, uyulması zorunlu bir usul kuralı olduğu gözetilip davadan çekilmesi gerekirken, yargılamaya devamla 1412 sayılı CMUK.nun 308/1. madde ve fıkrasına aykırı davranılması,… (BOZULMASINA), 04.11.2013 gününde oy birliğiyle karar verildi…”

[4] YCGK, E: 2013/7-122, K: 2013/442, T: 05.11.2013. Aynı konuda başka bir emsal karar için bkz.; YCGK, E: 2009/1-83, K: 2009/105, T: 28.04.2009: “….2- Uyuşmazlık konusu şartla salıverilen hükümlüler yönünden uyarlama yargılaması yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmakta ise de; incelenen dosyada, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken 18.04.1994 gün ve 1806, 25.11.1994 gün ve 91005 sayılı tebliğnameleri düzenleyen M.Y.'ın, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 08.11.2007 tarihli müzakeresine üye olarak katılmak suretiyle oy kullandığı saptanmıştır….5271 sayılı CMY'nın 21. maddesinde hakimin davaya bakamayacağı haller düzenlenmiş olup, maddenin 1. fıkrasının (g) bendinde aynı davada C.Savcısı olarak görev yapanların, hakimlik görevini icra edemeyecekleri belirtilmiştir. Bu hüküm, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.07.1991 gün ve 194/224 ile 08.06.1999 gün ve 140/156 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere Yargıtay C.Savcılarını da kapsamaktadır. Somut olayda; 18.04.1994 gün ve 1806, 25.11.1994 gün ve 91005 sayılı tebliğnameleri düzenleyen M.Y.'ın, aynı dosyanın 08.11.2007 günlü müzakeresine üye olarak katılması suretiyle 5271 sayılı Yasanın 21/1-g bendindeki hüküm ihlal edilmiştir…”

[5] Bu konunun Anayasa'nın 90. maddesi gereğin bir iç hukuk normu haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan "adil yargılanma hakkı" bağlamında da değerlendirilmesi gerekir. Emsal karar için bkz.;  YCGK, E: 2011/13-250, K: 2011/190, T: 27.09.2011: “….Halen Yargıtay 13. Ceza Dairesi Üyesi olarak görev yapan E.N.'ın, Yargıtay C.savcısı olarak görev yaptığı dönemde H… 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 27.12.2006 gün ve 504-788 sayılı hükmü ile ilgili olarak 13.03.2007 günlü tebliğnameyi düzenleyip görüş bildirdiği, Aynı dosyanın Yargıtay 13. Ceza Dairesindeki temyiz incelemesi sırasında adı geçenin Yargıtay Üyesi olarak oy kullanmak suretiyle 21.07.2011 günlü karara katıldığı,…Bu kapsamda, Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada tebliğname düzenleyerek görüş bildiren kişinin, daha sonra Yargıtay üyesi seçilmesi halinde, Özel Dairede o işin müzakeresine katılması, 5237 sayılı CYY'nın 22. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendine göre hakimin davaya bakamayacağı hallerden olup, aynı zamanda AİHS'nin 6/1. maddesinde düzenlenen "adil yargılanma hakkının" ihlali niteliğinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.06.1999 gün 1450-156 sayılı ve 03.03.2009 gün 21-46 sayılı kararları da aynı doğrultudadır. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Yargıtay Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı sırada 13.03.2007 günlü tebliğnameyi düzenleyip görüş bildiren EN'ın, daha sonra aynı hükmün temyiz incelemesi sırasında Yargıtay üyesi olarak görevli olduğu Yargıtay 13. Ceza Dairesinde müzakerede oy kullanmak suretiyle 21.07.2011 günlü karara katılmasının 5271 sayılı CYY'nın 22/1-g maddesine aykırılık oluşturduğunda ve Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen AİHS'nin 6/1. maddesinde düzenlenen "adil yargılanma hakkının" ihlali niteliğinde olacağında kuşku yoktur. O halde, E.N.'ın Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak tebliğname düzenleyip görüş bildirdiği somut olayda, Özel Dairede işin müzakeresine katılıp oy kullanarak kararın oluşmasını sağladığı anlaşıldığından, açıklanan ilkeler doğrultusunda Özel Dairenin 21.07.2011 gün ve 293-63 sayılı kararı hukuken yok hükmünde olup sonuç doğurması olanaksızdır…”

[6] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 01.10.1982 gün ve 8692/79-56 sayılı Piersack/Belçika kararı.

[7] YCGK, E: 2009/3-21, K: 2009/46, T: 03.03.2009: “…O dönemde B… İl Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan A.K. tarafından iddianamelere "görüldü" yapılmış ve kamu davasının açılması sağlanmıştır. Daha sonra, Yerel Mahkemece verilen bir kısım sanıkların beraatlarına, bir kısmının ise cezalandırılmalarına ilişkin hükmün o yer C.savcısı, katılanlar vekili ve sanıklar müdafiileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 3. Ceza Dairesinde temyiz incelemesi yapıldığı sırada, Daire Üyesi A.K. de inceleme yapan kurulda yer almış ve hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Görüldüğü gibi, gerek soruşturma aşamasında yargılama konusu uyuşmazlık hakkında görüş bildirip, tavsiyede bulunma hakkına sahip olan ve soruşturma sonucunda düzenlenen iddianameye görüldü yaparak "olur vermekle" o görüşü benimseyen, gerekse kovuşturma aşamasında benimsediği bu görüşü sürdürecek C.savcısını da belirleme hak ve yetkisine sahip İl Cumhuriyet Başsavcısının, 5271 sayılı CYY'nın 22/1-g maddesi uyarınca aynı davada C.savcısı olarak görev yapması nedeniyle Hakim olarak görev yapmasına olanak bulunmamaktadır. Böyle bir halin aynı zamanda Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen AİHS'nin 6/1. maddesinin "adil yargılanma hakkının", ihlali niteliğinde olacağında kuşku yoktur….”

[8] Y.2.CD, E: 2009/38439, K: 2010/1152, T: 25.01.2010: “….5271 sayılı CYY.nın 69/1. maddesi uyarınca hakimin reddini gerektiren nedenler bilirkişiler hakkında da geçerlidir. Aynı Yasa'nın 22. maddesinde ise hakimin davaya bakamayacağı durumlar düzenlenmiştir. CYY.nın 22. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendi uyarınca bir davada tanık sıfatıyla dinlenmiş olan hakim, bu davada hakim olarak görev yapamayacağı gibi, bir davada tanık olarak dinlenen kişi de aynı davada bilirkişilik yapamayacaktır. Tüm bu düzenlemeler karşısında, mahkemece 10.02.2004 tarihli duruşmada tanık olarak dinlenen M.Emin'in aynı davada bilirkişi sıfatıyla verdiği 20.03.2004 tarihli raporu hükme dayanak yapılarak CYY.nın 69. ve 22. maddelerine aykırı davranılması,… (BOZULMASINA), 25.01.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi….”

[9] Y.2.CD, E: 2009/38439, K: 2010/1152, T: 25.01.2010. Başka emsal karar için bkz.; YCGK, E: 2001/9MD-229, K: 2001/230, T: 23.10.2001: “….İncelenen dosya içeriğine göre bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanığın bozma kararına karşı diyeceklerinin saptanması için A… Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine talimat yazılmış ve 17.09.2001 tarihinde A… 2. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın bozmaya karşı diyecekleri sorularak, talimat gereği yerine getirilmiştir. Ancak, sanığın beyanını alan bu Mahkeme Heyetinde Mahkeme Başkanı EK  ve üyelerden Hakim TSM'nun bulunduğu ve bu kişilerin aynı olay nedeniyle tanık olarak dinlendikleri anlaşılmaktadır. Aynı davada tanık sıfatıyla dinlenmiş olan bir kimsenin hakimlik görevini yapamayacağı ise, CYUY.nın 21/5, maddesinde öngörülen uyulması zorunlu bir usul kuralıdır….BOZULMASINA, dosyanın bu Daireye gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 23.10.2001 günü oybirliği ile karar verildi…”

[10] YCGK, E: 2006/5MD-127, K: 2006/180, T: 04.07.2006: “…1- Gerekçeli kararda beyanları kanıt olarak hükme dayanak alınan tanıklar ….23.05.2005 tarihli talimat duruşmasında ifadelerini alan B…. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine başkanlık eden Ş.'in, aynı davada Adalet Müfettişi tarafından 08.02.2004 tarihinde tanık sıfatıyla yeminli olarak ifadesine başvurulduğu ve yine koğuşturmayı gerçekleştiren Yargıtay 5. Ceza Dairesince de 22.07.2005 günlü oturumda tanık sıfatıyla dinlendiği anlaşılmaktadır. Oysa, gerek tanıkların dinlendiği 23.05.2005 tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nın "hakimin davaya bakamayacağı haller" başlığını taşıyan 21. maddesinin 5. bendinde, gerekse incelemeye konu hükmün verildiği tarihte ve halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CYY'nın aynı başlığı taşıyan 22. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde yekdiğeriyle benzer şekilde, "aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmiş" olanların hakimlik görevini yapamayacakları, uyulması zorunlu bir yargılama kuralı olarak kesin biçimde belirtilmiş, yine 1412 sayılı CYUY'nın 308. maddesinin 2. bendinde, "hakimlik görevine iştirakten kanunen memnu olan bir hakimin hükme iştirak etmesi" yasaya mutlak muhalefet hallerinden biri olarak kabul edilmiştir. Ceza Genel Kurulu'nun 23.10.2001 gün ve 9MD-229/230 sayılı ve 03.12.2002 gün ve 4MD-291/422 sayılı kararlarında da, aynı davada soruşturma veya koğuşturma aşamalarında tanık olarak dinlenmiş bulunanların o davada hakimlik yapmalarının yargılama yöntemine kesin biçimde aykırılık oluşturduğu ve bu halin mutlak bozma nedeni olduğu vurgulanmıştır…”

[11] YCGK, E: 2002/4MD-291, K: 2002/422, T: 03.12.2002: “…CYUY.nın hakimin davaya bakamayacağı halleri belirleyen 21. maddesinin, 5. bendinde, bu hallerden biri "Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmiş ise." şeklinde düzenlenmiştir. Yasa koyucu bu halde, anılan maddede sayılan diğer hallerde olduğu gibi hakimin uyuşmazlığın çözümünde tarafsız kalamayacağını varsayarak yargılama görevini yapamayacağını öngörmüştür. Yasanın bu maddesi ile getirilen hüküm, uyulması zorunlu bir usul kuralıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 31.03.1986 gün ve 444-185 sayılı, 25.05.1987 gün ve 144-314 sayılı ve 23.10.2001 gün ve 229-230 sayılı kararlarında da gerek hazırlık soruşturmasında gerekse, son soruşturma aşamasında tanık sıfatıyla dinlenmiş olan kimsenin, o davada hakimlik yapamayacağı hususu vurgulanmıştır. Bu itibarla diğer yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle saptanan bu usuli nedenle bozulmasına karar verilmelidir…”