Tarihin geçmiş karanlık sayfalarında âlimlerin susturulduğu, hatta idam edildiği, dini neşriyatın yaptırılmadığı, iman ve İslâmiyeti yıkma planlarının tatbik edildiğini görüyoruz.
Böyle müthiş ve dehşetli bir zamanda Bediüzzaman Hz. Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez hakikatlerini neşretmek için pervasızca mücadele etmiş, bu mücadele de Risale-i Nur eserleri daima hayatının merkezinde olmuştur.
Çünkü, İttihad-ı İslâm’ı meydana getirmek için çalışan ehl-i İslâm’a yegâne çare, Risale-i Nur olduğu gibi; dünyadaki ihtilâfları halledecek olan, aklen, fikren terakki etmiş bu asrın insanlarına, hak ve hakikati anlatacak olan da Risale-i Nur’dur.
Dün olduğu gibi bugün de Kur’ân hizmetine sekte vurmaya çalışanlar olacaktır. Bu sebeple olsa gerek Bediüzzaman Hz. “Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.
Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur” der. Lâhikalarda ise “Sakın sakın dünya cereyanları sizi tefrikaya atmasın, tesanüdünüzü bozmasın” gibi ifadelerle nazarları, birliğimizi muhafaza etme noktasına celb eder.
Kıyamete kadar iman-küfür mücadelesi devam etse de, Üstadlarından aldıkları derse binaen, Kur’ân hizmetinde olanları, bu hizmetten vazgeçirmek mümkün değildir. Bunu bilenler boş durmayacak, onların zayıf damarlarından istifade edip, aldatmaya çalışacaklardır.
Fakat aldanıyorlar; iman ve Kur’ân hizmeti, imanları kurtarma dâvâsı, hizmet ehlinin en büyük meselesidir. Başka meselelerle uğraşmaya vakitleri yoktur. Çünkü Bediüzzaman Hz.nin dediği gibi “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır.”
Bu uğurda hücum ve taarruza maruz kalsalar da, ehemmiyet vermez, birer kamçı ve şevk vesilesi görür, sebat ve sadâkatle hizmete devam ederler. Bir cihetle imtihan olduğunu düşünür, daha ziyade hizmetle alâkadar olurlar.
Bir talebesi Üstadımıza şöyle yazmış: “Ey benim aziz kahraman Üstadım, muarızlarımız arttıkça kuvvetimiz çoğalıyor. Rabb-ı Rahim’imize hadsiz şükürler olsun.” (Tarihçe-i Hayat)
Böyle zamanlarda nefse sorulması gereken nedir? Nefsin hissesi, desisesi var mı, yok mu? Hizmetimiz sırf hak ve hakikat namına mı? Enaniyet, garaz, dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmış mı?
Netice müsbet ise nurun âlâ nur. Zahmet olsa da kârı bire bindir inşallah.
Üstad Hz. sıkıntılı musîbetleri hiçe indiren, teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâç olan dokuz adet manevî sevinçleri şöyle ifade ediyor:
1) Hakkımızda zahmet rahmete dönmesi.
2) Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.
3) İnayet-i hassanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.
4) Geçici olmasından, zevalinde lezzet.
5) Ehemmiyetli sevaplar.
6) Vazife-i İlâhiyeye karışmamak.
7) En şiddetli hücumdan en az meşakkat ve küçük yaralar.
8) Sair musîbetzedelere nisbeten çok derece hafif.
9) Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur. (Tarihçe-i Hayat)
Başka söze ne hacet!