Hiç şüphe yok ki faiz bütün türleriyle ve bütün zamanlar için İslam dininin yasakladığı ve İslam ekonomisinde olmazsa olmazlardan birisidir. Kapitalist ekonomi ise adeta faize dayalı bir ekonomidir. Zira yeni yatırımlar yapmak yeni kaynakları-tasarrufları gerekli kılmakta, bu da faiz enstrümanı kullanılmak suretiyle sağlanmaktadır. Tasarrufların yeterli hatta fazla olduğu yerlerde faiz oranları negatife kadar giderken, sermaye yetersizliğiyle boğuşan, özellikle de gelişme aşamasını tamamlayamamış olan ülkelerde bu piyasa yeni bir sömürge aracı haline dönüşmüştür. Zira uygulanan yüksek reel faizler bu ülkelerde bir sarmal halini almış, sermaye sahibi ülkelerin oluşturdukları sistem sayesinde ülke halkının dişinden tırnağından artırıp biriktirdiği zorunlu tasarruflar (vergiler) tatlı karlar olarak bu ülkelere aktarılmaktadır. Bütün bunların yeterli olmaması durumunda global tefeciler (IMF gibi) devreye girmekte, borç ödeninceye kadar, ülkenin bağımsızlığı, adeta askıda kalmaktadır. Bunun herhangi bir şekilde sonlandırılmak, hatta sınırlandırılması ise bu ülkenin iç ve dış dinamikleri harekete geçirilerek uluslar arası müdahaleye maruz bırakılmaktadır. İslam hukukunda faiz (riba), sadece yasak değil, aynı zamanda haramdır. Haram yasak kavramını da kapsamakla birlikte, manevi bir bağlama da sahiptir. Ne var ki seküler bir iktisat anlayışı ile bunları kavrayabilmek hayli zor ve netamelidir. Faizli bir işlemde, adına belli bir faiz oranı tesbit edilen sermayenin, maça galip başlatılan takım gibi, bu faiz oranı nisbetinde kazancı garantilemekte, fakat bu kazanç, söz konusu faiz oranı ile sınırlı kalmaktadır. Emek (teşebbüs) ise, muhtemel bütün riskleriyle, ancak -o da mümkün olursa- söz konusu faiz oranının üstünde bir kazanç sağladığı takdirde bir gelir elde edebilmekte, faiz oranının altındaki kazanç oranlarında ise zarar etmekte ve çoğu zaman yaşandığı gibi, büyük ihtimalle iflâstan kurtulamamaktadır. O, çalışıp didindiği halde çökerken, öbürü âdeta derin uykusunda zirveleri tutmakta veya zayıf bir ihtimal de olsa, kazancı önceden belirlenen oranı aşmayacağı için muhtemel daha yüksek kazançlardan mahrum kalabilmektedir. Sistem (genellikle) ya emeğin ya da sermayenin zararına işlemekte ve faiz oranı baştan kesinleştiği için, bu haksızlığı önlemek mümkün olamamaktadır.
Faizin toplum bireyleri arasında yardımlaşmayı, dostluğu, akrabalık ve komşuluk bağlarını, ahlaki yaşantıyı ve kutsal değerleri yok etmeye yönelik sonuçları vardır. İslam ekonomisi üzerine yazılmış bir çok metinde sunulan bir iddia, risk almadan para kazanmanın haksız olduğu yönündedir. İslam ekonomisinde bankacılık hem riskin hem de karın paylaşımına dayanır ve faizi ortadan kaldırır.
Faizsiz bankacılık ilk bakışta geleneksel bankacılık sistemine kıyasla daha riskli gözükmesine karşılık, yatırım kararları verilirken yapılacak dikkatli bir analiz, yatırımların çeşitlendirilerek riskin dağıtılması ve tutarlı bir ekonomik model kullanılarak gelecekteki gelişmelerin öngörülebilmesi gibi teknikler vasıtasıyla riskler asgari düzeye indirilmektedir. İslam, vâde farkı ile mal alım ve satımını caiz görmüş, vade farkı ile para alım satımını haram kılmıştır. Faizli finansmana karşı, bunun yerini tutmak üzere de ortaklığı tavsiye etmiştir.
Faiz sadece İslam’da değil, Musevilik ve Hıristiyanlık’ta da yasaklanmıştır. Faizin 17. yüzyıla kadar, hemen hemen yeryüzünde bütün dinler ve bütün filozoflar tarafından yasak edildiği belirtilmektedir. Ünlü iktisatçı Sir Roy Harrod faiz için, “hayal ve gerçek dışı bir şey” nitelemesini yaparken, hiç de abartılı davranmamıştır. Keynes, faize ciddi eleştiriler getirmiştir. Keynes insanların teşebbüs yoluyla para kazanmalarını tavsiye etmektedir.
Üretim amaçlı faizli işlemlere gelince; sabit faiz nisbetinin borç muamelesinin başında tesbit edilmesi sebebiyle, işin sonunda, ya borçlu ya da alacaklı mutlaka haksızlığa uğrayacaktır. Meseleye borç alan müteşebbis açısından bakacak olursak; ticaret, üretim ve yatırım teşebbüsleri risklerle doludur. İktisadî şartların nasıl tezahür edeceği önceden tam olarak tesbit edilemez. Kar etme ihtimalinin yanında, hiç kar edememe, hatta zarar etme ihtimalleri de vardır. Faizli kredi ile girişilen teşebbüs sonucu kar edilememesi, hatta zarar edilmesi halinde bile alacaklıya anaparasıyla birlikte ayrıca faizin ödenmesi borçlu açısından apaçık bir haksızlık sebebi olmaktadır. Zira borçlu müteşebbis, üç türlü zararı birden göğüslemektedir: Sarf ettiği emeğin boşa çıkması, borç aldığı anaparanın zararı ve faiz. Alacaklı, vadesi geldiği zaman hem anaparasını hem de faizini aldığı halde, borçlu, saydığımız bu külfetleri yüklenerek büyük bir haksızlığa uğramaktadır.
Konuya borç veren sermaye sahibi açısından bakacak olursak; her ne kadar insanlık tarihi boyunca faizli işlemlerden genellikle borçlular zarar görmüşse de, bazen de sermaye sahibini zarara uğrayabilmektedir. Verdiği ödünce karşılık alacağı faiz önceden belirlenmiş ve sınırlanmış olması sebebiyle, sermaye sahibi, borç verdiği müteşebbis bu parayla çok büyük karlar elde etse bile, ancak önceden belirlenen miktar kadar bir pay alabilecektir. Bu durumda da, ödünç veren haksızlığa uğramış olmaktadır. DOÇ.DR. KAMİL GÜNGÖR