Kenara geçip şöyle bir bakalım dünyaya… Ne büyük devletler, ne uluslararası topluluklar ne de silahlar yönetmiyor dünyayı... Hatta biraz daha ileriye gidelim, insanın kendini dahi yönetemediği bir çağdayız. Kapitalizm insanların eliyle insanlığın yakasına yapışmış, insanlığı ve dünyayı sömürüyor…

Yakın tarihten bir örnek verirsek: Düne kadar doktorların dahi günde bir tane içimini önerdiği sigara, sonraları zararlı olması ile nam yapıyor… Çünkü işin sırrı ticaretin ahlaksızlığında, sağlığa zararlı olan bu ürün başta satılmalıydı ve satıldı, bağımlılar türetildi ancak sonraları hastalıklarla başa çıkamayan sigorta şirketleri bu duruma bir dur diyerek gerçeği ilan etti… Yani kimsenin, kimsenin sağlığını düşündüğü yok, iş kâr zarar meselesi arasındaki ince çizgide… Ama siz sizi düşünün çünkü ölüm Allah’ın emri de “sigara süründürür.”.. Bunun gibi bir dizi kâr zarar satrancı arasına sıkıştırılıyor insanlık… Gelişirken hastalıklardan kırılıyoruz mesela, tedaviler çözüme tam ulaştırmıyor çünkü bir ilaç şirketinin kazancı, bir insanın hayatından daha önemli… İnsanlığı bedensel tüketmiyoruz sadece, “insan” adına sığınan tüm anlamları da teker teker katlediyoruz, bununla birlikte canlıları katlediyoruz ve nihayetinde dünyayı yok oluşa sürüklüyoruz… İnternet, televizyon, insanlara hızlı bilgi akışı sağlayan her şey, tüketim için, tüketime göre… İnsanın karşılığının tüketici, yaşadığımız dünyanın karşılığının da sömürge alanı olduğu berbat bir çağdayız… Böyle böyle tüketirken, tükeniyoruz… Tüketim uğruna tükeniyoruz…

Bakıyorlar kim daha çok tüketiyor, hangi yaş grubu, hangi cins… Muameleyi, yani algı yönetimlerini buna göre kurguluyorlar. Özellikle son dönemde artış gösteren üçüncü cins polemiği sizce sadece bir özgürlük savunması mı..? Sinema sektöründe yüksek hibe alan üçüncü cins ve karmaşık ilişki konuları neden ön planda tutuluyor?… Bu ahlak erozyonu, basit bir hürriyet nidası mı?… Zihnini algı makinesine kaptırmış olanlar, bunu sadece masum bir özgürlük arzusu olarak görebilirler ancak durum bunun çok ötesinde… Yapılan araştırmalara göre tüketim zirvesi bekarlar tarafından yapılıyor, özellikle üçüncü cinsiyet ve karmaşık ilişki yumağında savrulanlar kapitalizmin bir numaralı adamı… Haliyle bu tarz insanların çoğalması yönünde bir algı yönetimi yapılıyor, “kapitalizm için sanat” sloganıyla bu arzu halkın kulağına üfleniyor. Sahne arkasında kapitalizm ve yakın dostu emperyalizm de var, enerji, petrol, para ve güç … Bunlar, emperyalizmin toplumları kemiren arsız arzuları… Asırlardır eskimeyen usul ile sahalarda boy gösteriyor, “böl-parçala-yönet-tüket” . Orta Doğu, Orta Asya diye işaretlediği yerleri, böle böle sömüren emperyalizm, toplumların en küçük yapı taşını da hedef alıyor: Aileyi. Tüm bu ahlak erozyonları, karmaşık ilişkiler, sapkınlıklar aileyi katleden yani toplumu en küçük yapı taşından, kökünden parçalayan yöntemler… Gençler, özgürlük sloganına sığdırılan kirli emellere meze ediliyor, evlilik ve neslini çoğaltma, modernizmin kapısından geçemeyen köylü psikolojisini oluşturuyor… Yani toplum en küçük birimini kuramıyor, toplum neslini devam ettiremiyor, toplum tükeniyor… İşte bir millet böylece parçalanıyor, birlik gayesinden, gelecek kaygısından uzaklaşıyor ve emperyalizmin şefkatsiz kucağına düşüyor.

Perde arkasından sahneye gelelim, gündemi işgal eden bir konu var ki gençler ayaklanmış, tabi dinlemeden, düşünmeden haybeye cümleler savruluyor… Cumhurbaşkanı “evlilik” üzerine gayet gerekli bir açıklama yaptı. Daha öncesinde de 3 çocuk sloganında bulunmuştu. Bu da gayet haklıydı hatta diyebilirim ki 3 çocuk az bile… Ancak algı yönetiminin kuklası olmuş, “benim bedenim, benim kararım” sloganını özgürlüğün tanımı sanan insanlar, akıl firarı ile orantısız muhalefet yapıyor. Kimse kimsenin yatak odasına karışmıyor. Mesele topla tüfekle, mertçe savaşılmayan dünyada cazibe operasyonları ile parçalanan milletin bütünlüğü…

O özendikleri Avrupa topluluklarına, Batı’ya bakıyoruz nesil tükenmekte, nüfusun ortalama yaşı, orta yaş ve yaşlılardan oluşuyor. Aynı cins evlilikleri, yahut hiç olmayan evlilikler gündelik hazlarla geçen zaman, nesli tüketmiş. Türkiye’nin de gelmesini istedikleri nokta bu ki, görüntüye bakılırsa o noktaya varmamıza az kalmış. Gündeme yem atılan ne varsa hariçten gazel okuyorlar. Dünyaya kör, insanlığa kör, düne kör bugüne sağır, yarına umarsız insanlar türemiş, yahut türetilmiş. Önünü ardını düşünmeden, yüklenen misyon ile kendi iradelerini sunduklarını sanıyorlar. Ancak irade, kapitalizmin para sayma makinesine sıkışmış, emperyalizmin pençesiyle parçalanmış sanki… Gariptir ki zevkle tuzağına düştükleri çukurdan insanlık dersleri veriyorlar, dünyanın sonunun gelmişliğini, canlı neslini ele alıyorlar…Müsebbibi oldukları meselenin duyarlısı oluyorlar…