Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2442.55
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Haz, Heva, Sanat ve Ahlaki Çöküş

Papa I. Gregory’nin (590-604) bir piskoposa yazdığı mektupta belirttiği gibi, “yazı eğitim görmüşler içindir, resim ise kabul etmeleri gerekeni onlar aracılığı ile anlayan cahiller içindir. Onlar kitaplardan okuyamadıklarını resimlerden okurlar.” Ortaçağ boyunca Avrupa’daki ikonografik ve sembolik anlatımlı tüm resimlerin arka planında bu skolastik düşünce vardır. Rönesans’la birlikte bu skolastik düşünce yerini antik çağa uzanan bir felsefeye bırakmıştır. Sanatta ve dinde daha serbest ve insan merkezli çalışmalar başlamıştır. Tanrı’nın yerine insanın merkeze alındığı çalışmalardır bunlar.

“Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?” Rousseau “Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev” adlı eserinde bu soruya “hayır” cevabını vermiştir. Dünyayı kasıp kavuran ve özde kilisenin skolastik yapısına bir reddiye olan bu nev zuhur fikir akımları dini yani kiliseyi merkez olmaktan çıkarıp, Tanrıyı sadece kiliseye hapseden ve hayatın diğer alanlarından soyutlayan dünyevi, seküler bir yaklaşımın unsurlarıydı. Batıdan zuhur eden bu akımlar ne yazık ki, İslam toplumlarının kahir ekserisinde olduğu gibi, diğer dünya toplumlarında da “bir proje” olgusuyla icra edilmiş ve kitleler bu seküler düşünce yapısıyla başbaşa bırakılmışlardır. Müslüman toplumlarda da tıpkı batıda olduğu gibi, “Tanrı”/“Allah” sadece camilere, mescitlere hapsolunmak istenmiştir. Sanatın tüm dallarında bu temel etki yer almış ve “icra-i sanat” bu felsefe üzerine yapılmıştır. Dolayısıyla sanatın ahlakiliği de seküler bir boyut kazanmıştır.

“Hevasını tanrı edinen” (Furkan 25/43, Casiye 45/23)) insan ile, “Onlar sağır, dilsiz ve kördürler, akıllarını kullanamazlar” (Bakara 2/171) ayetinin mevzu bahis yaptığı insan arasında ne fark vardır ki?

Eski kavimlerin ahlaki çöküşleri ve bundan dolayı ortadan kaldırılmalarıyla ilgili olarak İslami kaynaklarda birçok malumat anlatılmaktadır, ibret alınsın diye. İnsanoğlunun tabiatı ilk yaratılışından günümüze değin hiç değişmemiştir. “Bir vadi dolusu altını olan” bir başka vadiye de göz dikmektedir. Ümmetini mal mülk konusunda ikaz eden Hz. Peygamber (sav) aslında müslüman ve para ilişkisinden hareketle, paraya sahip olan bir müslümanın karşılaşabileceği ahlaki temelli muhtelif negatif uzantılara da dikkat çekmektedir.

Hazların ortaya çıkmak için fırsat kolladığı anlara her zaman dinimiz dikkat çekmiş ve bu şekilde tıpkı bir hekimin önleyici tıp mantığıyla hareket ederek, ahlaksızlık mikrobunun ruha ve bedene zarar vermesi engellenmek istenmiştir. İşte Farabi, “Medinetü’l Fâzıla”’sında dolaylı olarak bunlardan bahseder.

Mısralarında medeniyetimizin olması gereken hâlet-i rûhiyyesini en iyi şekliyle anlatan milli şairimiz Mehmet Akif ise şöyle der:

Rûhi izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.

Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:

Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli,

Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsrânımız…

Çünkü hem dünyâ gider, hem din, eğer yapmazsanız.”