26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hayal gücünü yitirmeden yaşamak...

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

-Dostum Ali Murat Erkorkmaz’a

Bir dostum sessiz sedasız gidip Ege’ye yerleşmişti. Doğduğu kenti, doğup büyüdüğü semti bırakıp gitmişti. Yabanıl bir hayatın özlemi değildi onunkisi.
Bir kentte insanca yaşama alanlarının giderek daralması, her şeyin bir bir tüketilmesi... Gelinen noktada artık aidiyetinizi tanımlayacak hiçbir değerin yerli yerinde olmaması sizde kopuşları oluşturuyordu kaçınılmaz biçimde.
Yani, dostumun o ani gidişi anlık bir karar değildi.
Günbegün artan göç dalgasıyla kentlerin dokusu değişiyor. Bu yalnızca fiziksel bir değişim dönüşüm değil elbette. İnsan göçüyle belirlenen asıl yaşama dokusundaki uyumsuzluklar ister istemez mekânın parçalanmasını da getiriyordu. Küreselleşmenin salgın hali ise bunu hızlandıran bir olgu. Yani göçün yoğunlaştığı yerlerdeki olanaklar bir süre sonra da çıkmazları yaşatıyordu insanlara.
İşte orada her şey vardı: Çevre kirlenmesinden suç oranı ve çeşitliğine uzanan artışlar artık endekslere bağlanmıştı.
Arzu çağına eklemlenen görsel çağın iletişimle taşınan yeni olanakları ise çıldırtıcı biçimde kentlerin her türlü dokusunu milim milim zedeliyordu. Yeşile hasret, nefes alınacak alanlara özlem; yürünecek yollara, geçilecek parklara kapalı kentin varlığı bile sorgulanır olmaya başlandı.
Peki böyle bir zamanda kentte yaşamak, ille de kentli olmak niye; gibisinden bir sorunun yersizliği ortadayken, bu çarpık gidişatın çözümü kaçıp gitmek miydi kentlerden diye de bir soru takılmıyor değil aklıma!
Türkiye gerçeğinden bakınca şunu ayan beyan görüyoruz aslında: Ekonomisini tarımsal üretime kapatan, sanayide uydu, taklitçi, sürekli üretmeden tüketen ve “kargo ülke” olma modunu giderek yükselten bir ülke.
Küresel kapitalizmin adım adım ülkeye enjekte ettiği bir gerçeklik bu. 1980’ler aslında bunun çağrısını getirmişti; ilk adım Doğu Bloku’nun çöküşü, ardından entegrasyon süreci, derken yeni savaş çağı ve kapitalizmin umudu yeni av sahası ülkeler yaratmak.
“1947 Marshall Yardımı” ile sözüm ona “donatılan” Türkiye uydu olmanın ilk adımı atmıştı. Tamı tamına 70 yılda alınan yolun sonuçlarını bize taşıyan bir siyasi iktidar adeta bu misyonun “komiseri” durumunda.
Göreceli büyüme... yollar, köprüler, inşaat alanları, binalar... Büyüyoruz, bayındırlaşıyoruz... nidaları her yerde. Eğitimi dumura uğramış, ekonomisi çöküşün eşiğine gelmiş, adalet sistemi güvenirliğini yitirmiş, üretim ve işsizlik/yoksulluk endeksleri her yeni gün inişi geçmiş bir ülkenin gerçeğine bir de mesleksizleşmeyi ve beyin göçünü eklerseniz...
Peki alıp başını gitmek, kendine yaşama/nefes alanı açma arayışına düşmek kınanacak bir şey midir?
Dostumu kınamadım elbette, ama onun bu gidişini düşündüm uzun uzun.
Tam da onun bu haberini aldığımda, elimde George Monbiot’nun “Bu Enkazı Kaldırmak: Kriz Çağında Yeni Bir Siyaset Önerisi” kitabı vardı.
Bir yerde şunu diyordu Monbiot:
“Umutsuzluk, hayalgücü tükendiğinde düştüğümüz bir durumdur. Şimdimizi ve yarınımızı betimleyecek hikâyelerden yoksun olduğumuzda umut da solup gider. Siyasi yetersizlik, özünde hayalgücünün yetersizliğidir.”
Şimdi, galiba asıl başlama noktamız da budur; bu yetersizliklerin yaşattığı çöküntülerden çıkmak, yeni yaşama alanları yaratmak için o hayalgücüne sarılarak yaşamak... Nereye gidersek gidelim bize gerekli olan da budur

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları