Harari: “İnsanlık korona virüsle mücadelede liderlikten yoksun”

‘Sapiens’, ‘Homo Deus’ ve ‘21.Yüzyıl için 21 Ders’ gibi çok satan kitapların yazarı ve tarihçi İsrailli Yuval Noah Harari’nin 15 Mart’ta Time için kaleme aldığı makalesi adeta son kitabına ilave bölüm niteliğinde. Geçen hafta içinde BBC Newsnight ve CNN’de Christiane Amanpour’a verdiği röportajların bir nevi özeti olan makalenin çevirisini sunuyoruz.

Kültür
18 Mart 2020 Çarşamba

Çeviri: SELİN KANDİYOTİ

Birçok insan korona virüs salgınının baş suçlusu olarak küreselleşmeyi gösteriyor ve buna benzer salgınları engellemek için tek yolun küreselleşmeyi tersine çevirmek olduğunu söylüyor. Duvarlar ör, seyahati kısıtla, ticareti azalt. Kısa vadeli karantina salgını durdurmakta esas olsa da, uzun vadeli soyutlama politikası bulaşıcı hastalığa gerçek bir koruma sağlayamadan ekonomik çöküşe sebebiyet verecektir. Tam tersi doğrudur. Salgının gerçek panzehri ayrı tutmak değil, işbirliğidir.

Salgınlar içinde bulunduğumuz küreselleşme çağının çok öncesinde milyonlarca insanı öldürmüştü. 14. yüzyılda yolcu gemileri ve uçaklar olmamasına rağmen Kara Ölüm on yıldan uzun bir sürede Doğu Asya’dan Batı Avrupa’ya yayıldı. 75 ila 200 milyon kişiyi öldürdü - Avrasya’nın toplam nüfusunun çeyreğine tekabül ediyor. İngiltere’de her on insandan dördü öldü. Floransa 100 bin sakinin 50 binini kaybetti. 1520 yılının mart ayında, Francisco de Eguía isminde tek bir çiçek hastalığı taşıyıcısı Meksika’ya geldi. O dönemde Orta Amerika’da tren, otobüs veya eşek bile yoktu. Aralık ayı geldiğinde, çiçek salgını Orta Amerika’yı sarmış, nüfusun üçte birini öldürmüştü.

1918’de çok kuvvetli bir grip türü birkaç ay içinde dünyanın en uzak uçlarına yayılmayı başardı. Yarım milyar insanı enfekte etti - dünya nüfusunun çeyreğinden fazla. Bu grip Hindistan nüfusunun yüzde 5’ini öldürdü. Tahiti’de bu oran yüzde 14, Samoa’da yüzde 20’ydi. Salgın, bir yıldan kısa süre onlarca milyon -belki de 100 milyon- insanı öldürdü.  Dört yılın sonunda, I. Dünya Savaşında toplam ölü sayısı bundan azdı.

1918’den bu yana geçen asırda büyüyen nüfus ve ulaşımın kolaylaşmasıyla insanlık salgınlara daha hassas hale geldi. Tokyo ve Meksiko gibi modern metropoller Orta Çağ Floransa’sına göre mikroplara daha zengin avlanma alanları sunuyor ve küresel ulaşım ağı 1918’e göre çok daha hızlı. Bir virüs Paris’ten Tokyo’ya, oradan da Meksiko’ya 24 saatten önce varabilir. Bu durumda enfeksiyon cehenneminde yaşamayı zaten beklemeliydik, her ölümcül vebadan sonra bir tane daha.

Her nasılsa, salgının hem çıkışı hem de etkileri dramatik bir şekilde indi. 21. yüzyılda AIDS ve Ebola gibi dehşet verici salgınlar Taş Devrinden bugüne kadar geçirdiğimiz çağlara göre çok daha az oranlarda insan öldürdü. Bunun sebebi insanların patojenlere karşı en iyi savunma sistemlerinin izolasyon değil, bilgi olmasıydı. İnsanlık salgınlara karşı bu savaşı kazanıyor çünkü patojenlerle doktorlar arasındaki silahlanma yarışında, patojenler tesadüfi mutasyonlara güvenirken, doktorlar bilginin bilimsel analizine güveniyor.

Patojenleri savaşta yenmek

Kara Ölüm 14. yüzyılda vurduğunda, insanlar buna neyin sebep olduğunu ve ne yapılabileceğini bilmiyordu. Modern çağa kadar insanlar hastalıkları kızgın tanrılara, kötücül şeytanlara veya kötü havaya bağlamış, bakteri ve virüslerin varlığından bile şüphelenmemişlerdi. İnsanlar meleklere ve perilere inanmış ancak bir damla suyun bir koca armada ölümcül avcı barındırabildiğine inanmamışlardı. Böylelikle Kara Ölüm ya da çiçek ziyarete geldiğinde, otoritelerin aklına gelen en iyi çözüm belli tanrı ve azizler için toplu dualar organize etmek olmuştu. Bu yardımcı olmadı. Tersine, insanlar kitlesel dualar için bir araya geldiklerinde kitlesel enfeksiyonlara yol açtı.

Son yüz yıl boyunca, dünya çapında bilim insanları, doktor ve hemşireler tüm bilgiyi bir araya topladı. Hem salgının arkasındaki mekanizma anlaşıldı hem de onlarla başa çıkma yolları. Evrim Teorisi yeni hastalıkların neden ve nasıl ortaya çıktığını, eskilerinin de nasıl daha güçlendiklerini açıkladı. Genetik bilimi, bilim insanlarının patojenlerin kendi kullanma kılavuzlarını gizlice gözetlemesini sağladı. Orta Çağ insanları Kara Ölüm’ün nedenini hiçbir zaman keşfedemezken, yeni korona virüsünün genomunu dizmek ve enfekte olmuş insanları tespit etmek için güvenilir bir test geliştirmek bilim insanlarının iki haftasını aldı.

Bilim insanları salgınlara neyin sebep olduğunu bulunca, onlarla savaşmak kolaylaştı. Aşılar, antibiyotikler, gelişmiş hijyen koşulları ve çok daha iyi tıbbi altyapı insanlığın görünmez düşmanına karşı elini güçlendirdi. 1967’de çiçek 15 milyon insana bulaştı ve 2 milyonunu öldürdü. Fakat bir sonraki on yılda küresel çapta çiçek aşısı kampanyası o kadar başarılı oldu ki 1979’da Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) insanlığın savaşı kazandığını ve çiçeğin dünyadan tamamen silindiğini açıkladı. 2019’da tek bir kişiye bile çiçek bulaşmadı ve hiç kimse ölmedi.

Sınırlarımızı koruyalım

Tarih şimdi yaşadığımız korona virüs salgını için ne öğretiyor?

Öncelikle, sınırlarınızı temelli olarak kapatarak kendinizi koruyamadığınızı gösterir. Hatırlayın salgınlar Orta Çağ’da bile, küreselleşmeden çok önce hızla yayılabiliyordu. Demek oluyor ki küresel bağlantılarınızı 1348 İngiltere’sine indirgeseniz bile yine de yeterli olmayacaktır. Gerçekten kendinizi tecrit yoluyla korumak için Orta Çağ’a başvurmak işe yaramaz. Taş Devrine dönmelisiniz. Bunu yapabilir misiniz?

İkinci olarak, tarih gerçek korumanın güvenilir bilimsel bilginin paylaşılmasından ve küresel dayanışmadan geldiğini gösteriyor. Bir ülkeyi bir salgın vurduğunda, ekonomik facia korkusu olmadan, dürüst bir şekilde salgın hakkında bilgiyi paylaşmaya hazır olmalı, diğer ülkeler bu bilgiye güvenmeli ve kurban ülkeyi aforoz etmektense yardım eli uzatmaya istekli olmalı. Bugün, Çin tüm dünyadaki ülkelere korona virüsü hakkında önemli dersler öğretebilir ancak bu yüksek seviyede uluslararası güven ve işbirliği gerektirir.

Etkili karantina önlemleri için de uluslararası işbirliği gerekiyor. Karantina ve insanları evlerine kapatmak salgının yayılmasını önlemek için elzem. Fakat ülkeler birbirlerine güvenmez ve yalnız olduğunu hissederse hükümetler bu şekilde sert önlemleri almaya tereddüt edebilir. Ülkenizde 100 korona virüs vakası tespit ederseniz, bütün şehirleri kilit altına alır mısınız? Bu büyük oranda diğer ülkelerden ne beklediğinize bağlıdır.  Kendi şehirlerinizi kapatmak ekonomik çöküşe neden olabilir. Eğer başka ülkelerin yardıma geleceğini düşünüyorsanız bu sert önlemi alma meyliniz fazla olur. Fakat diğer ülkelerin sizi terk edeceğini düşünürseniz tereddüt edersiniz ta ki çok geç olana kadar.

Belki de böyle salgınlarda insanların farkına varması gereken en önemli nokta herhangi bir ülkedeki salgının tüm insan türünü tehlikeye atacağıdır. Bunun sebebi de virüslerin evrim geçirmeleridir. Korona gibi virüsler yarasa gibi hayvanlarda başlar. İnsana atladıklarında başta virüsler insan konakçılarına adapte olamaz. İnsan hücrelerinde çoğalırlarken virüsler mutasyon geçirir. Çoğu mutasyon zararsızdır. Fakat ara sıra bir mutasyon virüsü daha bulaşıcı hale getirir ve insan bağışıklık sistemine daha dirençli kılar, bu mutant virüs türü insan popülasyonunda hızla yayılır. Tek bir insan sürekli çoğalmakta olan trilyonlarca virüse konak olunca her enfekte insan, virüse insanlara daha uyumlu olmaları fırsatını verir. Her taşıyıcı insan bir kumar makinesi gibi virüse trilyonlarca piyango bileti verir - virüsün coşması için yalnızca bir kazanan bilete ihtiyacı vardır.

Bu öylesine bir spekülasyon değil. Richard Preston’ın ‘Crisis in te Red Zone-Kırmızı Bölge’de Kriz’ kitabı 2014 Ebola salgınında olaylar zincirini tam da böyle tasvir ediyor. Salgın Ebola virüslerinin yarasalardan insanlara atlamasıyla başladı. Bu virüsler insanları çok hasta etti, fakat hâlâ insanlardansa yarasaların vücudunda içinde yaşamaya daha uygundular. Ebola’yı nadir görülen bir hastalıktan bir salgına döndüren Batı Afrika’da Makona bölgesinde tek bir insanı enfekte eden virüsün tek bir genindeki mutasyondu. Mutasyon mutant Ebola türünün -Makona türü deniliyor- insan hücresine bulunan kolesterol taşıyıcılarına bağlanmasını sağladı. Şimdi taşıyıcılar kolesterol yerine virüsü hücrelerin içine çekiyordu. Makona türü insanlarda dört kat bulaşıcıydı.

Bu satırları okurken belki de Tahran’da, Milano’da veya Wuhan’da enfekte bir insanın bedeninde korona virüsün tek bir geni benzer bir mutasyon geçiriyor. Eğer bu gerçekten oluyorsa, bu İranlılara, İtalyanlara ya da Çinlilere değil, sizin hayatınıza da doğrudan bir tehdittir. Dünyanın dört bir tarafındaki insanlar virüse böyle bir şans vermemek için aynı ölüm kalım menfaatini güdüyor. Bu da her ülkedeki insanları korumamız gerektiği anlamına geliyor. 

1970’lerde insanlık çiçek hastalığını yenmeyi başardı çünkü bütün ülkelerde tüm insanlar çiçek aşısı oldu. Tek bir ülke bir nüfusunu aşılamasaydı yeniden tüm insanlığı tehdit edebilirdi çünkü çiçek virüsü var oldukça bir yerlerde evrim geçirebilir ve yeniden her yerde yayılabilirdi.

Virüslere karşı savaşta, insanlık sınırları sıkıca kontrol etmeli. Fakat ülkeler arasındaki sınırları değil. Daha ziyade insan dünyası ile virüs küresinin arasındaki sınırı. Gezegenimiz sayısız virüsle dolu ve genetik mutasyonlar yüzünden sabit bir şekilde evrim geçiriyorlar. Virüs küresi ile insan dünyasını birbirinden ayıran sınır çizgisi tek tek her bir insanın vücudunun içinden geçiyor. Tehlikeli bir virüs bu sınırı geçmeyi başarırsa tüm insan türünü tehlikeye sokar.

Son bir yüzyılda insanlık bu sınırı hiç olmadığı kadar güçlendirdi. O sınırda duvar görevi yapmak üzere modern sağlık sistemleri inşa edildi. Hemşireler, doktorlar ve bilim insanları bu duvarda devriye geziyor ve işgalcileri geri püskürtüyor. Ancak, bu sınırın uzunca bir bölümü ne yazık ki korunmasız bırakıldı. Dünyanın birçok yerinde yüz milyonlarca insan en temel sağlık hizmetlerinden yoksun durumda. Bu hepimizi tehlikeye sokuyor. Sağlığı ulusal bağlamda düşünmeye alışığız, ancak İranlılar ve Çinliler için daha iyi bir sağlık sistemi kurmak İsraillileri ve Amerikalıları da salgından korumaya yardımcı olur. Bu basit gerçeğin herkese malum olması gerekirken, dünyanın en önemli insanlarının gözünden kaçabiliyor.

Lidersiz bir dünya

Bugün insanlık akut bir krizle yüz yüze, yalnızca korona virüsten değil, insanlar arasındaki güvensizlikten de. Bir salgını yenmek için insanların bilim uzmanlarına güvenmeleri, vatandaşların devlet yetkililerine güvenmesi ve ülkelerin birbirlerine güvenmesi gerekir. Son birkaç yılda sorumsuz politikacılar kasten bilime, devlet yetkililerine ve uluslararası işbirliğine olan güveni baltaladı. Sonuç olarak şimdi bu krizin önünde bize ilham verebilecek, eşgüdümlü küresel bir müdahaleyi organize ve finanse edebilecek küresel bir liderden yoksun bırakıldık.

2014 Ebola salgını sırasında, ABD böyle bir liderlik göstermişti. 2008 finansal krizinde de ABD buna yakın bir rolü üstlenmiş, yeteri kadar ülkeyi bir araya getirerek küresel ekonomik çöküşün önüne geçilmişti. Fakat geçtiğimiz yıllarda ABD küresel lider rolünden istifa etti. Şu andaki ABD yönetimi DSÖ gibi uluslararası örgütlere desteğini kesti ve dünyaya açıkça ABD’nin hiçbir arkadaşı olmadığını sadece menfaatleri olduğunu ilan etti. Korona virüs krizi patladığında, ABD müdahil olmadı ve bu zamana kadar lider bir rol üstlenmekten kaçındı. Eninde sonunda liderliği eline almaya çalışsa da ABD yönetimine olan güven o denli yıprandı ki çok az ülke ABD’nin peşinden gitmeye razı olabilir. Siz mottosu ‘Önce ben’ olan bir lideri takip eder miydiniz?

ABD’nin bıraktığı boşluğu hiç kimse doldurmadı. Tam tersine. Yabancı düşmanlığı, tecrit ve güvensizlik uluslararası sistemin büyük bölümünü özetler halde. Güven ve küresel dayanışma olmadan korona virüs salgınını önleyemeyeceğiz ve gelecekte daha fazla salgın görmemiz oldukça olası. Fakat her kriz aynı zamanda bir fırsattır. Şu anda yaşadığımız salgın insanlığın, küresel kopukluğun sebep olduğu akut tehlikenin farkına varmasına yardım edecektir.

Örnek vermek gerekirse, salgın son zamanlarda popüler desteğini kaybeden AB için yeniden destek kazanmak için altın bir fırsat olabilir. Eğer AB’nin daha şanslı üyeleri, sert şekilde sarsılmış diğer üyelere hızlıca ve cömertçe para, ekipman ve tıbbi personel yollarsa, Avrupa idealinin değerini sayısız konuşmanın yapabileceğinden daha iyi ispat eder. Öte yandan her ülke kendini savunmak zorunda bırakılırsa salgın bu birliğin ölüm çanını çalar.

Bu kriz zamanında, esas mücadele insanlığın kendi içinde yer almaktadır. Bu salgın insanlar arasında daha büyük kopukluk ve güvensizlikle sonuçlanacaksa bu virüsün muhteşem zaferi olur. İnsanlar birbirleriyle ağız dalaşı yaparken virüsler iki misline çıkıyor. Bunun tam tersine, salgın daha yakın küresel iş birliği ile sonuçlanırsa, bu yalnızca korona virüsüne karşı değil gelecekteki tüm virüslere karşı muhteşem zaferimiz olur.  

Copyright © Yuval Noah Harari 2020

 

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün