Türkiye, “demokrasi endeksi”nde 167 ülke arasında 90. sıralarda “tam ve yarı demokrasiler” hatta “kusurlu demokrasiler”den düşüp “hibrit-karma otoriter rejimler” arasında.
“Basın ve ifâde özgürlüğü endeksi”nde de 180 ülke arasında 150. sıralarda Brunei ve Kongo kategorisinde. OHAL haksızlık ve hukuksuzluklarıyla “yarı-özgür ülke” statüsünden “özgür olmayan ülke” vartasına düşmüş, “insanî özgürlük”te 162 ülke arasında 107. sıraya gerilemiş.
Bu arada yargı sistemi felç olmuş. Ayarı bozulan adâlet terâzisi işlevini yerine getirememekte. Milletin yargıya güveni kalmamış. Yargıya baskı ve müdahalenin yanısıra, ifâde özgürlüğüne, medyaya baskı ve sansür tartışmaları en çok tartışılan konuların başında geliyor.
Aslında Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişâre Kurulu üyesi Bülent Arınç’ın, çoğu yıllar önceki sosyal medya paylaşımlarına hapis cezâsı verilmesine, “Attığı mesajların hiçbirisine katılmıyorum ama ifâde özgürlüğüne saygı duymalıyız; fikirlerine katılmayabilirsiniz ama tahammül etmek zorundasınız” yakınması; ve yerine kayyum atanan bir Belediye Başkanı hakkında “Onu tanıyorum ve saygı duyuyorum; terörle alâkası yoktur, barış olsun isteyen biridir” sözleri, yargının düştüğü girdabın ikrarı.
“ASÂYİŞE DOKUNMAMAK ŞARTIYLA…”
“İktidar cephesi”nde de çokça tartışılan bu değerlendirmeler, yeniden insanın en tabii hakkı olan “fikir ve ifâde hürriyeti”nin kriterlerini ve sınırlarını gündeme getiriyor. Ve mahkemelerin hissiyattan, devlet, her türlü otoriteden ve dış etkilerden tamamen bağımsız, tarafsız ve serbest olmasını beyân eden Bediüzzaman’ın fikir ve ifâde hürriyetinin ehemmiyetini yeniden okutturuyor.
Öncelikle hürriyeti, fertlerin hürriyetinin yekûnuyla açıklayan ve “ne nefsine, ne gayriye (başkasına) zararının dokunmaması”yla sınırlarını çizdiği “umumî hürriyeti” de yine adâletle sınırlar. “Hürriyet budur ki, kanun-u adâlet ve te’dipten (adâletin cezâlandırmasından) başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın (korunsun), herkes harekât-ı meşrûasında (meşrû eylemlerinde) şâhâne serbest olsun” hükmüyle izâh eder. (Münâzarât, 55-57)
Temel hak ve hürriyetler kapsamında ana umdeleri tanımlarken, bunların başında ifâde hürriyetini sayıp, “Asâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz” düsturuyla belirler.
Demokratik cumhuriyeti “hürriyetin en geniş şekli ve en serbestî sûreti” olarak tanımlayan ve bütün milletin tek bir siyasî görüşte olmasının mümkün olmadığını kaydeden Bediüzzaman’ın târifiyle, “Elbette hakiki ve kat’î ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkâr-ı sâibeyi (maksada uygun fikirleri, doğru sözleri), asâyişe dokunmamak şartıyla, hürriyet-i ilmiyeyi istibdât altına almaz ve onu bir suç tanımaz” kriteri hukukun temel müteârifelerinin başında geliyor. (Tarihçe-i Hayat, 204, 564-5)
Zira Bediüzzaman’a göre, farklı görüşlerin açıklanması ve muhalefet, “meşrû ve samimî bir muvâzene-i adâlet unsurudur”; adâletin dengesini sağlar. Adâlet müessesesinin hiçbir cereyana kapılmaması, hiçbir tarafgirliğe girmemesi; hak aramada yegâne mercii olan hâkim ve mahkemenin tarafgirlik şâibesinden uzak ve gayet bîtarafane bakması “adâletin birinci şartı”dır.
“GÖRÜŞLERİNİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ”
Bu bakımdan, “yeni yargı reformu”nda yargının tam bir bağımsızlık ve tarafsızlıkla, adâlet hizmetini sağlıklı bir şekilde vermesi ve âdil yargılamayı başarması için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadları ile “AB hukuku” standartları ekseninde evrensel hukuk değerleriyle donatılması icâb ediyor.
Yine AİHS’nin 9. ve 10. maddelerindeki düşünce, din ve vicdan, ibâdet, öğretim hürriyetlerinin teminat altına alınması; herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip kılınıp, bu hakkın, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de kapsayıp geliştirilmesi gerekiyor.
Ve Bediüzzaman’ın “kabul etmemek, tasdik etmemek, idârece bir cünha (sorgulanacak bir kabahat), bir suç teşkil etmez. En müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idâreye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder (suçsuzluğunu temize çıkarır)” tesbiti, bugün hâlâ hudutları tartışılan ve hâlen çağdaş hukukun, ileri hürriyetçi demokrasilerin fikir ve ifâde hürriyetinde varmaya çalıştığı esas nihâî hedefleri belirler.
Kısacası, hâlen düşünce ve ifâdelerinden dolayı insanların yargılanıp cezâlandırılması, gazetecilerin - yazarların, siyasetçilerin hapse atılmasıyla düşünceyi ve ifâdeyi cezâlandırma çarpıklığı garabetinde dünyada ilk sıralarda yer alan Türkiye’nin gerçek düşünce ve ifâde hürriyetine kavuşmasının çâresi Bediüzzaman’ın ifâde ettiği sözkonusu temel tesbitlerde…