KÜLTÜR DİLİMİZ TÜRKÇE

Bundan 64 yıl önce (1948 ) Prof. Tahsin Banguoğlu Milli Eğitim Bakanımızdır. Bu değerli hocamızın 22 Eylül 1988 tarihli Tercüman Gazetesindeki bir yazısından; Meşrutiyet devri bazı aşırı devrimcilerin “Türkçeyi bırakalım, Fransızcayı resmi ve genel dil olarak kabul edelim” gibi bir düşünceyi(iddiayı) utanmadan ortaya atmış olduklarını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Bu olay bize herhalde o devir aydınlarından bazılarının ne derece şaşkın bir Avrupa hayranlığı ve ne derece derin bir aşağılık duygusu içinde olduklarını göstermeye yetmektedir.

Fransızcanın 18. Yüzyılın ortasından bu yana yaşantımızda yer tutmaya başladığı bilinmektedir. Zira bu tarihlerde Batı’dan doğan yeni bir uygarlığın, yeni bir teknolojinin baskısından tedirgin olmuşuzdur. O tarihlerde orta ve yüksek eğitim - öğretim kurumlarımız olan Medreseler bu bilgilere yer vermemektedir. Bu durumu görüp kaygılanan padişahlar medreseyi bir yana bırakıp, mühendishane, harbiye, mülkiye, tıbbiye gibi ayrı yüksekokullar(mektepler) açmışlardır. Bu suretle erkenden bir çeviriler devri de başlamıştır.

Gerçi Tanzimat’tan sonra yükseköğretimde yabancı dille eğitim-öğretim deneyimi de yapılmıştır. Ne var ki bu deneyim, tıp ve eczacılık gibi hızlı buluşların türettiği çok sayıdaki yeni terimlerin karşılanamaması nedeniyle yalnız tıp eğitim-öğretimi alanında olmuş ve orada kalmıştır. Ancak o devirdeki hocalarımızda milli duygular yüksektir. Bir süre sonra tıp eğitim-öğretimi de Türkçeye döner. Ama bu devirde artık Batı’nın kültür işgali bizzat başlamıştır. Kapitülasyonlardan yararlanan görevliler (misyonerler) kendi dinlerini ve dillerini yaymak için okullar açmaktadır. Bu okullar azınlık çocuklarından işbirlikçiler yetiştirmektedir. Onlar ise giderek devlet kadrolarını doldurmaktadırlar. Ama devlet bu olumsuz gelişmeyi önleyememektedir. Elçilerimizin çoğu onlardan, tüm yabancı şirketlerin personeli onlardandır.

Meşrutiyet devrinde Türkçüler, Türkçe köklerden de Türkçe eklerle terimler üretilebileceği düşüncesini ilk defa ortaya atmıştır. Cumhuriyet devrinde bu son düşüncenin egemen olması çok doğaldır. Çünkü devlet artık tamamıyla bağımsız milli bir Türk devleti olduğu gibi, resmi dili ve eğitim-öğretim dili de Türkçe olacaktır. Bu sırada yabancı okullar Lozan’da kurtulamadığımız bir kapitülasyon kalıntısı olarak devam ediyordu. Fakat kendi milli düşünce ve milli gurur içinde hisseden hiçbir Türk Milli Eğitimcisinin yabancı dille eğitim-öğretime gitmek aklından bile geçmiyordu.

Değerli okuyucular, yazı dilimizin tarihini biliyoruz. Biz Anadolu’da daha Selçukluların son devirlerinden başlayarak ”Oğuz Türkçesi”ni bir devlet dili, bir yazı dili haline getirmeyi başarabilmişiz. Ama bir eğitim-öğretim dili yapamamışız. Medresede (orta ve yükseköğretimde) eğitim-öğretim dili “Arapça” olmuştur. Bu nedenle sade başlayan yazı dilimiz (Yunus Emre) yüzyıllar boyunca, Arapça ve Fransızca sözcüklerle dolmuş ve gelişmesini de kendi bünyesinde geliştirememiştir. Bindiği gibi böylece Osmanlı yazı dili halktan birinin anlayamayacağı bir dil olmuştur.

Değerli okuyucular ben burada Türkçemizin tarihçesi hakkında derlediğim bazı bilgileri vermeye uğraştım. Bu bilgiler bundan 64 yıl öncesine ilişkin bilgilerdir.
Bu konuda günümüzdeki ve gelecekteki uygulamaların değerlendirilmesinin ulusal bilinci ilgilendirdiği açıktır. Yazımı milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un çok önemli bir sözüyle bitirmek istiyorum:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hissemi verdi
“Tarih”i “tekerrür” diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?


--

YORUM EKLE