ŞEHİR VE YOLCU

Eski Gümüşhane’nin mahallelerinde dolaşıp da zamanı duymamak onun tılsımlı dünyasına girmemek imkânsızdır. Süleymaniye’de Küçük cami ve Ulu Caminin yanı başında mezarlıklarda ölüleriyle yan yana yaşayan, sevinçlerini ve hüzünlerini onlarla paylaşan bu kadim şehrin mahalleleri zamanın içinde, birbirine kenetlenmiş yaşlı ağaçlar gibi hayatlarını sürdürürler.

Yolcu bırakıp gittiği şehri düşlüyordu uzun zamandır, düşlediği şehir gençliğiyle içeriyordu onu, genç yaşta gitmişti gurbete, bir an düşündü geldiği bu şehrin meydanında yaşlıların önünde oturdukları Sulu hanın duvarları vardı. Duvarın önüne attıkları ahşap iskemlelerde oturur, gençliğin önlerinden geçip gidişine bakarlar, o da zaman zaman otururdu aralarına.

Artık kaybolan, yıkılmış kalıntı hayatını yaşayan Süleymaniye orada sanki kendi uykusunda sayıklıyordu. Yolcu şehre bir daha baktı, çocukluğunun geçtiği bu şehir ne kadar yıpranmıştı, nasıl biçare olmuştu. Şehirde yer alan binalar, camiler, köprüler zamanın mahzeninde bir nevi sıtmaya tutulmuş gibi halsizdiler; uzaktan seslendiler; “ Ya, işte böyleyiz, bir rüyadan artakalmanın sonu budur “  der gibi bakıyorlardı. Gözlerini etraflarındaki insanlara çevirdi onlarda bir rüyadan arta kalmış parçalara benziyorlardı.

Süleymaniye’de bir medeniyetten öbürüne geçerken, yahut yaşarken kaybolan şeylerin başında zamana hükmeden eserleri de vardır. Ulu Camii 500 yıllık geçmişiyle ibadethane olmanın tüm görkemiyle ayakta bugün. Şehrin bilinçaltı olan tavanı ve terasından gösterdiği dünya ile Süleymaniye’nin yüzyıllardır değişmeyen sınırını çizer. Caminin avlusunun gölgeleri hep ötelerdendir. Bu avlunun sükûneti hiç azalmaz. Ahengin çağırdığı huzur Ulu camide açar kapılarını insanlara. Tevekkül içindeki insanlar bir konuşma başlatır kelimesiz. Mırıldanan her dudak sözü uykuda sürdürür. Başlangıcı söyleyen bir ses yükselir Süleymaniye’deki Ulu camiden. Bir ses yükselir şehrin kalbinden…

Şehre gelen yolcuyu ta uzaktan avlayan Canca kalesinden kuzeye baktığınız da dağlar süzgün bir sümbüle benzeyen serap gibidir. Gecenin siyahî içindeki şehir gerçekte nasıldır. Ne içerir ya da ne saklar bilinmez. Süleymaniye’nin kalesi Canca,  gümüş kızın gizli kapısı bu kalededir.  Bu gün hala konuşulan ve merak edilendir. Hep gizli bir geçit vardır kaleden uzaklaşmak için. Yer altı geçitlerinin hayali kışkırtan gizemi, Canca Kalesinde gümüş kız adıyla bilinir. Canca kalesi kurulurken harcına karışan hayaller bugün hala surlarında dolaşanlara uzağı göstermektedir.

Hayalin karatahtasıdır kaleler, medeniyetlerin dünyada bir iz bıraktığı sahnedir. Gecenin siyah karanlığı içerisinde gökyüzüne uzanan sur, dibinde yola koyulacak son kervanın yolcularını hazırlar. Aileleri ile ağır ağır vedalaşan yolcular yüklerini kervancıya teslim etmeye başlar. Veda sahneleri sesizlik içindedir, gözyaşı vardır sadece.  Yolcular sıkı giyinmiş yüzleri sarılı sadece gözleri görünür. Kervancı başı gür sesi ile anlatır  yolculara; Gafil gitmeyin, herkesi bir arkadaş etmeyin, yürüyün Allah kolay getire, diye nasihatte bulunur. Kervancı başının yolculara çağrısı son verirken  oyalanmalara, yolcular gecenin soğuğunda yürümeye başlar, geride kalanlar kervana bakarak uzaklaşır artık, daha şimdiden özlenir yolculadıkları. Yolcu yanındakine söylenir, bu kentin bir sırrı var. Yalnız gidişleri bilir, dönüşleri bilmez der…
YORUM EKLE