Chamisso’nun “Peter Schlemihl’in Tuhaf Hikâyesi”ndeki gölgesini satan kahraman, gölgesizlik canına tak edince kendisine gölge yapması için bir ressama başvurmak zorunda kalır. Işıklı ortamlarda halkın arasına karışamamakta, gölgesi olmadığı fark edilince alay konusu olmakta, aşağılanmalara maruz kalmaktadır. Ressam, “benim yapabileceğim yalancı boy gölgesi, ancak en küçük bir hareketinde tekrar kaybedeceğin gölge olabilir” diye yanıt verir ve ekler: “Gölgesi olmayan güneşe çıkmaz” (Yordam). Bir kere gölgenizi yitirmeye görün, hiçbir şey hakiki gölgenizin yerinizi tutamaz. Gölge; ışıklı personalarımızın peşini bırakmayan karanlık tarafımız. Kendimize ışıklı yüzeylerde personalar inşa ettikçe karanlığımızı yitirdik. İnsan karanlığını yitirince aydınlığını da yitirir. Artık yeryüzüne çıkacak yüzümüz kalmadı. Çıktığımızda, tıpkı Schlemihl gibi alay konusu oluyoruz. Çünkü sanal ortamda yarattığımız personaların yeryüzüne vuran gölgeleri yok. Yer ile ilişkisini yitiren personalar siber uzayda grafik karakterler olarak varolabilir ancak.

Siber uzay nerede bitiyor, yeryüzü nerede başlıyor? Başka türlü de sorabiliriz: Bedensizleşme nerede bitiyor, bedenleşme nerede başlıyor? Sınırlar giderek muğlaklaştı. Bu değişimde kaybeden, yeryüzü ve bedenleridir. Gerçek ile sanal dünya arasındaki sınırların muğlaklaştığı bir zamanda bırakın sanatı, yaşamın kendisi de işlenip yeniden üretilen verilere indirgenmiştir. Verilerin gölgeleri yoktur. Karanlık veri olmayandır çünkü. Aksine veriler, karanlığı dağıtmak içindir; yaşamı ışıltılı bir yüzeye dönüştürmek için. Veriler çoğaldıkça karanlık erir, yerini ışıklı siber uzaya bırakır: “Işık çizgileri; öbekler ve takım yıldızlar şeklinde düzenlenen veriler. Tıpkı şehrin ışıkları gibi, gitgide uzaklaşan…” (W. Gibson, Neuromancer). Sanal ortamda grafik bir tasarıma dönüştüğünüzde, gölgelerinizi yitirirsiniz. Siber uzaya her girdiğinizde, mahrem verilerinizle karanlığınızı siz aydınlatırsınız çünkü. Gerçek ile sanal arasındaki ayrım muğlaklaştırırken, yaşamlarımız veriler olarak kesinliğin, hesaplanabilirliğin, öngörülebilirliğin düzlemine aktarılıyor. Dijital ortamda yarattığımız personalarımız arzularımızı, hayallerimizi de yansıtıyor. Verilere indirgenen hayallerimiz, ışıklı vitrinlerde sergilenen metalara dönüştü. Gölgelerimizi sattık, şimdi hayallerimizi satın alabiliyoruz; en küçük hareketinizde yitireceğiniz sahte gölgeleriniz.

Dijital ortama yüklediğimiz piksel piksel verilerle, yüksek çözünürlükteki hiperrealist portrelerimizi yarattık; gerçekten daha gerçek. Oysa yeryüzünde dolaşırken peşimizi asla bırakmayan gölgelerimiz ve hareket ettikçe flulaşan portrelerimiz vardı. Gölgelerde, henüz gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesiyle birlikte mevcut şeylerin hiyerarşik düzenini değiştirecek gizil güçler saklı. Gölge, aşırı nitelikli personalarımıza bitişik niteliksiz karanlık bölge; kaos. Gölgelerimiz, henüz edimselleşmemiş niteliklerimizin toplamı. Özneyi gölgesi yaratmıştır. Tarihçi Plinius’un anlattığı figüratif resmin doğuşuna dair hikâye, gölgenin nasıl bir özne hâline getirildiğinin de hikâyesidir. İnsan duvara yansıyan gölgesini, konturlarını çizip duvara sabitlemiş, yüzeyini yine sabit niteliklerle donatarak imgesini yaratmıştır. Kendi imgesine âşık olunca da imgesinin içine kapandı. O günden beri parlak yüzeylerde hep kendi imgesini arayıp durdu ve sonunda hiperrealist imgesini siberuzayın yüzeysel derinliğinde buldu, bir daha da hiç ayrılmadı. Şimdi ışıltılı yüzeylerde, gölgesiz grafik bir biçimdir. Oysa tıpkı gölgesi gibi insanın da bir biçimi yoktur.

Hiç kimse bir diğerinin gölgesi olmadığını fark etmiyor; herkes gölgesini yitirince gölgesizlik norm oldu. Tersine, hâlâ bir gölgesi olanlar, yeryüzüne gölgeleriyle bağlananlar tuhaf karşılanıyor artık. Gölgeler, yerin tüm tarihini ve kuvvetlerini içeriyor. Yeryüzünün kuvvetleriyle biçimlenen ve kuvvetlere bağlı olarak biçim değiştiren insan, parlak bir yüzeye veri olarak transfer edilince geriye gölgesiz yassı figürler kaldı. Fakat hayvanlar her şeyin farkında, gölgesizliğimiz gözlerinden kaçmıyor: “Ne zaman bir hayvana dikkatlice bakarsanız, içinde bir insan olduğu ve sizinle dalga geçtiği hissine kapılırsınız” (Cannetti).