08 Aralık 2018 23:25

Gökyüzü mavi olsun diye kardeşim…

Gökyüzü mavi olsun diye kardeşim…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“…İşim gücüm budur benim,

Gökyüzünü boyarım her sabah.

Hepiniz uykudayken.

Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,

Bilmezsiniz kim diker;

Ben dikerim...”

Orhan Veli

Bir şeyler kendiliğinden halloluyor gibi gelir bazen. Bilmeyiz kim, neden ve nasıl halletmektedir. Ama güzelleşir dünya, çekilir olur, yaşanır olur. Minnettar olmak gerekir ama tam kime bilmek mümkün değil. Yüreği güzel insanlar, deriz en klişe haliyle.

Mahallemizde köpekler zararsızdır, araçlara bile havlamaz, insandan rahatsız olmazlar. Yaralı da görmeyiz hiçbir hayvanı. Bir evsiz amca var, genelde o sahip çıkar. Yağmurda üstlerine naylon gerer, altlarına karton serer, bir yerden yemekler bulur buluşturur. Bizi, mağdur bir sokak köpeğine üzülmekten korur.

Bazen bir uyanırsınız, yıllardır ne yıkılan ne yapılan o yıkık inşaat duvarında kocaman, neşeli bir resim. Kim gelmiş de geceleyin onca uğraşmış bilinmez ama hayat biraz renklenir.

Biri gider kaldırımdaki ağacın gövdesi böceklenmiş diye ilaçlayıverir, diğeri dibine taş döşer ki güzel dursun. Belediye işçisi olmadığı halde sokağı süpürenler vardır, kaplumbağa yavrularını elleriyle suya salıverenler.

Kimisi kötülükle yüzleşince iyiliğin tarafında savaşçı olur, kimisi sanki hep o tarafta savaşmak için doğmuştur.

Kimisi elinden geldiği kadar yapar, kimisi ömrünü vakfeder.

Bazıları da sanar ki çıkarsız iyiliğin ardında muhakkak bir gizli el vardır, sağ gösterip sol vuracaktır. Onların gözleri büyük resmi görmek için ufuklara boş bakarken, dünyayı, çevreyi, insanları dert edenler her gün ileri doğru biraz daha yol alır.

Yaşı tutanlar ’90’lara damgasını vuran Bergama köylülerinin siyanürlü altın madenine karşı olan ve 2000’lere kadar süren efsane direnişini hatırlayacaktır. Bütün bir köy, çevreyi, çocuklarının sağlıklı geleceğe sahip olma hakkını savunmak adına maden ocağı işgalinden, kendilerini Boğaz Köprüsü’ne zincirlemeye kadar, hatta “Devlet bizi saymıyorsa biz de kendimizi saydırmıyoruz” diyerek nüfus sayımını boykota varasıya birçok sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirmişti.

Sosyolog Dr. Baran Alp Uncu, Bergama’daki sivil itaatsizlik üzerine yazdığı tezinde: Türkiye’de ilk defa yerel halkın bir hareketin taşıyıcısı olduğunun, akademisyenler, hukukçular, meslek odaları ve çevre örgütlerini bir araya getiren uluslararası bir dayanışma ağına çevirebildiğinin altını çizer.

Buradan sonra Yırca’daki köylülerin zeytin ağaçlarının kesilmemesi için mücadelesini hatırlayalım, tüm Karadeniz’in bir olduğu, özellikle de Rize Çamlıhemşin’de yükselen direniş ile Danıştayın iptal etmek zorunda kaldığı yeşil yol projesini, Samistal Yaylası’nı savunan 70’indeki teyzeleri, Cerrattepe’de altın madenine karşı halkın bitmeyen nöbetini hatırlayalım. Şu an 700’den fazla kişi ve kurumun katılımı ile Türkiye’nin en büyük davası olmaya devam ediyor.

Tam da bu günlerde Aydın Kızılcaköy, JES’e karşı direnişe geçti. “O jeotermali yaptırmayacağız, çocuklarımızın geleceğini çaldırmayacağız, gerekirse kepçelerin önüne yatacağız” diyorlar. Emniyet güçleri biber gazı ile dağıtmaya çalışıyor ancak köylüler geri adım atmıyorlar. Vali yardımcısı ise “Biber gazından bir şey olmaz, farz et ben verdim emri, ne olacak?” diyor. Biber gazının zararını anlatamadığımız muktedire; köylüsü, aktivisti, akademisyeni iklim değişikliğinin etkilerini, sürdürülebilir enerjinin önemini, suyun değerini, oksijenin bedelini anlatmaya çalışıyoruz.

Greenpeace düzenli e-posta ile bilgilendirme yapıyor bağışçılarına. Her birinde ayrı şaşırıyorum. Kasımda gelen e-maili yazan Greenpeace’in Esperenza gemisinde, 21 ülkeden gelen 33 mürettabattan biri olan Yakup’tu. Yağmur ormanlarını korumak için, söz verilen önlemleri almayan Wilmar’ın gemisini Cebelitarık’ta yakalayıp gemiye çıktıklarını, mürettebat tarafından alıkonulduklarını, takibi bırakmayıp gemi güzergah değiştirene kadar da arkadaşlarının 0 derecede 8 saat su üzerinde bir botta takipte kaldıklarını anlatıyordu.

Yolda durdurup “Bağışçı olmak ister misiniz?” diye soran çocuklara, bazı insanlar “hayır” derken gülümsemeyi bile ihmal ederken, onları umursamadan donma tehlikesini göze alıp birileri yağmur ormanları peşinde koşturuyordu. Geçen hafta pazar yerlerinde arıları neden korumamız gerektiğini anlatıyorlardı. Bu hafta konu kömürdü.

Maden, ülkemizin en karanlık hikayelerini taşıyor. Ne Soma’yı unutmak mümkün ne de Ermenek’i. Peki uğruna bunca can verilen kömür ne kadar hayati? Bizim kömürümüz zaten yakıt değeri düşük, kirli bir kömür. Termik santraller ise bulunduğu alana tarımdan hayvancılığa, insan sağlığına varan zararla geliyor. Maden kadar lafı geçmese de termik santraller de iş kazalarında çok can alıyor. Daha geçtiğimiz birkaç ayda Yatağan Termik Santraline kömür taşıyan iletim bandı çöktü, 2 ölü 10 yaralı, ÇAN 2 Termik Santralinde yangın ve patlama, ÇAN 18 Mart Termik Santralinde patlama, 1 ölü. Bunlar sadece 2 ayda oldu.

Kömürün verdiği zarar, www.komurungercekbedeli.org sitesinden detaylı incelenebilir.

İspanya 2018 sonuna kadar ülkedeki kömür madenlerini kapatıyor. Mottosu “Geride kimseyi bırakma” olan adil geçişle maden bölgelerinde yaşayan halk için çevresel restorasyon, kömür dışı sektörü istihdam için ailelerin rehabilitasyonu ve kalifikasyon eğitimi gibi harcamaları karşılayacak.

Yani aslında isteyince oluyor.

Şu an bizim kendi gündemimizden duyamadığımız, Avrupa’nın ise heyecanla beklediği bir dava var: Halkların İklim Davası.

Pek çok ulustan iklim değişikliğinin direkt mağduru olan aile, Avrupa Birliğine dava açtı. Ailelere Climate Action Network (CAN) Europe, düşünce kuruluşu Climate Analytics, birçok sivil toplum kuruluşu, bilim insanı ve yurttaş ile birlikte Türkiye’den TEMA Vakfı ve İklim Ağı gibi önde gelen çevre ve iklim örgütleri destek veriyor. Örneğin, Alman bir aile, Kuzey Denizi’ndeki deniz seviyesi yükseldiği için, Fransız aile iklim değişimi sebebiyle lavanta hasatları yüzde 44 düştüğü için, İsveç’teki Saami’ler ise ren geyiklerinin soyu tükenirse kültürleri de tükeneceği için “Bütün bunlar bizim yüzümüzden olmadı, geleceğimizi korumak AB’nin görevi, yüksek sera gazı emisyonu seviyelerine izin verilmesini ve mevcut 2030 iklim hedeflerinin yetersiz olması onların sorunu ve suçu” diyorlar. Bu davanın önemi, ilk kez böyle bir davanın AB mahkemesinde kabul edilmiş olması.

Biz gündelik hayatlarımızda, her gün hassas terazide demokrasi tartıyoruz, ne kadar kaldı diye, soruşturma dosyalarına uyanıyoruz, içerisi gün geçtikçe kalabalıklaşıyor, dışarısı ise tutsaklaşıyor. Bu arada hızla ağaçlar kesiliyor, dereler kuruyor, oksijen bitiyor, iklimi tanımakta zorlanıyoruz ve laf arasında “Bu kış çok soğuk olacakmış, bu yaz yağmur çok yağdı, yandık, donduk” cümleleri dışında sıra gelip de konuşamıyoruz. Ta ki bir köy, JES’e, HES’e, kepçelere kazan kaldırana dek.

Kardeşim bir iklim değişikliği aktivisti. İşi gücü budur yıllardır, siz uyanıp baktığınızda gökyüzü mavi olsun diye boyamaya çalışanlardan biridir. Şimdilerde Halkların İklim Davası için çalışıyor. Şu an BM toplantısında çocuklarım için hak arıyor. Kendi çocuğu ve hepimizin çocukları için. “Ülke böyle giderse çocuğu yurt dışında okuturum” diyen herkesi de uyarmak isterim. Kaynaklar sadece tek bir ülkede tükenmiyor. Oksijen ortak, eriyen kutuplar dünyaya ait.

Kardeşi olan, kardeşi ile dertleşip gülüşmenin anlamını, kıymetini bilir. Ben her günümü onu özleyerek geçiriyorum. İçimde sürekli büyüyen bir hasret. Çünkü ÇED raporlarıyla, derelerle, dağlarla, ağaçlarla uğraşmak üzere Karadeniz’in dağlarında, Muğla’nın köylerinde, Avrupa’nın meydanlarında yürüyüşlerde geçiyordu ömrü. Şimdi Katowice’de dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla iklim değişikliğini durdurmak için tartışıyor.

Bugün kardeşimin doğum günü. Buradan oraya ne bir çiçek gider ne de bir hediye minnetimi anlatabilir. İyi ki doğdun demek istedim, bir köşem var, elimden ancak buradan haykırmak geliyor.

Sadece bana bir can olduğun için değil, hepimizin derdini onca yıldır sırtlandığın ve vazgeçmeden uğraştığın için iyi ki doğdun, iyi ki varsın.

Nefesimizi uzatmaya çalıştığın bunca yıllık emeklerin için teşekkür ederim. Deniz yırtılıyor kimi zaman, sen dikebilirsin biliyorum, seninle gurur duyuyorum kardeşim.

Ve demem o ki, bunaldıysanız siyasetin seyircisi olmaktan, sıkıldıysanız olan bitene bakakalmaktan belki bir STK’de çevreye tutunmak istersiniz. Bir fidan dikmek bile iyi hissettirir. Çocuk yapmak kadar geleceğini düşünmek de elzemdir.

Derin ve temiz bir nefes alacağınız, sevdiklerinizle bir arada, hasretsiz pazarlar dilerim.

PS: Hamileliğin son düzlüğünde olmasına rağmen, bu bilgileri benimle paylaşabilmek, sorularımı yanıtlayabilmek için beni kırmayıp bana vakit ayıran CAN Europe’tan Elif Güzdüzyeli’ye çok teşekkür ederim. Göğü boyayanlardan biri de odur.

Uzun uzun güzel insanları anlattım yazının başında. Görmediğimizi görüp kurtarmaya çalışanları. Bir kaplumbağayı kurtarabilmek için hayatını veren Kemal Divrikli’yi de buradan anmak istedim. Onların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya. Devridaim olsun.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa