04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Geyikli Gece’yi kim kurtaracak?

Gözen Esmer

Gözen Esmer

Site Yazarı

A+ A-

“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar”

Adına “post truth”, “hakikat ötesi” ya da “sahte gerçeklik” dedikleri çağımızdaki ideolojik hegomonyaya yakışacak en iyi sıfatlardan birisi belki de naylon sözcüğüdür.

Şiirin devamında geyikli geceyi bulduktan sonra korkulacak bir şeyin olmadığını da söylüyor Turgut Uyar. Çünkü O, yalnızca “göğe bakmıyordu”; “görüyordu beş on bin birden” yerin altını da.

Çağın böyle oluşu ya da bu çağda tez, anti tez, sentezin yerine saygıyla anılması zorunlu olan bilinçsiz duyarlılıkların ve modern kutsalların el üstünde tutulması bir tür beyin humması yaşatıyor insana.

Gelecek kipinde yaşayan Tahsin Yücel bu yüzden “Peygamberin Son Beş Günü”nde soruyor:

“Bu ne biçim memleket bunlar ne biçim insanlar?

Her şey tersine mi dönüyor?

Tarih geriye doğru mu ilerliyor?”

Yüzeyselleşme ve çarpıklaşma çağında bu sorular daha da önemli hale geliyor. Çünkü Peygamber’in serzenişle söyledikleri bir çözümü de işaret ediyor.

Tahsin Yücel, sonradan “Peygamber” lakabını alan ve uzlaşmaz bir Marksçı olan Rahmi Sönmez’in merkezinden bir Türkiye çiziyor. Elbette manzaralarla yetinmiyor ve Türkiye’nin “Küçük Amerika“ sürecini anlatırken “sol ideallerle” ve kopuşlarla da yüzleşiyor.

“Gerçek proleter olmak herkesin harcı değil” sözü tam da bu idealizmi yıkmak üzere romanda yer alıyor.

Bunu birkaç noktadan yapıyor Tahsin Yücel. İlkin devrimci olabilme ölçütleriyle başlıyor.

40 kuşağında 141 ve 142.maddeden hapis yatmak olan bu “ölçüt” 1970’lerde çok adam öldürerek kendini kanıtlamaya dönüşüyor. Rahmi Sönmez bütün arkadaşlarının hapis yatmasına karşın tutuklanmıyor, soruşturulmuyor. Hatta bu dönemde tahta bavulunu hazırlıyor şair ve tutuklanmamış olmanın hüznüyle yaşıyor.

Romandaki şu konuşma tam da bu dönemi ifade ediyor aslında. “Onlar hep kendilerine yapılanlarla büyüdüler, oysa sen kendi yaptıklarınla büyüksün, büyükbaba”

İkinci dönemde ise yani silahlı devrimin “ölçüt” olduğu dönemde, Rahmi Sönmez anarşi ve yıldırı eylemlerini, devrim öncesi yıkılış süreci olarak yorumluyor. Çifte tabancası ve Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabıyla Kurtalan Ekspresi’ne biniyor. Hedef kırlardan İstanbul’a yani Üsküdar’a yürümek.

“O YAMAN DEVRİMCİLER EN GÜZEL ARABALAR BİNİP GİTTİLER”

Akla “Peki neden Beyoğlu değil?” sorusu da gelmiyor değil. Demek ki yazar şekilciliğini ve idealistliğini eleştirdiği Rahmi Sönmez’i yine de bir yere koyuyor. Batı’ya değil Anadolu’ya.Çünkü bütün tutuculuğuna karşın Rahmi Sönmez devrimcilikle anarşist ve yıldırıcı eylemleri birbirinden ayırmaya çalışıyor. Burada devrimci ozanın ileri yönleri kendisini gösteriyor.

Yine de ozan başarısız silahlanma girişimiyle bu çabayı boşa çıkarıyor. Silahlı devrim fikrine kuşak meselesi olduğunu düşünerek yani kendi babasından ileri doğmamış torunundan geri bir sıra neferi olarak meylediyor. Rahmi Sönmez silahlı devrim fikrinin felsefesini şöyle açıklıyor: “lümpenliğe lümpenlikle, bilgisizliğe bilgisizlikle karşı koymak..”

Fakat hayat yine onu yanlışlıyor. Rahmi Sönmez, “silahlı devrim” için kitaplarını sattıktan sonra bindiği Kurtalan Ekspresi’nde bambaşka bir manzara görüyor. Hiçbir şeyin Nâzım’ın dizelerinde olduğu gibi kalmadığını anlıyor aslında. Pendik katarı, Haydarpaşa sonra “kenterleşmiş proleterya”….

Takkeli adamlar, pişmaniyeciler, Ford marka arabalardan, arsadan, ihaleden söz eden insanlar…

Sonra bir dönemin filozofu Matrakçı Maruf’un en önde gelen bar işletmecilerinden biri olması…

Sonra Marlboro sigaraları, kovboy filmleri….

Peygamber neden kovboyları desteklediğini düşünüyor bir an.

Tren gıcırtıları Mehmetçik Mehmet hecelerine uymuyor sonra, bunu düşünüyor şair.

Ve bir yandan “silahlı mücadele” fikrininin daha doğrusu yakın arkadaşı Fehmi Gülmez’in deyimiyle “ayak takımının ayaktakımını öldürmesine” karşı çıkıyor.

Kendi iz düşümü olan Nâzım’ın hayaline şunu söylüyor Peygamber:”Evet bu Marksçı devrim olmaktan çıkıyor, anarşi ve yıldırı oluyor. Oysa tarih ilerliyorsa, bunun böyle olmaması gerekir.”

Romanda dönekliğin kısa tarihini de görüyoruz. Bütün her şeyden sonra o “güzel insanlar” yeni efendilerine kapılanıyorlar:

“Dergilerden, kitaplardan, söylevlerden, gazetelerden bildiğimiz bütün o devrimciler neredeler?

-Kestirmeden söyleyeyim sana;o yaman devrimciler, o mangalda kül bırakmayan kuramcılar en güzel arabalara binip gittiler

-Rahmi, oğlum arabaları nereden çıkardın şimdi? Ne demek istiyorsun?

-Çokları yeni efendilere bağlandı, bağlanmayanları da öldü ya da içerde”

Nâzım’ın hayaliyle yaptığı konuşmada bahsettiğimiz anlayışın ütopyasının "Küçük Amerika" olduğunu gösteriyor bize Rahmi Sönmez:

“Bu gördüğün yer başlangıç noktası, ileride beton villaları ve yetmiş yedi kat iş hanlarıyla küçük Amerika var.Küçük Amerika da, biliyorsun bizim en büyük düşümüz.Diyeceğim burası yeryüzü cennetinin yalnızca küçük bir köşesi, büyükbaba.”