Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2509.35
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Şubat 2021

Gençleri bilime heveslendirmeliyiz

11. yüzyılda, 27 yaşındaki Biruni ile 18 yaşındaki İbn-i Sina mektup aracılığıyla ışık hızını tartışıyordu. Sonra Biruni, Galileo'dan 600 sene önce Dünyamızın küreye benzediğini ve döndüğünü yaptığı bilimsel araştırmalar sonucu bulan ilk kişi olarak tarihe geçiyor.

Kristof Kolomb’tan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya’nın varlığından ilk defa söz eden de odur. Newton'dan 700 sene önce yerçekimi kanunundan da bahseden odur.

İbn-i Sina ise 16 yaşında başladığını tıp eğitimini iki yıl gibi kısa bir sürede tamamlayarak Pastör’den 1000 yıl önce mikrop fikrini ortaya atan ilk hekimdir.

El-Kanun fi't-Tıb adlı eseri 700 yüzyıl Batı'da ders kitabı olarak okutulmuş ve birçok kez Latinceye çevirisi yapılmıştır.

Atomla ilgili ilk bilimsel çalışmayı, John Dalton’dan ve Einstein’den 1200 yıl önce yaşamış olan Müslüman bilim adamlarımızdan Cabir bin Hayyan yapmıştır. Keza klonlama fikri de ona aittir.

El Kindi bundan tam 1200 yıl önce, “Bütün varlıklar ve varlığın fiziki olayları izafidir. Yani görecelidir. Zaman, mekan, hareket, birbirlerinden bağımsız değildirler. Aksine bunların hepsi birbirine bağlı izafi olaylardır” diyor.

James Watt’ın buhar motorunu keşfetmesi Sanayi Devrimi’nin başlangıcı olarak kabul edilir. Ancak suyun yukarı doğru çıkmasını sağlamak amacıyla geliştirilen bu sistemi ilk bulan El Cezeri idi.

Büyük Fransız cerrahı Pare'ye büyük ün kazandıran ve 1552 yılında ilk kez onun tarafından yapıldığı sanılan büyük damarların bağlanmasını, aslında ondan 600 yıl kadar önce yapan hekim Zehravi idi.

Okullarda Pascal Üçgeni Fransız matematikçi Blaise Pascal’ın soyadıyla olarak öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturuldu.

Bugünkü teknolojinin ve bilgisayar programcılığının ve algoritmanın babası bundan 1200 yıl önce yaşamış olan Harezmi’dir. Kaldı ki Harizmi isminin Latince karşılığı algoritmadan gelmektedir.

Dünyadaki ilk üniversite kabul edilen Karaviyyin Üniversitesi’ni 859 yılında kuran Fatma el-Fihri adında Müslüman bir kadındı.

Hezârfen Ahmed Çelebi ilk uçuşunu gerçekleştirdiğinde 23 yaşındaydı.

Bugün Batı dünyası, tarihe damgasını vuran tüm bilimsel gelişmeleri kendine mal ederek bu icatların tarihini 14. ve 15.yüzyıla dayandırsa da gerçek bundan farklıdır.

9. ve 13. yüzyıllarda bu topraklarda bilimin, düşüncenin, sanatın ve mimarinin zirve yaptığını görüyoruz. Gencecik bilim adamları tarihin akışını değiştirecek büyük buluşlara imza attılar.

Bu bilim adamlarımız kurumsal, tek merkezden kumanda edilen, zorunlu ve ücretsiz eğitim kurumlarından mezun olmadılar. Bugünkü anlamda diplomaları da yoktu.

İlim neredeyse oraya gidip bal arıları gibi her yerden bal topladılar kovanlarına… Bu topraklarda doğup büyüdüler ve çalışmalarını burada yaptılar.

Bu denli bilime aşık, zeki insanların torunlarına bugün reva görülen eğitim ise içler acısıdır. Bugünün çocukları hiç hak etmedikleri bir eğitim sistemine mahkûm edildiler.

1819 yılında dünyada ilk defa savaştan (Jena Savaşı) yenilmiş ve çaresiz kalmış bir devlet(Prusya) tarafından hayata geçirilen zorunlu eğitim elbisesi bize de giydirilince olanlar oldu.

Bugün kendi tarihinde üretilen bilimsel gelişmelerden habersiz, düşünme melekeleri zayıflamış tamamen resmi ideolojiye odaklı, itaatkar, birbirinin aynısı düşünen nesiller yetiştirmeyi hedefleyen Batıcı, batırıcı bir eğitim sisteminin kıskacı altındayız.

Oysa bu çocuklar günümüz teknolojisinin kökeninde atalarının olduklarını öğrenseler ve onlardan ilham alarak bilime heveslendirilseler daha iyi olmaz mıydı? Peki, bu neden yapılmıyor?

Bilindiği gibi Türkiye’de “millî eğitimi” Cumhuriyet dönemi boyunca tek parti ideolojisi şekillendirmiştir. Eğitim kurumları resmî ideolojinin yeniden üretim merkezleri olarak kurgulanmış ve CHP’nin altı oku, yasa ve yönetmeliklerle eğitimin tüm unsurlarına sirayet ettirilmiştir.

Resmi ideolojinin içselleştirilmesi için eğitimin her şeyden evvel pozitivist bir nitelikte olması gerekiyordu. Dolayısıyla bu hedefe zarar verecek herhangi bir aykırılığa asla müsaade edilmedi.

Tamam, 19.yüzyılın düşünsel iklimi farklıydı. Türkiye de bu rüzgâra kapıldı. Ancak bugün 2021 dünyasında yaşamaktayız ve ben çok basit bir soru soracağım;

Türkiye, neden o dönemin koşullarına göre dizayn edilmiş bir eğitim sistemini yürütmekte ısrarcı davranıyor?