Oturduğu yerde ahkâm kesen, hayalen cihad meydanlarında koşan o kadar çok insan var ki.
Ucuz iş bunlar, acizlik. Üretim yok, kımıldanma yok, ümit yok; bağdaş kurmuş, kımıldanmaya mecali yok, yüksek perdeden konuşarak kendi kendine asıyor, kesiyor; birilerini kâfir ilân ediyor; birilerine kahrediyor, bedduâ ediyor; etiketliyor ve sonunda konuşmaktan yoruluyor, bitkin düşüyor. Gafletin yağması bu. Oysa tembelliğe, fakirliğe, ahlâksızlığa, acizliğe, korkaklığa, cesaretsizliğe, ümitsizliğe, şevksizliğe, sabırsızlığa kahretmek gerekmez mi?
Bediüzzaman, Müslümanların üzerlerine farz vazife olan ‘Allah’ın ismini âleme yayma’yı bile, maddeten terakki ile birlikte değerlendiriyor. Yani fakir, fukara, ürkek, korkak, cesaretsiz, hamiyetsiz, tembel, yüreksiz, çaresiz, ümitsiz bir insandan ne beklenir ki. ‘Allah kahretsin’ dediğin insanların arabalarına biniyorsan, ilâçlarını kullanıyorsan, silâhlarını alıyorsan, ‘Allah u ekber’ dediğin ses cihazını onlara borçluysan bu bedduânın anlamı nedir?
Allah’ın kâinata koyduğu kanunları tanımayan, bilmeyen ve o kanunlar çerçevesinde adım atıp kendini geliştirmeyen bir insan, yaratılış gayesinden bîhaber değil midir? Böyle bir insanın Müslüman kimliği ne anlam ifade eder?
Müslümanlık bir liyakat değil midir? Müslüman olup, gayr-i müslim sıfatlarla, gayr-i müslim olup, müslim vasıflarla yaşayanlar yok mu? Müslim sıfatlar kimde ise, Müslümanlığa yakın olanlar onlar değil midir? Müslümanlığın lâzımı olan Allah’ın nimetlerine kim/kimler yol açarsa, Allah’ın nimetlerine kavuşacaklar onlar değil midir? Bediüzzaman, Şark’taki aşaire, ‘Sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır.’ demiyor mu? Eğer yol açmazsanız onun cemaline nail olmanız yüz yıl gecikecektir demiyor mu? O zaman bütün güzelliklerin kaynağı olan meşrûtiyetin gelmesi için çalışmak, cesaret, ilim, gayret, duâ, şevk, ümit, sabır lâzım değil midir?
Bediüzzaman, Müslümanlara, İslâmiyet, hakikî medeniyettir. İslâmiyet, bizim İslâmiyetle örtüşmeyen kötü ahlâkımızdan darılmış ve bizi bırakıp, mazi taraflarına dönmüş, gidiyor diyerek, ‘beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa, sahrâ-yı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir.’ diye sesleniyor. Ve ‘Medeniyet-i hakikiyeye girmekle i’lâ-yı kelimetullah edilebilir.’ derken ‘hakikî medeniyet’ten neyi kastediyor acaba?