26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fikrimi söylüyorum:

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Denmedi demeyin, bir de ben söyleyeyim. Önümüzdeki en kritik ahlaki, siyasi, ideolojik, kültürel ve fikri seçim sorusu şu aslında: iki kere iki her zaman her koşulda ve durumda dört eder mi? Etmez ise aslında kaç eder ve o zaman kuru kafalı bir matematiksel oy oranı, bazı olağan dışı kırılma dönemlerinde ve tarihsel koşullarda öyle tek başına bir siyasi fikri, bir insanı, bir aileyi ya da bir ulusu kurtarabilir mi dersiniz?
Böyle bir soruyu neden soruyorum derseniz şundan derim: şunun şurasında 31 Mart yerel seçimlerine iki haftadan az bir zaman kaldığı halde aslında ne oluyor ya da olmuyor, olamıyor bir türlü? Seçim kapıda ama ne var ki öyle bir siyasi ekonomik ahlaki kültürel bir süreçten geçiliyor ki görüldüğü kadarıyla kemikleşmiş diye ifade edilen “taraftar” taşlaşmış parti oyları da dahil seçmen henüz yeterince gönülden ikna edilebilmiş değil. Büyük bir fikri ideolojik donuklaşmayla karşı karşıya Türkiye. Hani cep telefonlarımız bazen çekmeyince sesler gider gelir ya da görüntüler donup kalır ya tıpkı öyle: duyamayız, göremeyiz, gördüğümüzü de yamulmuş, deforme olmuş ve flu olarak görebiliriz ancak. Şimdi seçim öncesi tam da öyle bir durumdayız hep birlikte.
Hatta daha da ileri gitmekten kaçınmayalım derim: o taşıma miting meydanlarındaki alkışçı mitingciler, partici taksi şoförleri, köylerdeki, kenar semtlerdeki bildik partici taraftar kahvehaneleri, afişleme, bayraklama, hatta maaşlı öfkelenme militanları da dahil çoğu insan kendi yandaşı gördüğü taraf da dahil acil ekonomik, siyasi, toplumsal konularda henüz gönülden bir inandırıcılık, gelecek vizyonu, siyasi ideolojik tavır anlamında yeterince ikna edici bir inanca, güvene, yaratıcı bir gelecek umuduna sokulabilmiş değil. Bu durum ister istemez her iki cephede de büyük bir belirsizliğe, umutsuzluğa, karamsarlığa yol açmış durumda. Bunu tarafların kendileri de konuşuyorlar kapalı kapılar ardında ve her yerde.
Kimse kusura bakmasın; çünkü öne sürülen her iki ittifak da sanki Türkiye’nin önüne neredeyse giderek taşlaşmış, artık neredeyse büyük bir yaraya dönüşmüş “ölümlerden ölüm beğen” türü iflah olmaz bir seçme - seçilme dayatması sunuyorlar desem abartmış sayılmam.
Sözüm ona uyanık ve haklı herkes, her bakış, her tercih her şey her durumda sanki ikiye bölünmüş gibi görünse de aslında Türkiye, ulus olarak yakın tarihinde pek görülmedik bir ideolojik kargaşaya boğulmuş büyük bir kaosun tozları arasında bazen görünüyor bazen hiç görünmez bir halde kıvranıp duruyor. Aslında ister ittifakların adları, ister ait göstermeye çalıştıkları merkez kavramlar (Cumhuriyet, Millet) bağlamlarında, ister gerçekten de inanılıyormuş gibi yapay bir edayla oluşturulmuş inançsız parti programlarının tutkulu birer ulusal zemin olup olmadığı anlamında ittifaklar arası zorlama bir seçim gönülsüzlüğü söz konusu artık.
İttifaklarla seçime girilmesi için elbette birçok gerekçe söz konusu fakat ne var ki bu tür gerçeklik karşıtı ittifaklar politikası bir yandan da asıl doğru politika, program ve dil gerçeklikten koparıldığında aslında iki ittifak da giderek korktukları şeye doğru evrilirler farkına bile varmadan. Hele hele bu sistem partileri arası bir kamplaşmaysa vay ülkenin haline? Çünkü bundan da önemlisi bu aynı zamanda Türkiye’nin de aynı kötü geleceğe evrilmesi demektir sonuçta.
Keşke sonuç ne çıkarsa çıksın hem bizler hem de her iki sözde ittifak da sonuçtan ve geliyor olan geleceğe hazır olmuş ve onun getirdiklerine karşı durabilir, çözümler getirebilir ve bunun sonuçlarından da kendileri de yeterince emin ve memnun olabilir bir pozisyonda olabilselerdi?
Çünkü aslında sağlam olmayan şeylerle birbirine yapıştırılmış gibi duran iktidardaki “Cumhur İttifakı”, adını kullandığı “cumhuriyet” ile sözüm ona bu duruma karşı çıkıyormuş gibi gösterilmeye çalışılan hem kurgusal ve o yüzden de yapay, hem hangi gerekçelerle olursa olsun diğerinin geldiği şaibeli ilişkilere angaje “Millet İttifakı” ise “millet” kavramıyla hem samimiyetsiz hem de çatışmalı bir ilişki içerisinde. Bunlar öyle bir siyasi, ideolojik samimiyetsizlik ve yapaylık ki, sadece kendi geleceklerini değil Türkiye’nin de önünü karartıyorlar giderek.
Artık öyle bir noktaya gelindi ki hangi ittifak kazanırsa kazansın ya da kaybetsin seçimin hemen ertesi gününden itibaren bunun bedelinin çok ağır olacağı çok açık.
Çünkü buna bir tür “siyasi çıkmaz ya da tıkanma” ya da bir tür sistem siyasi partileri statükosu da denilebilir. Fakat inanın bütün bu tanımlamalar her durumda da hafif kalacaktır. İşte bu yüzden “ölümlerden ölüm beğen” pozisyonu diyorum ben bu duruma.
Bu bir ülkenin siyasi iradesi siyasi partilerinin kendi kör kararları ve seçimleriyle kendi ulus iradesine geçirdikleri prangadan başka bir şey değil aslında? Elbette sözde muhalif gibi görünenlerin öne sürdükleri gibi bunun bir yerinden kırılıp parçalanması gerekiyor. Fakat nasıl ve neresinden ve hangi argümanlarla hangisinin kazanıp kazanmayacağı saplantısına takılıp kalınmadan gerçekleşmesi gerekiyor bunun.
Çünkü sözüm ona seçimin adı “yerel” fakat aslında “genel” bir seçim bile değil girilen kof maraton, neredeyse tam anlamıyla hem bölgesel hem de orada at oynatmada dahi artık donuklaşmış politikaları, projeleri ve askeri silahlı güçleriyle iki ittifaka farklı programlarla karşılıklı misyonlar yükledikleri “küresel” bir seçim bana kalırsa. O yüzden de cephe cepheye getirilmiş gibi gösterilen her iki ittifakın her argümanı, her tercihi ya da siyasi ideolojik içerikli program olmayan programları da tam bir kaos içinde ve her şey şaşırtıcı bir biçimde birbirinin içine geçmiş durumda aslında.
Çünkü her ne kadar tepedeki birkaç parti ve onların tepelerindeki isimler üzerinden zorlama bir kamplaştırma / taraflaştırma (her iki ittifak da birlikte) söz konusu olsa da asıl iç kamplaşma taraflaşma bu partilerin tabanlarındaki vatan ve gelecek kaygısında. O büyük hayati suda karşı tabanlar dahi ister istemez birbirinin içine geçmiş, gelecek endişesi gönüllerine ve akıllarına kadar sarkmış durumda. Yani geleneksel CHP seçmen profilleri bir yandan sözde muhalif göründüğü AKP’ye, öte yandan ittifak kardeşleri İyi Parti’ye ve HDP’ye; islamcı sağcı seçmen profilleri ise CHP’ye ya da diğer sol siyasetlere doğru... Hani “at izi it izine karışmış” derler ya aynen öyle.
Öyle ki bu durum, yerel yönetime aday gösterilen ittifak adayları isimler bazında da böyle kanımca. Adayların ait oldukları siyasi geçmişlerine bakılırsa bu yeterince görülebilecektir zaten. Hele hele aday gösterilmeyenlerin yaptıkları siyasi ataklara bakıldığında da ne demeye çalıştığım çok daha yakından görülecektir kanısındayım.
Ne olduğunu seçim ertesinin ikinci gününde konuşmak üzere...