07 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fetö’yle Mücadeleye Farklı Bir Yaklaşım: Öneriler

Şahin Filiz

Şahin Filiz

Eski Yazar

A+ A-

“Cemaat, Tarikat ve Kadın, Saykitap, İstanbul 2016 adlı kitabımda cemaatlerin ve tarikatların yapıları, doğaları ve örgütsel ilişkilerini ayrıntılı olarak yazmıştım. Aynı konuları ele alacak değilim. Fethullahçı terör örgütünü de ele almayacağım. Üzerinde duracağım konu, Fetö ile mücadelenin seyrinde karşılaştığımız sorunlar ve çözüm önerileri olacaktır.

Fetö, tek tek fethullahçı bireylerden oluşan bir topluluk olmaktan çok, postmodern dinci bir terör örgütüdür. Bu gerçek hepimiz tarafından biliniyor. Postmodern bir örgüttür, çünkü modernizm sonrası bilim, sanat, siyaset, ahlak, askeriye ve tıbbiyenin yeni bir kombinezonla biçimlendiği; bu kombinezon doğrultusunda örgütün dinsel söylemlerini belirlediği dönemi anlatan bir kavramdır postmodern dincilik.

Hemen belirteyim, devlet aygıtının denetimi dışında, İslam dininin temel ilkelerini silikleştiren bir hareket olan dincilik, ilk olarak İmam-Hatip Liseleri’ni hedef almıştır. Bu yeni bir olgu değildir. Bazılarımız, “İmam-Hatipler çoğalıyor, dincilik, yobazlık aldı başını gidiyor” nakaratının eskiden beri geçerli olduğunu düşünebilir. Ben kişisel olarak böyle düşünmüyorum. Bir İmam-hatipli olduğum için değil, aynı zamanda bu okulların yasal, devlet denetiminde ve halkın rağbet gösterdiği din eğitim ve öğretimi veren resmi kurumlar olduğu için böyle düşünüyorum.

Bu yaklaşımım, öznel ya da bencil bir tutum değildir. Bakınız, Fetö ve bilumum dinci örgütler, 1950’den beri güçlenmekte ve semirmektedir. Fetö bağlamında düşünürsek, bu örgüt resmi kayıtlara bakılırsa 1980’den beri başta askeriye olmak üzere devletin her organında yuvalanmış, örgütlenmiş ve Türkiye Cumhuriyet1 kafa tutar düzeye gelmiştir. 1980’den beri Türkiye’de muhafazakar, solcu, milliyetçi, sosyal demokrat, ortanın solu vs. her ideolojinin temsil edildiği bir çok hükümet kurulmuş; ancak şimdiye kadar bunlardan hiç biri, askeri okullara İmam-hatip lisesi mezunlarının da alınmasını, hiç olmazsa sınavlarına girme hakkı bulunduğunu, bunun anayasal bir hak olduğunu aklına bile getirmemiştir. Bırakın aklına getirmeyi, askeri okulların kapısı her zaman bu fakir Anadolu insanlarının çocuklarına kapalı tutulmuştur. Dahasını söyleyeyim. Dincilik, yobazlık, gericilik ve şeriatçılık gibi suçlamalar, her dönemde askeri okullara rahatça sızan, sızdırılan Fetö ve diğer cemaat mensuplarına değil, işte bu okullarda okuyan halk çocuklarına yöneltilmiştir. Aynı nakaratı sürekli yineleyenlere bu gün de rastlamaktayız.

Eğri oturup doğru konuşalım: Fetö, yalnız AKP’nin sorunu, vebali değil, bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün sağ, sol ve bilumum farklı ideolojideki hükümetlerin ortak sorunu, ortak vebalidir. Fetö operasyonlarının başladığı 2013’e kadar bütün hükümetler, bu sinsi militanların devletin kılcal damarlarına dek sızmalarına ya göz yummuşlar ya da bizzat onları kendi elleriyle yerleştirmişlerdir. Ortak noktalarından birisi budur. Ama ikinci ortak noktaları daha vahimdir: askeri okulların kapısını Fethullahçı dinci terör örgütüne ardına dek açan bu hükümetler, devletin resmi, yasal ve meşru İmam-hatip okullarına bu devlet kapısını kapatmışlardır. Daha düne kadar dincilik ve yobazlık bu okulların sırtına kambur gibi yüklenirken, dindarlık, çağdaşlık, evrensel Müslümanlık gibi övücü nitelikler Fetö ve benzeri dinci örgütlere layık görülmüştür.

İmam-Hatipler, Fethullahçılar ya da başka dinci cemaatler kadar sevilmedi. Hatta horlandılar. En ateistinden en muhafazakarına ya da milliyetçisine kadar hemen herkes bu okulları eleştirdi, küçük gördü, aşağıladı, dışladı. Onlarca yıldır dinci örgütlerle milletvekilliği pazarlığı yapanlar, özellikle Fethullah haininin yakınında bulunmak için her türlü kutsalını çiğnemekten çekinmeyenler, konu, yoksul Anadolu Türk halkının İmam-hatipli çocuklarına gelince, aslan kesilip “doğru din, sağlıklı İslam”dan dem vurdular. Tanrı aşkına, Fetö’nün emperyalistlerin emrindeki eğitim-öğretim programlarına övgüler düzenler, İmam-Hatiplerdeki eğitim-öğretim programlarına neden ilgisiz kalmışlardır? Bu hükümet için bir olumlu bir de olumsuz bir eleştiri getireyim: Önce olumsuzunu söyleyeyim: İmam-Hatiplerin sayısını intikam duyguları ile hareket ederek abartmayın. İçeriğine bakın. Eğitim-öğretim kalitesini nasıl yükseltebiliriz sorunun yanıtını arayın, yoksa her okulu İmam-hatip’e dönüştürmeye çalışmak, başta din eğitim-öğretimin sağlıklı bir şekilde yapılmasına ket vurur. Olumlu olanına gelince: Dinciliğin ve gericiliğin, Fetö’nün sıfatı olduğunu, bu gün verilen mücadeleyle kanıtlamış olmasıdır. Ve en önemlisi, 2013’e kadar birlikte hareket etmiş olmasına rağmen, 50 yıldır yapılması beklenen ciddi operasyonu yapmaya girişmiş olmasıdır. Bu önemsiz görülemez. AKP’yi, ilk zamanlarda Fethullahla birlikte olmakla eleştirmek için, son elli yıldır Fethullah’a yaranmak uğruna yarışanların, önce bunun hesabını vermiş olmaları gerekir. Hesabı verilmemiş bir Fetö karşıtlığı, Fetö yandaşlığına dönüşme tehlikesini her zaman bünyesinde taşıyabilir.

Bu mücadele, yalnız AKP’nin değil, tüm Türk milletinin mücadelesi olarak görülmelidir. Fetö ile savaşmak, AKP’nin ekmeğine yağ sürer gibi ilkel ve kısır bir mantık, tersinden Fetöye entegre olmanın yolunu açar.

Bence bu, neredeyse 50 yıllık bir Fetö etkisinin sonuçlarıdır. Fetö, Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine 15 Temmuz’da silahlı darbe yapmasaydı, soldan sağdan pek çok kesim, yine İHL düşmanlığına, Fetö yağdanlığına devam edecekti. Doğru değil mi?

Şunu belirteyim: Ben İmam-hatip Liseleri’nin sayısal olarak artmasına karşıyım. Neden? Çünkü niteliksizlik, sayısal çoğalmayla birlikte, artmaktadır. Din eğitim ve öğretimi yapan İHL’lerine elbette gereksinim vardır ve olmalıdır. Ancak her ilçede, her ilde, birden fazla İmam-Hatip okulu kurulması, bu okulların geleneğine aykırı olduğu gibi, sağlıklı, doğru, meşru ve bilimsel din öğretimine de aykırıdır. Bu niteliksizlikten doğan boşluğa Fetö gibi illegal, emperyalist, insanlık ve Türk düşmanı dinci yobazlar yerleşebilmektedir.

Öyleyse, İmam-hatip okulları, sayı olarak değil, nitelik olarak güçlendirilmelidir. Belki her ilçede değil, ama her ilde adam akıllı öğretim yapabilecek kapasite birer okul olması kafidir. Fazlası, kaliteyi düşürür, düşürmektedir de.

Müfredatları, öğretmenleri, öğretim plan ve programları devlet tarafından sağlanan İmam-Hatip okullarına niteliksel olarak çeki düzen verilmesi, şimdi ve gelecekteki Fetö ile mücadelede yaşamsal öneme sahiptir. Benim gibi her İmam-hatipli iyi bilir: Bizi ne Fetö ve ne de başka herhangi bir dinci cemaat asla sevmez. Bize, “T.C.’nin ya da Tağutun okullarında okuyan dinsizler” olarak bakarlar. Solun, Atatürk düşmanı yobaz bir kesimi de sevmez. Bakınız, her ikisi de aynı noktada birleşir: İmam-hatipler kötü, Fetö iyi. Sonuç, Fetö ile mücadelede yaşanan zorluklar.

İlk önerim budur.

İkinci önerim: Fetö ile PKK’yı 2007’de, aynı emperyalist memeden irin emen ikiz kardeşler olarak tanımlamıştım. Aynı yerdeyim. Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e düşman etmek için tasarlanmış PKK terör örgütüne karşı yıllarca icra edilen askeri operasyonların, TSK içine meccanen yerleşmiş/yerleştirilmiş Fethullahçı vatan haini subaylarca geçiştirildiğine dair kanıtların Fetö davalarında bir bir ortaya çıktığına hepimiz tanığız. “Çözüm Süreci” aldatmacasıyla, terör örgütünün hendekler açmasına, silahlanmasına ve büyük bir kalkışmayı planlamasına çanak tutanların, Fetöcü subaylar olduğu ortaya çıktı. Yerlerine atanan yurtsever, Atatürkçü kahraman subaylarımız komutasında gerçekleştirilen şimdiki operasyonların gözle görünür bir başarı sağladığını da hepimiz biliyoruz.

O halde, Fetö ile mücadelede, Fetöcü olmayan subaylar ne kadar etkili oluyorsa, sivil kurum ve kuruluşlarda da aynı yol izlenmelidir. Önceden Fetö ile en küçük bir iltisakı olanlara bile devletin hiçbir kurumunda hoşgörü gösterilmemelidir. Askeri alanda bu haydutlar yüzünden yüzlerce şehit verdik, veriyoruz. Ya sivil alanda hala görev yapan, sözde-Fetösavarmış gibi görünen haydutlar yüzünden verdiğimiz sivil şehitler ne olacak? Asker ve polisin şehadeti, canlarını bu uğurda vermesidir. Şimdi, sivil kurum ve kuruluşlarda kendini gizleyen ama iyi araştırıldığında kolayca saptanabilecek Fetöcülerin , Türk milletinin değerlerini, eğitim-öğretimini, bilimini, sanatını ve siyasetini “şehit” etmesi, telafisi çok zor ikinci tür şehitliktir.

Sivil alandaki kayıplarımızı, Fetö’nün “Ergenekon, Balyoz “ tertipleriyle mağdur ettiği “gerçek Fetö savaşçıları”nı devletin kurum ve kuruluşlarında göreve getirerek azaltabiliriz. “Tövbekar Fetöcü” olmaz, takıyyeci Fetöcü vardır. Çünkü hainler tövbe etmez, pişman olmazlar, sadece öyle görünmekle emrolunmuşlardır. Hükümet, özellikle Cumhurbaşkanı bu noktaya dikkat etmelidir. “Eskiden Fethullahçıydım, şimdi gerçeği gördüm” diyen kişi ya da kişiler 18 yaşından büyükse kesinlikle takiye yapıyordur. Yok, küçükse, zaten cezai ehliyeti yoktur.

Bazı televizyon kanallarında “tarihçi”, “hacı”, “hoca”, “hocaefendi”, adı altında boy gösteren kışkırtıcı, cahil ve ortalık bulandırıcı lafazanların Türk ulusunun en güzide değerleri olan Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve laikliğe sokak ağzıyla muamele etmelerine asla izin verilmemelidir. Kimliğimizi, dirliğimizi ve birliğimizi böyle şehit ediyorlar. Fetö, işte bu bulanık suyun arayışındadır.

İkinci önerimin özeti: Askeri alanda Fetö ve PKK’ya karşı yürütülen mücadele kutlanmalıdır. Ancak bu mücadele, sivil alanda da sonuç verici olmak zorundadır, bu da “tövbekar Fetöcüler”le değil, inanmış vatanseverlerle mümkündür.

Üçüncü önerimin özeti: Tv’lerde konuşma yapanlar, bilgisi, uzmanlık alanı ve amacı bakımından denetlenmelidir. Halkı kin ve düşmanlığa teşvik edenlere, yalan yanlış, kışkırtıcı konuşma yapanlara gerekli adli işlem yapılmalıdır.

Neredeyse her gün yüzlerce askerimizin zehirlenmesi vakası nedeniyle üzüntüye, kedere boğuluyoruz. Olayın gıda zehirlenmesi dışında daha derin nedenleri var mı, mutlaka araştırılmalı ve Fetö olasılığı gözden ırak tutulmamalıdır.

Bunun benzeri her dikkat çekici olay, pusuda bekleyen Fetöcülükle birlikte ele alınıp analiz edilmelidir.

Dördüncü önerim: Akıl, mantık ve düşünebilme cesareti, Fetöcülerin korkulu rüyasıdır. Felsefe dersleri eğitim ve öğretimin her seviyesinde mutlaka okutulmalı; ders saatleri artırılmalı, akla, düşünceye ve insana düşmanlık edilmesine; insanların cemaatlerin elinde robota dönüştürülmesine engel olmada felsefenin özgür düşünme özelliğinden mutlaka yararlanılmalıdır.

Beşinci önerim: Yanlış bir şey ile mücadele ederken, karşısına başka bir yanlışla çıkılmamalıdır. Başka bir deyişle, kendine cemaat adını veren Fetö ile mücadeleyi, başka bir cemaatin paradigmasıyla savuşturmak mantık dışıdır. Bunun yerine, bütün Türk milletinin ortak değeri olan Atatürk ilke ve inkılapları, milletin dini ve kültürel değerleriyle bütünleştirilerek bu mücadelenin dayanak noktası yapılmalıdır. Atatürk’ün görüş ve düşünceleri, cumhuriyetin kucaklayıcı değerleri, kimi zaman yanlış, kasıtlı ve çarpıtılarak anlatılmış olabilir. Doğrusunu anlatmak yine devletin elindedir.

Altıncı ve son önerim: Fetö, sadece Fethullah denilen hayduttan ve onun kurmaylarından ibaret, ete kemiğe bürünmüş bir nesne değildir. Çarpık ve hastalıklı bir zihniyettir. Mücadele öncelikle uzun vadede bu zihniyetin ortadan kaldırılmasıyla başarılı olur. Nesneleri etkisiz hale getirmek yeterli değildir. Hele piyonları ile zaman kaybedip zihniyeti ıskalamak, başarı şansını azaltabilir.

Unutmayalım, Fetö’ye karşı mücadelede kesin başarı, hem milli hem de dini inancın, kararlılığı ve samimiyetine bağlıdır.