FETÖ meselesinin aslı

Sözcü’ye “FETÖ üyesi olmamakla birlikte FETÖ’ye hizmet etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Tam anlaşılmıyor ne dendiği ama çıkartabildiğimiz kadarıyla Sözcü’nün Gülen karşıtı manşet ve haberleri de bu iddiaya kanıt olarak sunulmuş. Küfrettiklerine göre aralarında bir işbirliği var!

Böylece “FETÖ ile mücadele”de samimiyet için temel iki kriteri yargı tescillemiş oldu. Aralık 2013’e kadar Fethullah Gülen ve cemaatini yere göğe sığdıramamak. İlk kriter bu. İkincisi ise bu tarihten sonra her öğün “paralel yapı” demek, birilerini “FETÖ üyeliği” ile suçlamak.

Ya içindesin ya dışında çemberin.

Ama ya çember yoksa!

Başından beri söylüyoruz; dün emekli askeri istihbarat sorumlusu İsmail Hakkı Pekin de açıkladı, Fethullah Gülen “devlet”in adamıydı. Öteden beri. Ona yüklenen misyonlar sürekli değişti ama sabit olan kurulu düzenin korunması, uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda toplumsal yaşama ve siyaset alanına müdahaleler yapılmasıydı.

İşin gerçeği, Fethullah Gülen’in “devlet”e çalıştığını söylemek için emekli Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı olmak gerekmiyordu. Gülen’e Komünizmle Mücadele derneklerini kurduran iradenin Atlantik’in öte tarafından Ankara’ya kadar uzandığını, bu uğursuz örgütlenme ile Türkiye’deki köhne düzeni savunmak için kurulan diğer örgütlenmeler arasındaki iç içeliği, bunların tamamının büyük patron örgütleri ve uluslararası tekellerle bağlantılarını gösteren sayısız kitap ve makale yayınlandı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki yıllarda Türkiye’de hem ABD’nin yönlendirmesi ile hem de açgözlü patronlarımızın kâr arayışını tatmin etmek için geliştirilen bölgesel inisiyatiflerin neredeyse tamamında Fethullahçıların katkısı var. O kadar okul imam yetiştirmek için açılmadı. Türkiye büyük ölçüde halledilmiş, sıra başka ülkelerin toplumsal ve siyasal dinamiklerine müdahale etmeye gelmişti.

Ecevit yılları dahil, bütün siyasi iktidarlar Gülen’in misyonlarının ve bu misyonlar için harekete geçirilen mekanizmaların ulaştığı boyutun farkındaydı. Bunu iyi bir şey olarak görüyor, “ulusal çıkarlara hizmet” olarak adlandırıyorlardı. Fethullah Gülen, AKP’den önce, İslamcılıkla piyasacılığın, İslamcılıkla Amerikancılığın uyumlu olabileceğinin en iyi kanıtlarından biriydi.

Kimse kimseyi kullanmadı, herkes büyük sermayeye hizmet etti, artan uluslararası rekabet ve çelişkilerde Gülen cemaati ABD-Türkiye arasındaki yakın işbirliğinin güvencelerinden biri oldu. Evet, bu aynı zamanda devlet politikasıydı.

Şöyle de özetleyebiliriz, mevcut düzenden yana olan, büyük patronların, uluslararası tekellerin çıkarlarına boyun eğen ya da hizmet eden herkes Gülen’le işbirliği halindeydi, çemberin dışında bir tek ama bir tek sömürü düzenine açıktan karşı olanlar vardı.

Sonra uluslararası alanda rekabet ve çelişkilerin derinleştiği bir döneme girildi, ABD ve Avrupa Birliği’nin içi de karıştı. AKP iktidarının tutarsızlıkları ve bu rekabet ve çelişki ortamında daha iddialı çıkışlar yapmaya başlaması ABD yönetimi ile Erdoğan arasındaki göz yaşartıcı uyuma gölge düşürdü. Böylece Gülen’e yeni bir misyon yüklendi: Erdoğan’ı yalnızlaştırmak. Bunun kolay olacağı düşünülüyordu çünkü çemberin içi-dışı yoktu, Fethullahçılar her yerdeydi, herkesleydi. Devlet Ergenekonla, Balyozla yeniden düzenlenirken bütün önemli operasyonları cemaat icra etmiş, imzayı AKP atmıştı.

Bu tabloda Erdoğan’ı hem AKP içinde hem de bürokraside yalnızlaştırmak kolay olacaktı.

Olmadı… Olmaması genellikle Fethullahçıların güç zehirlenmesine ya da Erdoğan’ın mücadeleciliğine bağlanıyor. Bunlar vardır ama asıl uluslararası alandaki rekabetin şiddetine odaklanmak gerekir. ABD’ye, daha doğrusu ABD’deki belli bir odağa daha da steril bir Türkiye armağan etmeye yanaşmayacak birden fazla güçlü ülke ve aktör vardı ve hâlâ var.

Sonuçta Erdoğan’ı yalnızlaştıramayan cemaatin müdahaleleri daha kapsamlı hale geldi, işi darbeye kadar götürdüler. Ama aslında kanlı darbe girişimi dahil hedefleri hep aynıydı: Erdoğan’ı yalnızlaştırmak. Çünkü AKP’den fazlasıyla memnunlar.

Ve işte burada da çemberin içi - çemberin dışı yok. Ayrıştıramazsınız. Her gün onar onar, bazen yüzer yüzer yeni gözaltılar oluyor: FETÖ’cüler yakalandı!

FETÖ’cüler yakalanıyor ama bir yandan da görülüyor ki, Gülenciler kritik yerlere getiriliyor, bürokraside ilginç gelişmeler yaşanıyor. Aslında şaşırtıcı değil, çünkü ABD ve AB ile ilişkileri düzeltme derdindeki iktidar bunun bir yerden sonra cemaatçi kadrolara da gereksineceğini biliyor.

E zaten çemberin içi dışı yok.

Bugün en geniş anlamıyla FETÖ suçlamaları ve soruşturmaları, ABD ve Avrupa Birliği’ne “bana alternatif aramaya çalışmayın” mesajından başka bir anlam ifade etmiyor. Oysa, Erdoğan’a ve AKP’ye karşı olmak için “dış güçler”e gerek yok! Düzen cephesi ve en başta hükümet kendi içine ve yakınına baksın fesat, komplo arıyorsa. Toplumsal açıdan bugünkü siyasi iktidara tepki ya da öfke olmaması ise imkansızdır, burası Türkiye. FETÖ’yü böylesi bir imkansıza ulaşmak için de yarattı yıllar önce bu düzen. Şimdi dolanıp duruyorlar.

İktidar bir gün “Gülen’e karşı olanlar haindir” diyecek, ertesi gün “bana karşı olan herkes FETÖ’cüdür”! Şaka gibi…

Ama Türkiye artık şaka kaldırmıyor.

Çünkü bu “şaka”nın ardında “2013’e kadar Fethullah Gülen bu ülkeye hizmet etti, sonra hain oldu” tezi var. Yavaş yavaş bu tezi daha açıkça dillendirmeye başladılar. “Kandırıldık” daha masum bir saçmalıktı. Sonradan hainlik iddiası ise Türkiye’de NATO’culuğun, piyasacılığın, devrim düşmanlığının meşrulaştırılması içindir. Gülen için en fazla “hükümete ihanet etti” diyebilirsiniz. Ancak cemaat bu halka ihanet etmedi, bu halkın her daim düşmanıydı.