17 Ekim 2020 23:12

Eylül Delikanlısı: Adnan Satıcı

Adnan Satıcı'nın Poetika kitabının kapağı

Fotoğraf: Adnan Satıcı'nın Poetika kitabının kapağı

Paylaş

Aydın Çubukçu ile bir yerlerde oturup zamanın tozunu almak için masaya dirseklerini dayadı Adnan Satıcı. Öfkeli şiirlerinden bildiğimiz bir Eylül Delikanlısı “Dağılan toplu göçlerden kaldım bütün bıçaklarımla/ Aykırı cinayetlerdeyim artık, adım eylül delikanlısı.” O sırada Hicri İzgören’i aramak geldi ikilinin aklına. Diyarbakır’ın bir gecesinde dem tutan Hicri masaya bağlandığında ayağa kalkıp ceketinin düğmelerini ilikledi Adnan Satıcı.

Poetika adlı kitabında sıralandıkça uzuyor şairlerin adları. “A. Hicri İzgören hüzzamın hangi ‘felek-paye’sindedir/ neden Hilmi Yavuz atölyesinden/ balyoz sesleri yükselir…” diye yazmıştır öğretmenine.

Öğretmenine diyorum, evet. Hicri İzgören Diyarbakır Ticaret Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yaptığı yıllarda Adnan Satıcı’nın da dersine girmiştir. Hikâye gelip şiire bağlanacak kuşkusuz ey okur, başlayan ve bitmeyen bir dostluğun temelleridir o lise. Gündüz derste Hicri öğretmendir, akşam ya da haftasonu evde, dem başında, ateş suyu yudumlarken Ahmet Abi’dir onun adı. Biliyorum, Diyarbakır’ın birçok sokağında ve saçak altında Ahmet Abi diye bilinir ihtiyar delikanlı.

Adnan Satıcı’yı şiirlerinden tanımıştım, Yerçekimine Uyan Portakal Çiçeği ilk kitabı değildi kuşkusuz ama benim için bir ilkti. Yazılarına dadandım sonra… Evrensel gazetesinde, “Güzeylem” adını verdiği kültür sanat köşesinde haftalık yazılar yazıyordu. Bunlar içinde tercih yapmak zorunda kalsam “Evrensel Kültür”deki yazılarını daha bir merakla bekliyordum sanki; gürültü çıkarmayı seven, adını vererek sataşan, eleştirmekle yerden yere vurmak arasındaki ince çizgide akıllıca hamleler yapıp karşısına aldığı kişiyi nihayetinde papyonuyla baş başa bırakan bıçkın yazıları aklımda.

Lise yıllarında da böyledi; hani solcu çocuklar haylazdır, ders dinlemek, sınıf geçmek akıllarına gelmez diye bir klişe vardır ya Adnan Satıcı tam tersi bir portre çizer, okul birinciliğine aday olan notlarla geçerdi sınıfını. Bir siyasi hareketin okul temsilcisiydi aynı zamanda; ama onu farklı gruplardan öğrenci ve öğretmenler de sever, yaklaşımını içten ve samimi bulurdu. Yetiştirme yurdunda büyümeye ve ayakta kalmaya çalışan bir devrimci öğrenciydi Adnan Satıcı, babasının ölümünden sonra Eskişehir’e göç ettiler, İzmit girdi araya sonra tekrar Diyarbakır. Aklınıza gelebilecek nice işte çalıştı ki, sırtında tuğla taşımak hariç değil…

Okuyordu, aklı başında sorular büyütüyordu içinde ve aşıktı. Ahmet abisiyle akşam buluştuklarında yazdığı şiirleri okuyordu; şarabın ateşiyle, aşkın ve surların ateşiyle yazıyordu ve Ahmed Arif sızıyordu ilk şiirlerinden.

Bazı geceler Veysel Öngören ile Dr. Mahmut Ortakaya kuruyordu masayı, Diyarbakır’da Turistik Otel’de kurulan masaya Hicri İzgören davet edildiği gibi, Adnan Satıcı ve Muzaffer Kale de davet ediliyordu. “Sen Kal” adını verdiği şiirini yaşadığı sürece dostlukları süren Muzaffer Kale’ye ithaf etti Adnan Satıcı: “denir ki/ eli yüreğinde aşkların ardından iyi konuşmalı/ kalakalınca eski bir fotoğrafla yüzyüze/ özlemekle yeri değişmiyor siyah beyaz lekelerin/ hiçbir biçimde”. Muzaffer Kale de Diyarbakır’da sonradan şair olacak nice öğrenciye öğretmenlik etti ki, bu da başka bir yazı konusudur elbet.

“Edebiyat ve Eleştiri” ya da “Yeni Biçim” dergilerinde de okuyordum şiirlerini. Bir isyanı yudumlar gibi gelmiştir bana şiirleri daima. Öfkeli ve isyan yüklü bulutların yağmurunu bıçaklamak ister gibi yazdığını düşündüm. Bir gece, Ankara’nın karanlığına ve kışına inat Serdar Aydın ile neden sonra, yıllar sonra bir araya gelip Mülkiyeliler’e çöktüğümüzde, yan masada Ayhan Bingöl ile masaya serili bir takım kâğıtlar üzerine hararetle konuşuyorlardı. Sigaram bitmişti, nedense onların masadan ikmal yaptığımı ve şurdan burdan kısa birkaç cümleyle sohbet ettiğimizi anımsıyorum. Bizim mevzu derindi ve çok şey birikmişti Serdar ile konuşmamız gereken…

Hicri Hoca 12 Eylül’ün zulmünden nasibine düşeni almış, bir süre göz altında tutulduktan sonra bütün diğer sakıncalı öğretmenler gibi sürgüne gönderilmişti. O zaman KHK falan yok, 142. Madde var ama o da biraz çetrefilli; sürgüne gönderiliyordu devlet memurları. Hicri İzörgören de Anadolu’nun bağrına, Kütahya’ya sürgün edildi.

Adnan Satıcı o zamanlar Gazi Eğitim’de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmişti. Hicri ne yapsın haftasonları Ankara’ya gidip gelirdi. Ekspres meyhanesi hey gidi bütün tayfa orada…  Sonra Sakarya Caddesi’nde muhtelif birahanelerde Cemil Kavukçu, Şükrü Erbaş, Hasan Ali Toptaş, Baki Yiğit, İzzet Kılıçlı gibi dostlarıyla bir araya gelirdi ki, Adnan Satıcı da hazirunda hazır bulunurdu daima. Hicri bir nedenle Ankara’ya gitmemişse Adnan bir nedenle Kütahya’ya giderdi.

Genellikle de ikinci dubleden sonda tamamını asla ezber edemediği bir türküye başlardı Adnan: “Bahçada yeşil çınar, boyun boyuma uyar…” Anlatırdı sonra anlatırdı… Anlattıklarından birinde dalıp gitmiş, Diyarbakır şivesiyle Türkçe konuşmaya devam ediyordu ki, masadakilerden biri “Yahu Adnan sen ne güzel taklit ediyorsun Diyarbakır şivesini…” dedi. Adnan dedi ona, dedi ki Adnan… “Ben yıllardır Ankara taklidi yapıyorum farkında değilsiniz.”

Bin Yıl Daha Ülkesiz, toplu şiirlerine dair, akşamına ve gecesine dair yazacak çok insan vardır kuşkusuz; kavga etmeyi sevdiği gibi dost kalmayı da becerebilen bir insandı Adnan Satıcı.

Öldüğünde, onu alıp Diyarbakır’ın toprağına gömmek için çok çırpındı Ahmet Abisi ya da Hicri Hocası ama, sebebin gözü kör olsun, mümkün olmadı. Êdo diyordu Adnan Satıcı’ya öğretmeni Hicri. Yanında Diyarbakır’dan toprak getirmişti, son görüşmeleri böyle oldu.

Hamiş 1: “Veysel Öngören’in sofrasında içinde kiraz yüzen rakı/ Aydın Çubukçu ile sade kahve içilmelidir.” (Adnan Satıcı, Poetika)

Hamiş 2: Hicri İzgören ile uzun telefon konuşmalarının notları gibi de okunabilir bu yazı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...