YAZARLAR

Evinizdeki 'pencereden' Meksika duvar sanatı

Yeni düzen sayesinde görmek için okyanuslar aşmamız gereken şahane bir sergi evimize geldi. Eserleri ekranda zoomlamak yerine duvarlarda görebileceğimiz günlerin de tekrar gelmesi dileğiyle… Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945, Whitney Museum of American Art’ın web sitesinde 17 Mayıs’a kadar “açık”.

1920ler… 20. yüzyılın en büyük devrimlerinden olan Meksika Devrimi, 10 yıl süren silahlı mücadele sonunda yeni sona ermiş. Ülkenin %80’i yüzlerce farklı etnik gruba ait köylülerden oluşuyor ve onca yıl süren savaşın ardından ortak kültür, ulusal kimlik hatta ortak dil bile hak getire… Halk sürekli kendisine bir şey dikte edilmesinden, kim olduğunun, nasıl davranması gerektiğinin söylenmesinden bıkmış. Devrimden sonra iktidara gelen Obregón hükümeti, böyle bir dönemde insanları nasıl birleştireceğini ve ulusal bir kimlik yaratacağını düşünüyor...

Halk savaştan silkinir, Meksika yeni sayfasını açarken Diego Rivera, Miguel Covarrubias, Frida Kahlo ve Alfredo Ramos Martínez gibi sanatçılar, Meksika'da köylü yaşamının idealize edilmiş görüntüsünü resimlerine konu ediyor; köylü halkın romantikleştirilmiş portrelerini, halkın İspanyol yönetimi ve Díaz'un diktatörlüğü altında katlandığı acı ve baskı altındaki mücadelesini anlatıyor. Bu mitlerin önemini ve gücünü fark eden yeni devlet başkanı Álvaro Obregón, ulusal kimlik yaratma derdinin çaresini sanatta bulacağına karar veriyor.

Hükümet desteği ile sıradan insanları sıradan insanlara anlatarak bir birlik duygusu yaratan duvar resmi sanatçıları, eski fresko tekniklerinden yararlanarak yaptıkları dev resimlerde, ulusal kimliğin ve devrimin kahramanları olarak campesinosun, yani çiftçiler ve ailelerinin hikayelerini anlatıyorlar. Resimler “sıradan kahramanları” konu alırken aynı zamanda ulusal tarih yazımı oluşturmaya da katkıda bulunarak Aztek, Maya, Olmec ve Zapotek gibi eski kültürlerin toplum yaşamında sürekliliklerinin altını çizerek ülkenin yerli kökenlerini de yeniden keşfederek yüceltiyorlar.

ROTA: KUZEY AMERİKA

Her güzel şeyin sonu geldiği gibi, sanatçıların da kimlik oluşturmadaki rolü, değişen hükümet ile devletin gözünde azalarak biterken, Meksikalı sanatçılar yüzlerini, o dönemde kendilerini görmeye sık sık gelen ve kendilerine hayran olan Kuzey Amerikalılara dönüyorlar.

1927-1940 arasında, Meksika'nın önde gelen üç duvar sanatçısı olan José Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros, litograf ve şövale resimleri yaparak sanatlarını sergilemenin yanısıra büyük ölçekli duvar resimleri yapmak üzere ABD’ye davet ediliyorlar. Meksika’nın kimliğini bulmasına yardım eden bu büyük üçlü, Avrupa modernizminin etkilerinden sıyrılıp Büyük Buhran’ı yaşayan ırkçılıktan, ekonomik sorunlardan bunalmış halkla bağ kurmak arzusunda olan Kuzey Amerikalı’lar için bir çıkış yolu, bir ilham kaynağı oluyorlar. Gel gör ki zamanla nabzı yükselen ayrımcılıktan “Gerçek Amerikalılar için Amerikan işleri” denerek vatandaş olmayanları iş haklarının kısıtlanmasından o dönem ABD’den sınırdışı edilen 1.8 milyon insan gibi Meksikalı sanatçılar da paylarını alıyor. Meksika duvar sanatının büyük üçlüsü, Los Tres Grandes, alkışlarla karşılandıkları ABD’den komünist oldukları gerekçeleri, hatta bazı ABD’li sanatçıların kendileri yerine Meksikalılara resim sipariş edilmesini kınayan mektupları ile ABD’yi terk ediyorlar ve zamanla, bu sanatçıların Amerikan sanat tarihine etkileri, politik sebeplerle “unutuluyor” ve “siliniyor”.

TARİHİ YENİDEN YAZMAK: VİDA AMERİCANA 

Gelelim bu uzun hikayenin bugün geldiği duruma… Amerika’nın liberal sanat ortamında yeterli bulunmayıp zaman zaman eleştirilse de bu coğrafya ile kıyaslandığında muazzam işler yaptığı için şahsen çok sevdiğim Whitney Museum of Amerikan Art (Whitney Amerikan Sanatları Müzesi), silinen sanat tarihine bir Ctrl + Z çekip, Meksikalı sanatçılara iade-i itibar yapmaya karar vermiş. Whitney, yeni açtığı Amerikan Hayatı: 1925–1945, Meksikalı Duvar Ressamları Amerikan Sanatını Yeniden Yaratıyor (Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945) isimli sergide, Meksikalı sanatçıların ABD'deki sanatın gelişimi üzerindeki güçlü etkisini göstermeyi amaçlamış. Sergide, sergi için özel üretilen ABD ve Meksika'daki önemli duvar resimlerinin röprodüksiyonlarının da dahil olduğu, Meksikalı ve Amerikalı sanatçıların yaklaşık 200 eseri yer alıyor. Küratör ekibi, sergide Meksikalı sanatçıların ve onlardan etkilenen Amerikalı sanatçıların benzer temalı işlerinin yan yana konumlayarak Amerikan resminde Meksika etkisinin “görmek istemeyenin” reddemeyeceği şekilde altı çiziyor. Meksikalı sanatçıların çalıştığı ırk, şiddet, faşizm, ekonomik zorluklar, (özellikle ABD’ye geldikleri dönemde resmettikleri) yeni teknolojiler ve insanlık konularının Amerikalı sanatçılar tarafından da benimsenerek kullanıldığını görüyorsunuz.

“Amerikan sanatında Fransız etkisi” inanışının üstünü bir kalemde çizen sergi, evet, Picasso, Matisse ve Duchamp tüm dünyayı etkiledi ama bu coğrafyayı etkileyen bir diğer üçlü José Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros’tu diyor. Amerikalıların pek sevgili Jackson Pollock’larından, Philip Guston, Ben Shahn ve Thomas Hart Benton’a kadar gibi birçok ünlü Amerikan sanatçının eserlerine sergide yer verilerek Meksikalı üçlünün çizgileri ve konularının bu sanatçılar üzerindeki izleri araştırılıyor.

ABD’nin duvarlar örmekten bahsettiği, demokrasinin sorgulandığı, ırkçılığın çıkışta olduğu bu berbat zamanında tam da hatırlanması gereken evrensel değerleri geri getirmeyi amaçlamış müze. Büyük Üçlü’nün yaşadığı dönemdeki gibi bugün de Amerikan sınırlarında 1 milyonu aşkın insan tutuklandı. Serginin küratörü Barbara Haskell, bu durumu sanatın zamansız olmasına ve fiziksel sınırları olmamasına bağlıyor. Sanat evrenselliği ile kimlikleri ve sınırları kaldırır, duyguların paylaşılmasına yol açar diyen Haskell, (bu laf atmayı çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim,) sanat fuarında bir muzun 120.000 dolara satıldığı bir dönemde Meksikalı duvar ressamlarına dönüp yeniden bakmak ve sanatın gerçek amacını ve toplumsal gücünü hatırlamak çok önemli diyor.

SANALLA GERÇEK ARASINDA 

Şimdi bu kadar değerlerden, duygulardan, halklardan bahsettik ama şu an insani temasımız sıfır, hepimiz evlerde kapalıyız. Diego Rivera teknoloji ve gelecekle ilgili resimler yaparken bunu hayal edebilir miydi demeyeceğim; çünkü bugün yüz yüze kaldığımız dünyayı yaklaşık 3,5 hafta önce biz de 2020’de bizzat yaşayan insanlar olarak hayal edemiyorduk.

Vida Americana sergisini “gezip” görmem, işte bu birkaç haftada üzerimize gelip çöküveren yeni dünya düzeni sayesinde oldu. Koronavirüs sebebiyle fiziksel kapılarını kapatan Whitney, sergiyi hiç etmemek adına, #whitneyathome sloganıyla hem bu serginin hem de arşivinin bir kısmının online kapılarını açtı. Bu yeni usulde, sergide bulunan resimler, taşınabilir freskler, filmler, heykeller, baskılar, fotoğraflar ve röprodüksiyon duvar resimlerinin bir kısmını görüyor, sergide nasıl yerleştirildiklerini fotoğraflarla inceliyor, ücretsiz sesli rehberlerle en önemli parçaların hikayesini dinliyor, sergi kataloğunun sayfalarını sanal sanal karıştırıyor, sergi ile ilgili makale ve videolara yine ücretsiz ulaşabiliyorsunuz.

New York’taki bir sergiyi normal şartlar altında bu kadar detaylı inceleyebilir miydim? Paris’teki müzenin arşivi bana açılır, Londra’daki bu ara en populer genç sanatçının işlerine online bakabilir miydim 1 ay önce? Hayır…

Sergiyi incelerken sergi videolarından birinde, Meksika’nın şehirlerinde sanki birini takip ediyormuş gibi dolaşıp pazar yerlerinden geçiyor, kalabalığa karışıyor, (İstanbul’daki Cumhuriyet dönemi duvar panoları gibi) artık halkın günlük hayatta bakmayı unuttuğu o muhteşem duvar resimlerinin önünde durup onları izliyorsunuz. O zaman diyorsunuz ki web üzerinden tüm dünyaya sanal bağlanmak iyi hoş da vardı şimdi birilerinin peşine düşmek, kalabalıklara karışmak… Ya da gideyim o müzeye, oturayım Rivera’nın dev “Controller of the Universe” işinin önünde; Siqueiros’un kendisine sipariş edilen neşeli turist resminin aksine kafasının dikine gidip finansörlerini şoka uğrattığı (ki sonra hemen beyaz boyayla kapatmışlar) politik mesajlı Tropical America resminin röprodiksiyonunun önünde durup inceleyeyim sanatçının nüanslarını, o keskin zekasını, dalga geçişini…

Çok uzun lafın kısası, yeni düzen sayesinde görmek için okyanuslar aşmamız gereken şahane bir sergi evimize geldi. Eserleri ekranda zoomlamak yerine duvarlarda görebileceğimiz günlerin de tekrar gelmesi dileğiyle… Vida Americana: Mexican Muralists Remake American Art, 1925–1945, Whitney Museum of American Art’ın web sitesinde 17 Mayıs’a kadar “açık”.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.