“Emmy Ödülünü alacağımıza eminim”

Genç yaşta girişimcilik dünyasına adım atan, günümüzde ise şirketinin ismini dünyaya duyurmuş İzzet Pinto ile bugünlere nasıl geldiğini konuştuk.

Lili BARDAVİT Yaşam
12 Aralık 2018 Çarşamba

İzzet Pinto’nun hikâyesinden etkilenmemek mümkün değil. Dersler çıkararak, düşüne düşüne eve döndüğüm bir röportaj oldu. Bu hayat hikâyesinin bir başlığı olsaydı bence ‘Sabreden Derviş’ olurdu. Hikâyesini ben anlatmayacağım çünkü kendisi o kadar güzel anlattı ki sizi röportajla baş başa bırakmak istiyorum.

Öyle birini düşünün ki; 19 yaşından beri bir hayat mücadelesinin ve işini kurmanın peşinde. 

Hayalleri çok büyük. Hırslı, aklına koyduğunu yapmak için mücadeleden bıkmayan, yorulmayan ve hep sonunda hüsrana uğrayan biri.

Yerde toz bulsa satmaya çalışmış; aklı fikri ticarette… Ama hep hüsran, hep hüsran.

Rehberi, idolü ve kalbinin en hassas yanı, babası.

Sabrede sabrede muradına erdiği, elleriyle büyüttüğü yuvasının adı Global Agency. Yaşadığı sayısız hayal kırıklığından sonra 12 senedir ofisine koşarak gidiyor.

İlk kurulduğunda bir arkadaşının ofisinin bir göz odasıymış. Yani son derece mütevazı, kendi sekreterliğini yaptığı tek tüfek bir ayaklanma… Karşılığı ise bugün Nişantaşı’nın göbeğinde, filmlerde gördüğümüz bilardolu, langırtlı, DJ kabinli bir rüya ofis. 

Alanında on yıldır liderler, zirveyi de kimseye kaptırmaya niyeti yok. Uluslararası Genç Liderler ve Girişimciler Derneği tarafından, 2008 yılında Yılın Girişimcisi ödülünü aldı. 2008-2012 yılları arasında Global Agency, Dünyanın En Hızlı Büyüyen İçerik Distribütörü unvanını kazandı. 2018'de MIPTV tarafından eğlence içerik Onur Madalyası ile ödüllendirildi.

 

En merak ettiğim soru şu; bu noktalara nasıl gelindi?

Öncelikle şuna inanıyorum; Allah yüzüme güldü. Çok çalıştım, deli gibi yoruldum diyemeyeceğim çünkü bu şirket 12 sene evvel kuruldu. Ondan önce daha fazla çalışıyordum, çabalıyordum ve hiç bir şey olamıyordum, hep yerimde sayıklıyordum.

Şansa olmuş olamaz bu başarı. Bunca zaman çabalamanın bir ödülü diyebilir miyiz?

Evet, belki de. Ama sadece doğru zamanda doğru yerde bulundum. Mesela bu işe girmeden önce 20 farklı iş denedim ve hepsi hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Bu işe girerken de kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. ‘’Olmazsa olmaz, en kötü bir hayal kırıklığım daha olur” dedim. Bu işe girdikten sonra bir arkadaşımdan borç istedim, “Sana şirketin yüzde 20’sini vereyim sen de bana arabanı ver” dedim. O kadar inanmıyordum ki işlerin iyi gideceğine şirketin yüzde 20’sini bir çırpıda teklif ettim.

Gitti mi şirketin yüzde 20’si?

Allahtan kabul etmedi, yoksa çok kötü bir anlaşma olacaktı. Sözümde de dururdum kesinlikle ama diyorum ya iyi ki kabul etmemiş.

Sonra ne oldu?

Ablamla beraber bir fuara katıldık ve her şey bir anda çok güzel başlayıp devam etti.

Şimdi biraz başa dönelim, iş hayatın ne zaman başladı?

Çocukken. Babam küçük yaşlardan beri beni yetiştirmeye çalıştı; sömestrde veya yazın Büyükada’da arkadaşlarım tatil yaparken ben işe giderdim. Mutlaka bir arkadaşı olurdu beni işe kabul edecek. Mesela gümrükçü bir arkadaşı vardı, 12 yaşındayken gümrüğe giderdim. Beni eğitmek için elinden geleni yaptı. Farklı bir vizyonu vardı, beni bir proje gibi görüyordu.

Şimdiki çocukları düşününce sömestrde işe gitmeleri hayal gibi geldi. Sen nasıl tepki vermiştin babanın bu yönlendirmelerine?

Yumuşak başlı bir çocuktum, babam ne derse bizim evde kanun gibiydi. Babam istiyorsa yapardım. Kuralları vardı, tatlı sert bir babaydı. Bazen oflayarak, istemeden yapsam da şikayet eden bir çocuk olmadım. Böylece para kazanmanın, ticaretin ne kadar zor olduğunu öğrendim. Cuma günleri babamla tahsilata giderdik, kimse para ödemezdi. Bu bile harika bir dersti bana. Böylece küçük yaşta ticareti öğrenmeye ve sevmeye başladım.

 

20’Lİ YAŞLARIN BAŞINDA BANGKOK’TA YAŞAM

Sonra büyüdün ve eğitim için Amerika’ya gittin sanırım... Sonra da Bangkok’a... Merakla dinliyorum seni.

Lise son sınıfı Amerika’da okudum ve Houston Stratford High School’dan mezun oldum. Orada devam etmeye niyetliydim aslında ama yazın yurda dönünce babamın bir ayakkabıcı arkadaşının yanında işe girdim. O kadar keyif aldım ki ticaretten, babamla konuşmaya karar verdim. “Amerika’ya dönmek istemiyorum, ticaret yapmak istiyorum” dedim. “Senin kararın” diyerek beni destekledi. İşe girdiğim şirketlerden biri Hong Kong’ta iş açacağını söyledi ve başına geçmemi teklif etti. Heyecanla kabul ettim ama sözünde durmadı. Ancak o kadar ısınmıştım ki bu fikre kendim hayata geçirmeye karar verdim. Hong Kong pahalı olduğu için araştırmalarım sonucunda Bangkok’a yerleşmeye karar verdim. Amacım da değişik bir ürün bulmak ve Türkiye’ye yollamak, babamın da bu satmasıydı.

Yaşın kaç bu arada?

20.

20 yaşında Bangkok’a yerleşen bir genç, etkileyici bir hikâye... Ne buldun peki orada?

Ayakkabı. İlk iki sene çok güzel gitti her şey, ancak sonra yürümedi. Babam dönmemi istedi, ancak inat ederek dönmedim. Bana para göndermeyi kesti, kısa bir küslük dönemimiz oldu. Ben de orada işportada elimde kalan ayakkabıları satmaya başladım. Günde 10-15 dolar filan kazanıyordum. Evimi gecekondu mahallesine taşıdım. Çinli bir tefeciden borç alıp ufak bir dükkân açtım. Tekstili de ekledim. Türkiye’den alıp orada dükkânda satmaya başladım. 23 yaşında geldiğimde düzelmeye başladı işlerim. Dört şube açtım, yanımda 15 kişi çalışıyordu.

Sonra yine mi olmadı?

Aynen! Yine tepetaklak gittim ve 25 yaşında döndüm Türkiye’ye. Yine elimde avucumda bir şey yok. Moral yerlerde.

Ve mücadele yine başladı desene?

Hem de nasıl… O kadar çok iş denedim ki… Fotokopi kâğıdından tutun, kozmetik, oyuncak, saç jölesine kadar…

Peki, ruh halin ne oldu bu kadar mücadele sonunda?

Depresyona girmiştim. Babama “Benden ümidini kes, hiç bir şey başaramam” dedim. Çok üzgündüm. Sürekli bir şeyler araştırıyorum, yurtdışından numuneler getiriyorum, satmaya çalışıyorum ve sonuç hep hüsran.

Hafta sonları evden çıkmıyor, arkadaşlarımla görüşmüyordum. Çok etkilendim tabii ki.

 

BİR GÜN IŞIK YANDI...

Sonra bir gün ışık yandı hayatında değil mi? Stella?

Stella Trevez kuzenimdir; şahane bir kitap yazmıştı o zaman: Ben 43, Oğlum 54 Yaşında. Okuduğumda o kadar etkilendim ki, Stella’yı arayıp “Seni dünya starı yapacağım” dedim. Güldü... Kitabın özetini İngilizceye çevirttim. Amerika’da bir kitap fuarı olduğunu öğrendim. 500 dolara uçak bileti ve 1 yıldızlı otelle bu işe giriştim. Fuarda herkese kitabın özetini bıraktım ve döndüm. Derken Tayvan’ın en büyük telif hakları şirketi bana geri döndü ve kitabı basacağını belirtti.

Artık ‘başardım’ duygusuyla moraller düzeldi mi?

Tabii ki, artık olayın maddi boyutu da önemini yitirdi, manevi olarak çok mutluydum. Kitap basıldı ve en çok satılan dördüncü kitap oldu. İnanılmaz mutluydum. Sonra başka yazarlarla da bunu yapabileceğimi düşündüm; Solmaz Kamuran, Ayşe Kulin… Bir sene bu işi yaptım.

Maliyetli bir iş değil mi, hepsini yabancı dile çevirtmek ve o şekilde sunmak?

Hem de çok, o yüzden hiç kâr edemedim. Ve derken yine olmadı, yine hayal kırıklığı ve yine en başa döndüm.

Babam o zaman ayakkabı işini ufak bir dükkânda devam ettiriyordu. “Kurulu bir düzen ver, gel bana yardım et” dedi. Kabul ettim. Her gün otobüsle Gedikpaşa’ya gidiyordum, o kadar mutsuzdum ki… Bütün arkadaşlarımın işi var, arabası var, gencim özeniyorum. İyice içe kapanmıştım, kimseyi görmek istemiyordum. Arkadaşıma bir kahve ısmarlayacak param yoktu, daha ne olabilir?

Kaderinin döndüğü noktaya gelene kadar bu son hayal kırıklığındı diye umuyorum?

Evet, öyle oldu. Stella’nın kızı, hem kuzenim hem çok yakın arkadaşım Jessica bir gün aradı ve “Niye yurtdışına format satmıyorsun?” dedi. Format nedir onu bile bilmiyorum. “Kitap işine çok benziyor, telif hakları var, buradaki programları yurtdışına satacaksın” dedi. O zamanlar gelin-kaynana programı gündemde... Yapımcısı da Jessica’nın arkadaşıydı. Bizi tanıştırdı, kafama da yattı.

Ve Allah yürü ya kulum dedi.

Aynen öyle. Bu iş nasıl yapılır diye araştırdım ve Cannes’da bir fuar olduğunu gördüm. Ancak param yok. Bankalar kredi vermiyor ve babamdan da borç almak istemedim. 10-12 bin Euro civarı bir miktar lazımdı. Yakın arkadaşım reklamcı Levent Özdemir’den rica ettim. Güzel bir teklifte bulundum; “İş tutarsa 20 bin Euro geri vereceğim ama tutmazsa bil ki paran çöp” dedim. Beni çok sevdiği için verdi ama hiç inanmadı işin olacağına. Gerçi ben de inanmadım ama oldu işte.

Ne kadar enteresan bir hikâye... Bir sürü elçin olmuş.

Evet, gerçekten öyle. Hatta Cannes’a giderken babam, “O kadar şanssızsın ki, ablanı da götür yanında, şans getirsin” dedi. Ve ablamla fuara katıldık. Dekorumuz fuarın en çirkiniydi, standımız, posterlerimiz sürekli yerlere düşüyor, biz tekrar bantlıyorduk. İnanamadık ama İtalya ve Lübnan projeyi almaya karar verdi. İlk gelen parayla borcumu ödedim.

 

GLOBAL AGENCY’NİN DOĞUŞU

Yaş kaç oldu arada?

28 yaşındayım ve hayalim üstü açık bir araba. Kazanmaya başladığım parayla ilk onu aldım. “Vay be!!” dedim; ben de  şaşkınım...

Bir daha hiç hayal kırıklığı olmadı, değil mi?

Çok şükür olmadı. Her şey harika gitmeye başladı. İki yıl sonra Türk dizilerini alıp yurtdışına satmaya başladım. İlk sattığım dizi ‘Binbir Gece’ oldu.

Global Agency nasıl doğdu?

Cannes’da fuara katıldığımda şirketim yoktu. İsmimle kontratı yaptım, Global Agency diye bir isim uydurdum. Şahsi hesabım olduğu için parayı bir türlü alamıyordum ama şirket kurmak için de para lazım. Zar zor ismime yollayın diye ikna ettim müşteriyi, sonra da Global Agency’yi kurdum. İlk önce arkadaşım Levent’in şirketinde bir odadaydım. Kendime bir tabela yaptırdım. Müşteri geleceği zaman arkadaşımın tabelasını kaldırıp kendiminkini koyuyordum. Ofis ortamına geçmek zaman aldı; şimdi 28 kişilik bir aileyiz.

En büyük projen Muhteşem Yüzyıl oldu sanırım...

Timur Savcı yapımcıydı, ona saatlerce dil döktüm. Çok fazla taviz verdim diziyi alabilmek için. Uzun lafın kısası bütün paramı ortaya koydum ve ikna ettim. Tabii yine sıfırlandım. Çok yeni bir işti, ilk altı ay hiç satış yapamadım. Ama sonra işler açıldı ve gelmiş geçmiş en çok satılan dizi unvanını aldı.

Baban hayatının neresinde bunlar olurken?

Binbir Gece dizisini satarken hayattaydı ve başarılı olduğumu çok şükür gördü. Maalesef 8-10 yıllık bir hastalık süreci sonunda kaybettik babamı.

Başınız sağ olsun... Paylaşımlarınız çok fazla, kendini nasıl hissettin?

Babam herkese karşı çok büyük bir mahcubiyet yaşıyor, kendini suçluyordu çünkü oğlu hiç bir şey başaramıyordu. Her seferinde yeni bir projeyle karşısına çıkıp hep hayal kırıklığı yaşadığımı gördüğü için çok üzgündü. Benim başarısızlığım ve mutsuzluğum onu çok etkiliyordu. Neyse ki o hayattayken başardığımı gördü. Mutlu oldu haliyle ve çok rahatladı.

 

YENİ PROJELER

Yeni projelerinden bahsedelim mi?

Bir kitap yazmak istiyorum, adı ‘Babam İçin’. Yakında üstüne yoğunlaşacağım bir kitap olacak. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Babamdan öğrendiklerim, anekdotlar… Kitabı Solmaz Kamuran’la beraber yazacağız, içinde hem biyografi var, hem baba-oğul ilişkisi. Duygusal bir kitap olacak. Umarım çok kişiye rehber olur, yol gösterir, yılmamayı gösterir, pes etmemeyi anlatır.

Sen ne hissediyorsun bu ödüller, başarıl ve 28 kişilik ekip karşısında?

12 yıl geçti, hâlâ şaşkınım. Gurur duyuyorum ama hâlâ inan çok şaşkınım.

Oğlunla ilişkin nasıl? Babandan aldıklarını aktarabiliyor musun?

Babam çok sabırlı ve iyi bir öğretmendi. Ben de bütün etik değerleri oğluma aktarmaya çalışıyorum ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesini umuyorum. Benden ona kalacak olan para belki çok belki sıfır, kim bilir? Her ne olursa olsun, ayakları üzerinde sapasağlam dursun istiyorum.

En İyi Yabancı Dizi Kategorisinde Emmy Ödülleri için adaydık ve Amerika’ya gittik. Telefonda “Bugün mezuza’ya dokunup dua ettim kazanmanız için” dedi. Daha 5,5 yaşında, çok duygulandım. Demek ki ona güzel öğretiler verebiliyoruz diye sevindim.

Bu arada ödülü alamadık ama hedeflerim arasında Emmy Ödülü’nü de almak var. İnanıyorum iki-üç sene içinde alacağız.

2019 için yeni bir projeniz var mı?

Her sene aralık ayında kendime hedefler koyar, sonraki sene bunları hayata geçirmeye gayret ederim. Önümüzdeki sene için yapımcılık hedefim var. Yazdığım bir yarışma programım var; The Legend. İçinde şarkılar, oyunlar olacak, farklı bir içerik. Bakalım nasıl olacak, ben de merak ediyorum. Bir yandan da diziler tabii ki devam edecek.

On yıldır en iyi satışı yapan ajanssınız. Zirvede kalmakta zordur, bunun sırrı ne?

Çok fazla taviz veriyorum. Ne istiyorlarsa kabul ediyorum, lansmanlara çok para harcıyorum. Cannes’da şatolar kiralıyorum, müşterileri helikopterle uçuruyorum. Yapmadığımız hizmet kalmadı. Bu şov dünyası ve işimizin hakkını veriyoruz.

Bu sene bir ödül aldın Cannes’da; Médailles d’Honneur bir onur madalyası... Harika bir şey, tebrik ederim.

Çok teşekkür ederim. Dört yıldır Cannes’da ödül töreni düzenleniyor; dünyada televizyon sektörüne yön veren dört kişi seçiliyor. Bu yıl da ödülü bana verdiler, onur madalyası. Hayatımın en heyecanlı günlerinden biriydi, müthiş bir geceydi benim için. Bu ödülü alanlar sektörün duayenleri ve bir anda kendimi onlarla yan yana görmek büyük gurur. Fuarda 2000 firma var ve Global Agency olarak fuarın beşinci büyük şirketiyiz. İlk girdiğimde belki 1950. şirkettik. Onlar da kısa sürede aldığımız yolu taçlandırdı.

Üniversitede bir dönem ders verdiğini de biliyorum.

Geçen sene Bahçeşehir Üniversitesi Global Agency adında bir sınıf açmaya karar verdi ve 16 haftalık bir program hazırladı. İçerik tamamen medya sektörü üzerineydi. Öğretmen olmamı teklif ettiler. Benim için de bir deneyim daha oldu. Çok yoğundu. Sınavlarda en yüksek puanı alan öğrenciyi fuara Cannes’a götürdüm. Bir hafta boyunca bizimleydi, partimize katıldı ve Global Agency’de iki ay staj hakkı kazandı. Onun için de benim için de güzel bir deneyim oldu.

Şalom okurlarına vermek istediğin bir mesaj var mı son olarak?

Hayatta maddi manevi mitzva yapmak çok önemli, yaptığınız sürece Allah sizin yanınızda oluyor ve başarılı olmanız için yardımcı oluyor. Yaşadıklarımı böyle yorumluyorum, böyle inanıyorum. Azmetmek, inanmak ve pes etmemek beni bugünlere getirdi. Gençlere tavsiyem yılmasınlar, mücadele etsinler.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz, başarılarının devamını

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün