19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım

Avrupa Birliği'nin verdiği sözleri yıllardır tutmadığını belirten Uluçevik, müzakerelerin KKTC'nin diplomatik olarak tanınmasına engel olduğunu belirtti.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım
A+ A-
MUSTAFA İLKER YÜCEL

46 yıldır kapalı olan Maraş’ın bir bölümünün 8 Ekim’de sivillere açılmasına, BMtek taraflı adım” olduğu gerekçesiyle tepki gösterdi ve müzakere vurgusu yaptı. Mesleki hayatının büyük bölümünü Kıbrıs tartışmaları içerisinde geçiren Büyükelçi (E) Tugay Uluçevik ise müzakere süreçlerini ‘pranga’ olarak niteliyor.

Uluçevik, Maraş’ın bir kısmını açma kararından sonra “ileriye dönük kapsamlı bir hareket plânı ve somut bir takvim açıklanabilirdi” diyor. Bunun KKTC’nin kararlılığını daha inandırıcı biçimde ortaya koyacağını belirten deneyimli diplomat AB’nin yıllardır verdiği hiçbir sözü tutmadığını vurguladı. Gelişmeleri ve atılması gereken adımları Maraş’ın açılma kararını merkeze alarak sorduk:

  • Yücel: 1974’den beri devam eden ve sonuç alınamayan müzakere süreçlerini ‘pranga’ olarak adlandırıyorsunuz. Maraş kararı ‘pranga sürecinin’ sonuna geldiğimiz anlamına mı geliyor? KKTC’yi müzakere prangasından nasıl kurtarabiliriz?

Uluçevik: Müzakere sürecini ben neden KKTC halkının iradesine vurulmuş bir “pranga” olarak niteliyorum?

Çünkü, KKTC’nin BM zemininde BM parametreleri temelinde müzakereye devam etmesini, Türkiye’ye ilâve olarak başkaca devletler tarafından diplomatik olarak tanınmasının önündeki başlıca engel olarak görmekteyim.

Türkiye’ye dost devletler bile “madem ki BM çerçevesinde federal bir çözüm için bir müzakere süreci devam ediyor, o zaman sonucu beklemek daha doğru olur” düşüncesiyle hareket ediyorlar.

Öncelikle, çözüm süreciyle ilgili olarak BMGS (Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği)’ne 1975’de verilmiş olan “iyi niyet” görevi ve Türkiye’de dillere pelesenk olmuş bulunan “BM parametreleri” nasıl bir çözümü hedef almıştır.

BM Ada’da tek bir Devlet’in var olduğu görüşünü benimsemiştir. Bu Devlet 1960 Andlaşmalarıyla kurulmuş, fakat, kurulduktan 3 yıl, 4 ay, 5 gün sonra tarihe “kanlı noel” olarak geçen Rumların soydaşlarımıza yaptıkları silâhlı saldırılar neticesinde yıkılmış olan Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumlar arasındaki “eşit kurucu ortaklık” Devletidir.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 1

Uluçevik, görev yaptığı dönemde KKTC lideri Rauf Denktaş'la çalışırken...

Yine, BM, tanıdığı bu sözde Devlet’i ele geçirmiş olan Rumların 1960 Anayasası’na aykırı biçimde sadece Rum Bakanlardan oluşturduğu hükûmetin Ada’da tek meşru hükûmet olduğu iddiasındadır. BM’ne göre bu sözde hükûmet Kıbrıs Türk halkını da temsil etmektedir.

BM’ne göre KKTC yok hükmündedir. BMGS’nin” iyi niyet” görevinin hedefi bu sözde Devlet için federal esasa göre yeni bir anayasa hazırlamaktır. Kıbrıslı Türkler bu anayasa çerçevesinde meşruiyet kazanacaktır. Kıbrıs’taki iki taraf arasında “siyasî eşitlik” ancak böyle bir çözüm çerçevesinde ortaya çıkacaktır. Çözümden önce Ada’da egemen irade Kıbrıslı Rumlardan oluşan Hükûmetin iradesidir.

Kıbrıs’ta gerçek anlamında bir federasyon, bağımsız ve egemen Devlet olarak tanınan bir taraf ile bağımsız ve egemen devlet kabul edilmeyen diğer taraf arasında eşit düzeyde müzakere edilip siyasî eşitlik temelinde kurulabilir mi?

Bu gerçek Türkiye'de ve KKTC'nin bütün kesimlerinde görülmelidir.

BM’nin öngördüğü çözüm şeklinin ilk sonucu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortadan kalkması olacaktır. Türk Milleti bu zilleti sineye çekebilir mi?

Müzakere süreci 1980’den bu yana devam ediyor. Şimdiye kadar hedefi federal çözüm olan 10 dönem müzakere süreci yaşanmıştır. Bu süreçlerin tamamı, Rum tarafının müzakereleri baltalaması sonucunda kesilmiştir. Bu olguyu GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi)’nin eski Dışişleri Bakanlarından Rolandis de çeşitli vesilelerle ayrıntılarıyla ortaya koymuştur.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 2

Eski KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu ziyaret. 3 Mart 2012

ANNAN PLANI SONRASI DURUM

Annan Plânı üzerinde cereyan eden tam teşekkülü ve uluslararası toplumun tam desteğini arkasına almış müzakere süreci sonunda ortaya çıkan federal çözüm için Antlaşma metnini de, KKTC halkı referandumla kabul ederken, Rum tarafı referandumla reddetmiştir. Bu referandum “turnusol kâğıdı” vazifesi görmüştür. Rumların Ada’da çözüm istemediklerini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Bununla beraber Rum tarafı AB’ne tam üye olarak kabul edilmiştir.

AB o dönemde Annan Plânı’nı desteklemesi ve Kıbrıs Türk halkının da desteklemesini sağlaması için Türkiye’ye çeşitli vaatlerde bulunmuştur. Türkiye bu vaatlere inanmış ve Türk halkının adı “federasyon” ama aslında hakiki, özgün, İngilizce anlamıyla “genuine” olmayan bir federal çözüm öngören Annan Plânı’na referandumda “evet” oyu vermesinde etkili olmuştur.

Bilindiği gibi AB verdiği hiçbir sözü tutmamış; Türkiye’nin AB sürecinde önü açılmamış, Kıbrıs Türk halkına uygulanan tecrit tedbirleri sona erdirilmemiştir. Kıbrıs sorunu da Rumların tutumu yüzünden çözülmeden kalmıştır.

Bunlar yetmiyormuş gibi, AB, Annan Plânı’nı kabul eden KKTC’ni değil, reddeden GKRY’ni, referandumdan bir hafta sonra AB tam üye koltuğuna oturmasını sağlamıştır.

Rum tarafı, AB devletlerinin tutumu yüzünden, Kıbrıs’ta çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma gelmiştir.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 3

Otluk Koyu Kıbrıs Zirvesi - Turgut Özal, Rauf Denktaş, Kenan Atakol ve Tugay Uluçevik. 7 Temmuz 1992

'2004 SONUCUNU FIRSATA ÇEVİREBİLİRDİK'

Başta BMGS Kofi Annan olmak üzere, uluslararası kamuoyu Kıbrıs Türk halkının referandumun çarpıcı sonuçlarından sonra artık tecride tabi tutulmaması gerektiğini ifade etmeye başlamıştır. Meselâ hatırımdadır, Deutsche Welle (DW) yayınında “hayal kırıklığı yaratan bu sonucun ardından şimdi gözler, ‘evet’ diyen Kuzey Kıbrıs için ne yapılacağına çevrildi” yorumunu yapmıştır. Yani ortam Türkiye ve KKTC için çok müsaitti.

Ne yazık ki, 2004 referandumunun sonucunun Türk tarafının tezlerinin haklılığını ortaya koymuş ve diplomaside çok yüksek zemin kazandırmış olmasına rağmen, Türkiye KKTC’nin uluslararası plânda tanıtılması girişimlerini başlatmamış ve o dönemde merhum KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın yerine geçen M. Ali Talât’ın, hiçbir şey olmamış gibi Rum lider Hristofyas ile başlattığı müzakere sürecini desteklemiştir. Bu süreç de, o zaman tahmin ettiğim ve açıkladığım gibi Rumların ayak sürümesi neticesinde sonuç vermemiştir. Millî Kıbrıs Davamızda lehimize ortaya çıkan tarihî bir fırsat heba edilmiştir.

Hristofyas görev süresi sonunda 4 Ocak 2013 tarihinde düzenlediği basın toplantısında “5 yıllık iktidarı boyunca KKTC’ye yönelik ambargoların yürürlükte kalması için mücadele ettiklerini” belirterek bunu “başarı” olarak nitelemiştir.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 4

Denktaş ve Kıbrıs Müzakere Heyeti. 15 Kasım 1992

FEDERASYON HAYALİ

Rumların müzakere süreci “prangası” ile KKTC halkının istikbalini belirsizlikler içine gömme stratejisi Hristofyas’dan sonra Anastasiadis döneminde de devam etmiş ve etmektedir. Rum tarafının niyet ve emelleri gün ışığına çıkmışken, maalesef KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde de “Rumlarla sözde federasyon” hayaliyle BM zeminindeki müzakere sürdürülmüştür. Bu süreci Türkiye de desteklemiştir.

Rumlar oyunlarını gayet açık biçimde oynamaktadırlar. Rumların ve Yunanistan’ın sonunda “osmosis” sağlayacak bir çözüm şekli dışında başka bir çözüme itibar etmeyeceği bellidir.

BM zemininde “federal” çözüm hedefi doğrultusunda müzakereler devam ettiği müddetçe de, bize ne kadar dost olsalar diğer devletler KKTC’ni tanıma adımını atmakta gönülsüz ve çekingen davranmaya devam edeceklerdir. Rumların Annan plânını reddetmesinden bu yana KKTC halkının hayatından 16 yıl daha gelecek için belirsizliklere dolu geçti. Rum – Yunan hayranı çevreler bu durumu Kıbrıs Türk halkı reva görebilir. Ama KKTC’nin kendi Cumhurbaşkanı’nın, Hükûmeti’nin ve Türkiye’nin bunu reva görmesi mümkün mü? Artık bu federal çözüm hayali terkedilmeli ve sözünü ettiğim “pranga” kırılmalıdır. KKTC bağımsız ve egemen bir Türk Devleti olarak yaşatılmalıdır.

“Maraş kararı ‘pranga sürecinin’ sonuna geldiğimiz anlamına mı geliyor?” sorunuza gelince:

Kapalı Maraş konusunda yapılan açıklamaya ve sonra atılan sınırlı adıma böyle bir anlam yükleyebilmemiz için, bu açıklama ve adımla birlikte KKTC’nin Kıbrıs sorununun çözüm şekline dair bundan böyle ortaya koyacağı duruşa ışık tutan, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin aldığı bir Karara dayalı bir Bildiri’nin de yayınlanmış olması gerekirdi. Böyle bir bildiri de KKTC’nin sadece Ada’da iki bağımsız ve egemen Devlet’in mevcudiyeti olgusundan hareket eden çözün arayışına taraf olarak katılabileceği; Kıbrıs Türk halkının, güvenliğinin teminatı olarak Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan etkin ve fiilî hak ve yetkilerini gördüğü ifade edilmeliydi.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 5

Denktaş Cenevre'de Bülent Uluçevik ve Bayan Uluçevik'in konuğu. 7 Nisan 1997
  • Yücel: Kapalı Maraş adımı KKTC'nin bağımsızlık ve egemenliğini dünya kamuoyuna kabul ettirme çalışmasında bize hangi olanakları sağlayacaktır?

Uluçevik: Soruya cevap vermeden önce, 57 yıllık Kıbrıs “sorunu” çerçevesinde oluşan dosya olan Maraş konusunun 46 yıllık geçmişinden bir hatırlatma yapmamda fayda vardır.

Kıbrıs Barış Harekâtımız sırasında TSK, Maraş (Varoşa) modern, zengin turizm beldesini, o günlerin olağanüstü şartları altında, iyi niyetli bir düşünceyle sırf herhangi bir zarar görmesini önlemek için güvenlik kordonu altına almıştır. Böylece Maraş’ta bir statüko (status quo) oluşmuştur. Bu durumun, Rum tarafında ve uluslararası toplumda Maraş’ın fazla zaman geçmeden eski sahiplerine ve sakinlerine iade edileceği yolunda, aslında esastan yoksun bir anlayış ve beklenti yarattığını söylemek mümkündür. BM Ada’daki BM Barış Gücü vasıtasıyla KKTC’nin Magosa ilçesinin Maraş beldesindeki statükoyu yakın takip altına almıştır. KKTC’nin egemenlik tasarrufu olarak burada attığı her adıma tepki göstermeye başlamıştır.

1977 yılında Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı Turan Güneş Maraş’taki otellerin ve tesisleri ekonomiye kazandırılması yolunda açıklamalar yapmıştır. Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) de kapalı Maraş’taki bir iki binanın otelcilik okulu ve yiyecek-içecek servis binası olarak kullanılması hazırlığına girişmiştir. Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi toplanmıştır. KTFD ve Türkiye Konsey’de Maraş’ın yerleşime ve kullanıma açılması şeklinde bir sürecin başlatılmamış olduğunu beyan etmişlerdir. Konsey bu beyanları not ederek, kabul ettiği 414 sayılı kararında, tarafların “Kıbrıs’ın herhangi bir yerinde âdil ve barışçı çözüm ihtimaline ters etki yapabilecek tek taraflı girişimlerden kaçınmalarını” istemiştir. O günden sonra da BM Güvenlik Konseyi’nde genel Kıbrıs sorunu klasörü içinde bir Maraş (Varoşa) dosyası oluşmuştur. 1990’dan itibaren BM kapalı Maraş’ta statükonun muhafazasının sorumluluğunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ne aittir şeklinde bir görüş ve pozisyon belirlemiştir.

Şimdi sorunuzu kısaca cevaplandırayım: Kapalı Maraş’ta 9 Ekim günü KKTC Hükûmeti’nin attığı adım, KKTC'nin bağımsızlığını ve egemenliğini ön plâna çıkaran şekil ve şartlarda cereyan etmiş değildir. Bu sebeple de atılan adımı, KKTC'nin bağımsızlık ve egemenliğini dünya kamuoyuna kabul ettirme amacına hizmet eder mahiyette bulmuyorum.

Bire kere, kapalı Maraş’ın açılacağının ve bu amaçla envanter çalışmasının ve diğer hazırlıkların yapılacağının açıklanmasının üzerinden 18 ay geçtikten sonra kapalı Maraş’ın sahil şeridinin sadece bir kilometre kadar uzunluktaki bir bölümü ile sahile paralel iki caddenin açılmasıyla yetinildiği anlaşılıyor.

İkincisi, bu konuda egemen iradeye sahip olan bağımsız KKTC Devleti olmasına rağmen, kapalı Maraş’ın açılacağına dair açıklama KKTC’de değil, Ankara’da yapılmıştır. Bunu KKTC’nin bağımsız ve egemen iradesini vurgulama, dünya önünde sergileme amacıyla bağdaştığı görüşünde olduğumu söylemem. Nitekim, BM Güvenlik Konseyi’nin tepki olarak kabul ettiği Başkanlık Bildirisi’nde “Ankara’da yapılan açıklama hakkında duyulan derin endişe” ifade edilmiştir.

Üçüncüsü, kapalı Maraş’ın açılması kararı KKTC halkının iradesini temsil eden Cumhuriyet Meclisi’nin ve Hükûmet’in koalisyon ortaklarının onayını ve desteğini sağlamadan yapılmıştır. Koalisyon Hükûmeti dağılmıştır.

Dördüncüsü, atılan adımın KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimin hemen öncesinde gerçekleştirilmemiş olmasını şahsen tercih ederdim. Çünkü, meslek hayatımın tamamı, Kıbrıs Millî Davamız çerçevesinde alınan kararları, atılan adımları, yapılan hamleleri iç siyasete alet etmekten titizlikle kaçınan bir siyasî kültürün Türkiye’ye hâkim olduğu yıllarda geçmiştir. TBMM’nin zabıtlarında, gazete arşivlerinde bu kültürü yansıtan çarpıcı örnekleri bulmak mümkündür.

DİPLOMASİ ADIMLARI

  • Yücel: Geçen seneki açıklamalarınızda Maraş’la ilgili adım atıldığı anda yoğun diplomasi faaliyetine girişilmesi gerektiğini vurguladınız. Şimdi diplomasi zamanıysa hangi ülkelerle nasıl temaslar kurulmalıdır?

Uluçevik: 2019 yılının Eylül ayında Türkiye Barolar Birliği’nin düzenlediği toplantıda bu konuda şayet KKTC Maraş’ta adımlarını karalıkla atmaya ve Türkiye de KKTC’ne bu konuda arka çıkmaya hazırlarsa, kanaatimce, aynı zamanda bu tutumlarının uluslararası plânda yaratacağı tepkileri ve baskıları da göğüslemeye hazır olmaları gerektiğine işaret etmiştim. Yani kapalı Maraş’ın KKTC tarafından açılması halinde başta BM olmak üzere belli başlı uluslararası çevrelerden muhakkak tepki geleceği; bu tepkiler karşısında duraklamamak ve geri adım atmamak icap edeceği; bu dik duruş ve kararlılık gösterilebilecekse adımın atılmasının uygun olacağı mesajını vermek istemiştim. Türkiye’nin son yıllarda birden fazla diplomasi cephesinde meşgul bulunduğu gerçeği karşısında, Maraş’ta atılacak adımın yeni bir diplomasi cephesi açacağına dikkati çekmiştim.

Kıbrıs konusu halen BM’nin gündeminde olan ve BM çerçevesinde ele alınan bir konudur. BM’nin oldukça kaygan zeminindeki diplomasi, aslında üye devletlerin ikili plândaki ilişkilerinin yansıması şeklinde cereyan eder. Bir devlet ikili ilişkilerinde ne ekerse, BM çatısı altındaki çok taraflı diplomaside de onu biçer. Kıbrıs konusunun AB’de ve Avrupa Konseyi’nde de yansımaları vardır.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 6

Denktaş, Büyükelçi Uluçevik ile istişare toplantısında. 12 Mart 1992

BÖLGESEL İLİŞKİ AĞINDA SORUN

Diplomasi alanında Türkiye’nin en âcil ihtiyacının, özellikle kendi bölgesinde, dış ilişkiler ağındaki, arızaların, kopuklukların, zaman geçirilmeden onarılmasıdır. Kuzey komşumuz olarak bildiğimiz Rusya’nın günümüzde Türkiye’nin güney komşusu haline geldiğini söylemem, umarım gerçeklerin tahrifi olarak görülmez. Bugün Rusya’nın Doğu Akdeniz havzasındaki ilişkiler ağının Türkiye’ninkinden daha düzgün olduğu gibi bir garabete tanıklık ediyoruz. Türkiye’nin dış ilişkilerindeki bölgesel ve küresel dengelerin yeniden kurulmasına ihtiyaç vardır. Komşu muhitinde, bölgesinde çok düşmana, hasıma sahip bir devlet BM zemininde, diğer çok taraflı zeminlerde fazla dost desteği bulamaz.

Türkiye’nin 1950’li yılların sonunda Kıbrıs adasıyla ilgili olarak elde ettiği hak ve yetkileri sağlayan dış politika tercihlerini ve dengelerini de hatırdan uzak tutmamamızı dilerim. O zamandan bu yana 70 sene geçmişse de, henüz küresel plândaki dengelerde Türkiye’nin dış ilişkilerinde o zaman yaptığı ana tercihlerde köklü değişiklikler yapmasını gerektirecek ölçüde değişiklik ortaya çıktığı kanaatinde değilim.

  • Yücel: BM "Kapalı Maraş'ta" tek taraflı adım atılmasına karşı olduğu için, plaj şeridi ve iki cadde de olsa, tamamı da açılsa aynı tepkiyi verir. Dolayısıyla madem bir tepkiyi göğüsleme kararı aldık o zaman daha geniş bir "açma kararı" alabilirdik diyorsunuz. Kademeli adımın diplomatik sebepleri neler olabilir?

Uluçevik: BM Güvenlik Konseyi kapalı Maraş’ta atılan adım üzerine, bir tutumunu bir Başkanlık Bildirisi şeklinde ortaya koymuştur. Bildiri, Konsey’in bir kararında (resolution) yer alabilecek bütün unsurları ihtiva etmektedir.

Başkanlık Bildirisi Güvenlik Konseyi’nin resmî toplantıda önüne gelen bir konuda kararını (decision) açıklama vasıtalarından biridir. Bu vasıtalar, karar (resolution), başkanlık bildirisi (presidential statement), başkanın tezkeresi (note by the President) veya mektubu (letter from the President) ve basın bildirisi ( press statement) şeklinde sayılabilir.

Başkanlık Bildirisi resmî Konsey toplantısından önce yapılan istişare toplantısında oydaşma (consensus) sağlayacak şekilde belirlenir. Resmî toplantıda oylama yapılmadan oydaşma ile kabul edilip Başkan tarafından okunur. Oy açıklaması yapılmaz. Bütün üyelerin kabul ettiği varsayılır.

Karar (resolution) ise Konsey’in resmî toplantısında yapılan oylama ile kabul edilir. Beş daimî üye veto edebilir. Üyeler, evet, hayır, çekimser oy verilebilir. Oylamaya katılmama olabilir. Oy açıklaması yapılabilir.

BM Güvelik Konseyi’nin 25. Maddesi’ne göre BM üyesi Devletler, hangi vasıta ile açıklanırsa açıklansın Güvenlik Konseyi’nin kararını (decision) kabul etmek ve uygulamak mecburiyetindedir.

[ The Members of the United Nations agree to accept and carry out the decisions of the Security Council in accordance with the present Charter.]

Kapalı Maraş’ın açılması adımıyla Kıbrıs konusunda uluslararası plânda etki yapacak bir kararlılık ortaya konulması amaçlanmışsa, o zaman adımın bütün kapalı Maraş’ı kapsayacak boyutta atılmış olması gerektiğine inanmaktayım.

Çünkü, 19 Haziran 2019’da “Rumlarla anlaşma imkânının artık olmadığı” belirterek “kapalı Maraş bölgesinin açılmasının plânlandığı bu amaçla “envanter çalışması başlatılacağı” açıklamıştır. Aradan bir buçuk yıl sonra sadece sahil ve iki cadde açılabilmiştir.

'TAMAMEN AÇILMASI YILLARCA SÜREBİLİR'

Aslında kapalı Maraş’ın tamamının açılıp KKTC ekonomisine katkı yapacak hale getirilebilmesi için bölgede uzun çalışmalar yapılmasına elbette ihtiyaç olacaktır. Bu çalışmalar yıllar alabilir. Kapalı Maraş’ın KKTC’nin egemenliği altında tam olarak kullanılabilir hale getirilmesi için adımlar elbette kademeli, aşamalı olarak atılacaktır.

Bununla beraber, 9 Ekim’de atılan sınırlı adımla birlikte kapalı Maraş’ın ne şekilde açılacağına dair ileriye dönük kapsamlı bir hareket plânı ve somut bir takvim açıklanabilirdi. O zaman KKTC’nin bu konudaki kararlılığı daha inandırıcı biçimde ortaya konmuş olurdu. Binaların, alt yapının durumu izah edilebilir, bölgenin nasıl kullanılabilir hale getirileceği, ne şekilde iskâna açılacağı, mülkiyet sorununun ne şekilde ele alınacağı, vesaire kamuoyuna duyurulabilirdi. Böyle yapılmış olsaydı BM’nin tepkisinin bundan daha farklı tecelli etmiş olacağını hiç düşünmüyorum. BM bu aşamada söylenebileceğini söylemiş bulunmaktadır.

'RUMLARIN MARAŞ'TA HEDEFİ BAĞCIYI DÖVMEK'

  • Yücel: Yazılarınızda Maraş’ın durumunun Rum kesiminin iç siyaseti açısından da önemli olduğunu, Rum siyasetçilerin konunun bir sorun olarak kalmasını tercih ettiklerini belirtiyorsunuz. Maraş’ın kısmi olarak açılması Rum iç siyasetini nasıl etkileyecektir?

Uluçevik: Maraş’ın Kıbrıs Barış Harekâtımız sırasında güvenlik kordonu altına alınması, daha önce de söylediğim gibi Kıbrıs Rum tarafında bu beldenin olduğu gibi Rum sahiplerine ve sakinlerine iade edileceği ümidinin, beklentisinin doğmasına sebep olmuştur. Rumların çoğunluğu Maraş’ı geri almak veya orayı kullanabilir hale gelmek için Türk tarafına ödün verilmemesi gerektiğini düşünür olmuşlardır. Bu durum Rum siyasetçilere seçimde kullanabilecekleri bir malzeme oluşturmuştur. Çünkü BM zeminindeki diplomasinin gelişmeleri içinde kapalı Maraş’ın, Türk tarafına bazı ödünler verilmesini öngören bir paket anlaşma çerçevesinde açılması fikri de ortaya çıkmıştır. Örneğin, Maraş’ın BM yönetiminde her iki toplumun istifadesine açılması ve barış Harekâtımız sırasında tahrip olan eski Kıbrıs havaalanının BM tarafından onarılıp iki toplum tarafından ortak yönetim altında kullanılması gibi.

Rum kesiminde Hükûmet çeşitli dış baskılar karşısında böyle bir paket anlaşmayı Türklerle görüşmeyi kabul ettiği dönemlerde Rum muhalefet bu tutumu iç siyasette istismar etmiştir.

Rumların Maraş konusundaki genel tutumunun “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” şeklinde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. KKTC’de kapalı Maraş’ın KKTC’nin egemenliği altında kullanıma açılması yönünde kuvvetli eğilimler olduğunu bildikleri için, Maraş konusunu uluslararası plânda Türkiye’ye ve Kıbrıs Türk tarafına baskı getirmek amacıyla kullanmayı tercih etmektedirler.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 7

Uluçevik, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali ile. 19 Temmuz 1995
  • Yücel: Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek geçen sene Abhazya Cumhuriyeti'ne yaptığı ziyarette "Rusya'nın KKTC’yi tanıması karşılığında Türkiye de Kırım’daki Rus egemenliğini kabul edebilir" dedi. Abhazya Cumhuriyeti yöneticileri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımaya yönelik adımlar atılabileceğini açıkladı. Türkiye yıllarca gözünü batı devletlerine dikerek enerjisini KKTC'nin meşruluğunu ve haklılığını anlatmakla geçirdi. Zaman kaybını da göz önünde bulundurursak, artık somut adımlar için hangi somut planlar yapılmalı? Bu çerçevede Perinçek'in önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uluçevik: “İlkeli” dış politika Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasına Atatürk döneminden kalan değerli bir mirastır. KKTC’nin Türkiye’ye ilâve devletler tarafından tanınması önemlidir, ama Türkiye’nin dış politikada ilkeli tutum ve davranışını muhafaza etmesi çok daha önemli ve hayatîdir.

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Kırım'ın yasa dışı ilhakını tanımıyoruz." diyerek her fırsatta Türkiye'nin bu konudaki pozisyonunu tekrarlaya gelmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, geçen yıl Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulunan Ukrayna Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmede “Türkiye, Kırım’ın yasa dışı ilhakını tanımamıştır ve tanımayacaktır. Kırım tatarı kardeşlerimi Türkiye ile Ukrayna arasındaki tarihi bağların önemli bir parçasıdır. Kimliklerinin, temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması önceliklerimiz olmayı sürdürecektir” şeklinde konuştuğu basımımızda çıkmıştır. Türkiye’nin Kırım’ın Rusya tarafından işgali hakkındaki duruşu bu kadar açıktır.

Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili olarak Rusya ile herhangi bir düzenlemeye ve anlaşmaya tevessül etmesi, Türkiye’nin NATO içindeki statüsü, Batı ile ilişkileri ve Kıbrıs’ta sahip olduğu hak ve yetkiler bakımından ciddi sakıncalı stratejik sonuçlar doğurabilecek davranış olur.

Bu konuyu üzerine durulmaya değer bulmuyorum, ama, şunu da kaydetmek isterim: Rusya için Kıbrıs konusunda Kıbrıslı Rumları desteklemek stratejik bir dış politika tutumu olagelmiştir. Sovyetler Birliği, sonra Rusya Federasyon’u Doğu Akdeniz’deki yayılmacı girişimlerinde hep Kıbrıs’ı da hedef almışlardır. Kıbrıs’taki komünist AKEL partisi bu girişimlerinde Ruslara daima yardımcı olmuştur. Komünizm yıkılmış olasına rağmen AKEL ile Rusya’nın ilişkileri sürmektedir. Güney Kıbrıs Rus mafyasının kara para aklama yeri olmuştur. Rusya Kıbrıs konusunda Kıbrıs Rum Yönetimi’nin BM çerçevesindeki en güçlü yandaşlarından başlıcasıdır. Rusya Rumların 1960 garanti ve ittifak sisteminin sona erdirilmesi önerilerine destek vermektedir. BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusundaki son toplantılarından birinde Rusya Temsilcisi “Kıbrıs ile ilgili mevcut dış güvenlik garantilerinin çağdışı haline geldiğini” söylemiştir.

Rusya Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün devamından yanadır. Konunun NATO ittifakının dayanışması açısından bir çıban başı olarak kalmasını tercih eder.

BM Güvenlik Konseyi’nin toplantısında Maraş konusunda kabul edilen Başkanlık Bildirisi’ni Konsey’in Ekim ayı Başkanı Rusya temsilcisi hazırlamıştır.

'AİHM KARARI HATALI DEĞERLENDİRİLDİ

  • Yücel: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 8 Kıbrıslı Rum’un Ada’nın kuzeyindeki taşınmaz mallarına ilişkin olarak Türkiye aleyhinde yapmış oldukları başvuru hakkında 2010 Mart ayı başında “kabul edilmezlik” kararı verdi. Bu kararın zafer anlamına gelmediğini vurguluyorsunuz. Sebepleri nelerdir? Türkiye ve KKTC kamuoyu bu konunun üzerinde neden durmuyor?

Uluçevik: AİHM’nin aldığı anılan kararı yazdığım bir makale ile “Pirus Zaferi” olarak nitelemiştim. Neden böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacını duydum?

Önce şunu belirteyim: Türkiye Özal Hükümeti zamanında AİHM’nin ( o yıllarda ayrı ayrı Komisyon ve Divan vardı) zorunlu yargı yetkisini 1987 - 1990 arasında kabul etti. Rumlar 1989’dan itibaren akın akın AİHM’ne başvurup dava Türkiye aleyhine tazminat davası açtılar. Bu davaların öncüsü Titiana Loizidou isim Rum hanımın açtığı davadır. Dava “Türkiye’nin Kıbrıs’ın Kuzey bölgesini yasadışı olarak istilâ ve işgal ettiği” iddiasına dayandırılmıştır. AİHM Rum başvuruları hakkında çoğunlukla “kabul edilir” kararı vermiştir.

Ancak sorunuzda zikrettiğiniz kararından sonra durum değişmiştir. AİHM’nin daha önceki bir kararında Türkiye’ye yaptığı bir tavsiye üzerine KKTC’de kurulan ve Mart 2006’da faaliyete geçen Taşınmaz Mal Komisyonu’nu (TMK) AİHM’nin bir iç hukuk yolu olarak görmüştür. TMK’dan geçilmeden, yani iç hukuk yolları tüketilemeden yapılmış oldukları için başvuruları reddetmiştir. AİHM’nin aşırı dava yükü de bu sayede sanırım hafiflemiştir.

Karar basınımızda olumlu çarpıcı başlıklarla yansıtılmıştır. “Tarihî” olarak nitelenmiştir. “Zafer” sözüyle değerlendirilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talât’ın “bu tarihî ve çok önemli karar yürüttüğümüz doğru politikanın zaferidir”; Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun “1974’den bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisidir” ve “KKTC’nin hukukî egemenliğini ve yetkinliğini teyit eden bir karardır” şeklindeki beyanları kamuoyumuza aktarılmıştır.

Bunlara işitip, okuyunca vatandaş olarak elbette sevindim, iftihar ettim.

Ancak AİHM’nin kararının İngilizce metnini satırların altlarını çizerek dikkatle okuduğum zaman Millî Kıbrıs Davamızın dayadığı bütün temel ilkelerin, savların, tezlerin reddedildiğini gördüm. Bu sebeple de anılan karar hakkında dile getirilen “zafer” sözcükleri karşısında “Pirus zaferi” deyimini kullanmaktan kendimi alamadım.

Kamuoyumuzun gerçekleri bilmesi için anılan kararda yer alan bazı değerlendirmeleri, hükümleri burada zikretmek istiyorum.

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Aydınlık'a konuştu: Müzakere prangasından kurtulmamız lazım - Resim: 8

Denktaş, Büyükelçi Uluçevik'i kabul ediyor. 23 Aralık 1992

ALEYHTE SATIRLAR

Konuya Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki politikasının temel esasları açısından baktığımız zaman AİHM’nin Mart 2010’da aldığı kararın sakıncalarıyla karşılaşıyoruz.

Bir kere anlan karar, Mahkeme’nin Loizidou’nun başvurusu hakkında 1996’da kabul ettiği karara esas teşkil eden ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs konusundaki görüşlerine ve iddialarına destek veren şu siyasî nitelikteki olgular (facts), unsurlar üzerine bina edilmiştir:

“Türkiye Temmuz ve Ağustos 1974’de Kuzey Kıbrıs’ta askerî harekât yapmıştır. Kıbrıs’ın ülkesindeki bölünmüşlük devam etmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altındadır. Güvenlik Konseyi 541 sayılı kararıyla KKTC’nin ilânını hukuken geçersiz saymıştır; uluslararası topluma KKTC’nin tanınmaması çağrısında bulunmuştur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Kasım 1983’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıs’ın tek yasal Hükûmeti olarak tanımayı sürdürdüğünü belirten bir karar kabul etmiştir. Bu kararda, ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve birliğine saygı gösterilmesi istenmiştir.”

Bu “olguların” (facts) Türkiye’nin ve KKTC’nin Kıbrıs konusundaki açıklanmış politikalarında ve pozisyonlarında yer bulmaları mümkün müdür?

Kararda, Kıbrıs sorunu “Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında Kıbrıs adasının geleceğine ve mülkiyet sorununun halledilmesine ilişkin uzun ve yoğun siyasî bir ihtilâf” şeklinde tarif edilmektedir. Türkiye ve KKTC bu anlayışı kabul edebilir mi?

Kararda “Türkiye’nin kuzey Kıbrıs toprağının tamamını kontrolü atında tutması ‘KKTC’nin politikalarından ve işlemlerinden sorumlu olmasını gerektirir ve bu politikalardan ve işlemlerden etkilenenler, Sözleşme’nin 1. maddesinin maksatları bakımından Türkiye’nin yargı yetkisinin (jurisdiction) altına girerler. Bunun sonucunda da o toprakta (KKTC toprağı) Sözleşme’den kaynaklanan hakların ihlâlleri bakımından Türkiye sorumluk taşır ve bu hakların korunmasını sağlamak için müspet adımlar atmak mecburiyetinde olur” şeklinde bir mütalâaya yer verilmiştir.

Yine Kararda, “…vardığımız bu sonuç hiçbir surette ‘KKTC’nin kuruluşu hakkında uluslararası toplumun benimsemiş bulunduğu pozisyonu veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hükûmetinin Kıbrıs’ın tek yasal hükûmeti olduğu olgusunu tartışmalı hale getirmez” görüşü ifade edilmiştir.

Ayrıca Kararda “Mahkeme, davalı Devlet’in (Türkiye) kendisine isnat edilen kusurları düzeltmesine imkân verilmesinin, devletler hukukuna göre yasadışı olan bir rejimin dolaylı yoldan yasallaştırılması sonucunu doğurmayacağı yolundaki görüşünü muhafaza etmektedir” görüşüne yer verilmiştir.

Kararda, TMK’nun “pratik ve etkili” bir hukuk yolu olduğu ve iyi çalıştığı teslim edilmiş, ancak TMK’ nın “davalı Devlet’in” (Türkiye) bir yargı kurumu olduğu vurgulanmıştır.

'İŞGALCİ GÖRÜYORLAR'

Gerçek odur ki, Karar, Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci gören; KKTC’ni yok hükmünde sayan; TMK gibi KKTC’nin kurumlarını Türkiye’nin “hukuk yolu” olarak kabul eden bir zihniyetin ürünüdür.

Türk Milleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1953’den itibaren “Millî Dava” olarak benimsediği ve ele aldığı bir konuda, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemen varlığı” ve Türkiye’nin bu devletin ülkesini “işgal altında tuttuğu” iddiasına dayalı kararların “zafer” olarak nitelenmesini nasıl değerlendirmek lâzımdır?

Karar karşısında dile getirilen “1974’den bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisidir” ve “KKTC’nin hukukî egemenliğini ve yetkinliğini teyit eden bir karardır” sözler neye delâlet eder?

“Türkiye ve KKTC kamuoyu bu konunun üzerinde neden durmuyor?” sorunuzu cevaplandırmaya gölüm el vermiyor; dilim varmıyor.

Son Dakika Haberleri