EMEĞİN KARŞILIĞI

'' Hocam, bizim oğlan Aydın orta ikide. Turistlerle konuşsun diyorum. Tek bi laf edemiyor.''

'' İngilizce dersini kim veriyor ?''

'' İlkokul öğretmeni Nimet Bey. O da kendi kendine öğrenmiş.''

'' Tamam. Ben Nimet Beyle konuşayım, daha sonra bir program yapalım.''

1974 Ekim ayı. Ürgüp'e yeni gelmişim. Daha kimseyi tanımıyorum. Esnaftan ya da eğitimcilerden tanıdıklarım olsa da, ilişkilerimiz zayıf.

Nimet Bey'i öğretmenlerin ikindi sonrasında toplandıkları kulüpte buluyorum. Tanışıyoruz. Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı. Yıllarca Doğu Anadolu'da görev yapmış. Sonra Ürgüp Merkez'e gelmiş. Gayretli, çalışkan bir eğitimci olduğu belli. Güzel konuşuyor. Fakat sınıflar kalabalık; öğrenci sayısı fazla. Aydın'ı soruyorum. Anımsayamıyor. Küçük bir belde Ürgüp. 10 bin kadar nüfusu var. Herkes birbirini tanır diye düşünüyoruz, ama öyle değil.

Aydın'a ingilizce dersi vermeyi üstleniyorum.

Babası Salih ben yaşlarda, turistik anı eşyaları satılan dükkanı var. İçerden bir çıkıntı yapılmış tahtalarla. Kilim,halı,minder. Güzelce döşenmiş. Orada çalışacağız.

'' Hocam, ders başına ne vereceğiz?''

'' O nasıl söz ! Ben ücretli ders verilmesine karşıyım. Para ne demek ?''

'' Okulda yoruluyorsunuz, bir de bizim oğlana ders verince...''

'' Mesleğimizin fıtratında var yorulmak. Önemli değil. Yeter ki Aydın ilgi göstersin, öğrensin.''

.................

Peki Ürgüp Lisesi'nde dal öğretmeni olarak İngilizce dersi veren yok mu?

Yok...Cemil Köylü Tarih öğretmeni İsa Bulut ile ben veriyorum İngilizce derslerini.

İkimizin de lise sonrasında ingilizce eğitim veren bir yüksek okulda ders görmüşlüğümüz yok. Kendi kendimize öğrenmişiz, geliştirmişiz. Ankara'da öğrenciyken İngiliz Kültür Merkezi'nin, Amerikan Kültür Merkezi'nin kurslarını izlemişim. MEB'nın açtığı Buca Lisesi İngilizce yaz kursunu bitirmişim. Ama bunlar yeterli mi?

O günün koşullarında özümü geliştirmek için sürekli çabalıyorum. ABD'den, Britanya'dan dergilere sürdürümcü olmuşum. Plaklarla, kasetlerle telaffuzumu unutmamağa çalışıyorum.

Peki, Ürgüp gibi turistik bir ilçenin ortaokulunda (1947'de açılmış) ve Lisesinde (1974'te açılmış) bir değil iki, üç ingilizce öğretmeni olmalı. Yalnız bu dil mi, fransızca, almanca, italyanca dersi veren öğretmenler de atanmalıydı. Yok. MEB sanki Ürgüp'ü cezalandırmak ister gibi yabancı dil eğitimini önemsemiyor, öğretmen atamıyordu.

Esnaf çocukları turistlerle konuşa görüşe, rehberlik ede ede ingilizceyi öğreniyorlar. Özellikle Ortahisarlı öğrenciler bu konuda üstün yetenekli olduklarını gösteriyorlar. Her şeyin başı ilgi, sevgi.

........................

Aydın'a ders vermeğe başladım. Çocuğun ingilizcesi ilerledikçe babasının sevinci gözlerinden okunuyordu. Fakat belli etmemeğe çalışıyordu. Biz ders işlerken turist geldi mi dükkana, Aydın onlarla konuşmak için ayrılıyordu. Özüne güveni giderek artıyordu.

Nimet Bey'e sordum Aydın'ın durumunu. Gelişme olduğunu söyledi. Ders verdiğimi söylemedim. Fakat önünde sonunda duyardı nasıl olsa.

Ders yılının sonuna değin sürdü ingilizce kursu. Ortaokulda derslerin sona erdiği gün, bizim dersimiz de bitti. Ankara'dan getirttiğim küçük öykü kitaplarından bir takımı kendisine armağan ettim. Mutlu oldu. Okuyacağına emindim. Çünkü hem o heves uyanmıştı, hem de daha tv yayınları olmadığından vakit geçirmek için başka yol yoktu.

Baba da çabalarımı takdir ettiğini söyledi, teşekkür etti.

.......................

Bir gün dükkanın önünden geçiyordum. Baktım, vitrinde ORWO marka ( Doğu Almanya malı) slayt -diyapozitif- filmler sıra sıra dizilmiş. O günlerde ülkede döviz sıkıntısı vardı. Japon, Batı Almanya, ABD filmleri bulunmuyordu piyasada ve olanlar da ( Fujichrom, Kodachrom, Agfachrom ) pahalıydı. Ancak turistler yeterli döviz getiremiyorlarsa, yanlarında taşıdıkları filmleri dükkanlara, esnafa satıp , Türk Lirasına çevirerek ülkemizdeki gezilerini ucuza getiriyorlardı.

Dükkan sahibi Salih'e o filmlerin kaç lira olduğunu sordum. Beklemediğim bir eder söyledi. Daha kredi kartı da kullanılmıyordu. Makinalarımda film yoktu. Cebimde, cüzdanımda da para tükenmişti. Veresiye almak da istemiyordum.

Eğer indirim yaparsa 10 tane alacağımı söyledim. Gereksinme büyüktü. Sanıyordum ki, Kapadokya'nın 365 gününü resimlersem, ortaya çıkacak albüm Türkiye'de, dünyada tek olacak ve ses getirecek ; parasal karşılığıyla daha nitelikli fotograf makinaları alabileceğim. ( Ne denli safmışım. Ticarileşmiş fotograf sanatçılığı vardı ülkede. İstanbul'dan reklam fotoları çekmek için çağrılan sanatçı (!) pek pahalı ekipmanıyla , hassas objektifli kameralarıyla ( Hasselblad, Mamiya, Rolleiflex, Nikon vb. ) Kapadokya'ya geliyor, ayağını bir koyağın kumuna, toprağına basmadan, bindiği taksinin penceresinden resimler çekiyor, dünyanın parasını alıp

gidiyordu. Medyatik devir başlamıştı).

Buz gibi soğuk bir sesle karşılık verdi dükkancı Salih:

'' Zarar iderim. İndirim olmaz.''

Sıcak bir gündü. Damsa Koyağı 'nı güneş tüm gücüyle kızdırıyordu.Göz kamaştıran bir parlaklık. O karşılık , Salih'in verdiği yanıt beni üşüttü.

Verdiğim emeği düşündüm. Değer miydi?

Evet.

Baba ayrı, oğul ayrı...

Ders verdiğime pişman değildim.

.................................

Verdiğin dersler karşılığında bir ücret istemediğine, almadığına göre bu ''mükaleme'' nasıl sonuçlanmalıydı ?

Önemli olan film değil, parası değil...

Görgü, görenek diyorum ve başka bir söz de demiyorum...

...........................

12 Eylül 2019. Ürgüp