Elçileri tanısalardı sapkın olmazlardı

A -
A +

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra
osmankemalkayra@gmail.com
Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

İnsan hayatını ve ilkel devreleri asla teknoloji ile doğru orantılı olarak ölçmemelidir. Acaba insanlar elektriğin keşfine kadar medeniyetler kurmadılar mı? Tıp bilimi yok muydu? Eskinin göz alıcı tarihî eserleri yapılırken hafriyat için kazı makineleri mi vardı? Vinçler devrede miydi? Tac Mahaller, Gök Medreseler, Süleymaniyeler yapılırken beton dökme kalıp makineleri mi vardı?.. Daha da geri gidersek Mısır Piramitleri hangi modern aletlerle yapıldı? O zamanlarda da matematik vardı, kimya vardı, cebir vardı. Kıt imkânlarla beyin ameliyatlarının yapıldığını gösteren deliller bizi hayrete düşürmüyor mu?
İnsan varsa yaşama şartlarını iyileştiren pratik bilgiler basitten mükemmele doğru gider. Bunda baş amil, tecessüs ve iradedir. Her şeyde tekâmül esastır. İnsan bu tekâmülün atlama taşıdır. Modernizm ve teknoloji, insanın cehdi, gayreti, azmi ve sezgisiyle ortaya çıktı, gelişti ve gelişmeye devam ediyor. Bütün bu çabalar niçindir: İnsanın rahatı, huzuru ve güveni için…
İlkel devirlerde insanlar hep yayılmacı, savaşan, hunhar olarak düşünüldü ve böylece tanıtıldı. Hâlbuki ilk insan Hazret-i Âdem’e çiftçilik ve dülgerlik Rabb’i tarafından öğretildi. Bu yerleşik düzene ilk geçişti. İnsanlar bu elçileri tanımadıkları için sapkınlık batağına   düştüler.
İlkel insanlar sapkınlığın sarmalında giderek insanlık sıfatından uzaklaştılar; saldırgan ve acımasız oldular. Ama bu duruma gelmelerinde birtakım etkenler vardır. Bunu iki temel sebebe bile indirebilmek mümkündür: Ekonomik çıkarlar ve emniyet...
Dikkat edilirse hemen her şehrin en yüksek yerinde bir muhkem kale göze çarpar. Bu kalelerin geniş iç mekânları, o bölge halkının yaşama ve sığınma yeridir. Bu kaleler yüksek duvarları ve burçları ile düşman saldırıları için güven uyandıran sistemlerdir. Kalelerin önündeki düz arazi, tarım ve hayvancılık için kullanılırdı. Akşam olduğunda veya bir saldırı anında insanlar ve hayvanları bu kalelere sığınırlardı. Bu kale ahalisi, nispeten yerleşik düzene geçmiş toplumlardı.  
Deniz kenarlarında oturan halk, denizcilik ve balıkçılıkla uğraşırken onlar da akşamları kalelere sığınırlardı. Denizde demirledikleri araçları gözcülerce korunmaya çalışılır, dengesiz güçlerin saldırılarında canlar garantiye alınıp mallardan vazgeçilirdi...
Zenginleşmiş ve nispeten müreffeh hâle geçmiş toplumlar, talancı, yağmacı ve yalnız çapul ile geçinen ilkel korsan kolonileri tarafından hep tehdit altında tutuldular. Huzur ve güvenleri hiçbir zaman garanti altında olmadı. Karalardan denize uzanan barbar kavimler, deniz ulaşım ve taşımacılığından kazandıkları mal ve insanlarla (köleler) korsan devletler kurdular. Ege ve Akdeniz tehlike ve sıkıntıların merkezleri olmuştu. Yaşamak için eğer denize açılacak olurlarsa bu alanda çok kuvvetli olmak zorundaydılar. Barutun keşfiyle artık karalar ve hatta kaleler ve burçlar bile emniyet değerlerini kaybetmeye başladılar...
İlkel devir insanlarının bu yayılmacı tutumunda fizik güçlerini destekleyen moral motivasyon kaynakları “tanrı”larıydı. Her fiillerinin, projelerinin, hatta zulümlerinin destekleyici tanrıları vardı. Tabiatın çetin şartlarına maruz olan bu insanların koruyucu tabiatla bütünleşmiş “tanrı” ve “tanrıça”ları, onlara bazen acıyarak yardım eder, bazen de onlara zulmederdi!.. Ama onlar tabiat tanrılarıydı, tanrıçalarıydı; onlar çok  güçlüydüler ve onlara karşı koymak mümkün değildi. İnsan ve hayvanlardan adanılan kurbanlarla,  tanrıların ve tanrıçaların yardımları talep edilirdi...
İlkel toplumlar, savaşlar dışında birbirleriyle pek temas etmezlerdi. Şartlar ne kadar ilkel olursa olsun her toplumun kültürü farklıydı. Tabiat tanrıcı, hayvan tanrıcı, fetişist veya politeist (çok tanrıcı) olan bu insanların taptıkları tanrıları da farklıydı.
Her devrin hak peygamberlerini dinlemeyen bu asi ve tuğyan içindeki insanlar, Allahü tealanın bu elçilerine hep zulmettiler.  “Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp öldürmek kastında bulundu”  (El- Mü’min-5)... Sonra bu kavimler kendi kurguladıkları suç ortakları “sanal tanrılar”ının kendilerine verdikleri cesaret ve onayları ile, insanlık dışı unsurlara dönüştüler ve vahşette sınır tanımadılar...
Yerleşik topluma geçmeden evvel insanlar, panteist, animist ve Şamanist oldular. Bunlar o devirlerin genelleşmiş din profili idi. Yerleşik düzene geçerek büyük şehirler kuran, şehir devletler oluşturan bu toplumlar da sapkınlığın ta içinde idiler. Eski Mısır, Yunan, Roma ve Japonlarda millî tanrı ve tanrıçaların sayısı oldukça fazladır...
Her iş, her umut ve her nefretin bir tanrı veya tanrıçası vardı!  Allahü teala kullarına saadet yolunu, insan neslinin varlık bidayeti ile açmış ve  kendi varlığının ve vahdetinin şehadetini irade buyurmuştu.  İnsanlık bu ilahî içtimaî mukaveleyi hiçe saymış, şirkin ve   dalaletin gayyasına yuvarlanmıştı . Şimdi o ilahî ahdi bir hatırlayalım:
A’raf Suresi 172’de  “Kıyamet gününde biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: ‘ Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’  Onlar da ‘ Evet şahit olduk dediler.’  Allah, yine onlar için Rablik delillerini dikmiş ve akıllarına onları ikrara davet edecek şeyler yerleştirmişti. Öyle ki onlara ‘ Ben sizin Rabb’iniz değil miyim’  denilmiş gibi oldular. Onlara verdiği ilim imkânını ve ( bu hadisenin)  içlerine yerleşmesini, onları şahit tutma ve temsil yolu ile itiraf etme yerine koydu. Bunun sebebi, kıyamet gününde ‘ Evet şahit olduk’  demeleri içindir.”
Yine aynı Sûre-i celîlenin 173 ve 174. Âyet-i kerîmelerinde “Atalarımız önceden şirk koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik; onlara uyduk” dememeniz içindir. Çünkü taklit, delil varken ve ilim imkânı  mevcut iken mazeret olmaz. “Batıla sapanların   yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin?”  (derler). Burada şirki kuran batıl atalarını kastediyorlar. Allahü teala Hazreti Âdem’i yaratınca belinden zürriyetini küçük karıncalar gibi çıkardı. Ve onları diriltti. Onlara akıl ve konuşma verdi. Onlara bunu ilham etti. Bu konudaki Cenâb-ı Ömer’den nakledilen bir hadîs-i şerîfe Kitâbü’l-Mesâbih’de bir atıf vardır. Allahü teala onları genel söz verme ile susturmuştur. Daha önce de onları kendilerine verdiği özel söz, aklî ve naklî delillerle susturmuş ve onları fikir ve istidlâle zorlamıştı...  Nitekim Cenâb-ı Allâh şöyle demişti: “İşte âyetleri böyle açıklıyoruz. Yani taklitten ve batılın arkasına düşmekten belki dönerler .”   “(Kâdî Beydâvî,  Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl) Tercüme Abdülvehhab Öztürk, Kahraman Yayınları. El-A’raf ,172, 173, 174. 2. Cilt s. 305.”
Görüldüğü gibi, Allahü teala kullarının düşeceği tuzakları görmüş ve onları doğru yola iletmek için türlü delillerle varlığının ve birliğinin tasdikini temin etmişken bütün asi toplulukların en büyük savunma mekanizması olan “Atalar dini”  butlanını da iptal etmiş oluyordu...
Bütün nebi ve resuller gibi Cenâb-ı Risâlet-penâh Efendimiz de aynı sıkıntıyı çekmiş, tebligatı sırasında Mekke müşrikleri hep “Atalarımızın dinini nasıl terk ederiz”  diyerek bu batıl taklit safsatası ile hakikate yüz çevirmişlerdi.
Bayraklarda ve millî göstergelerde bulunan hayvan ve bitki motifleri, hayvan ve tabiata tapma dönemlerinin izleri, kalıntılarıdır. Bunlar zamanla kült hâline gelmişlerse de hâlâ bazı toplumlarda bu varlıklara tapma olayına şahit olabiliriz. Nispeten daha arınmış bir tapınmalar manzumesi olan Şamanizm’de ruhlar esas karakterlerdir. Aslen üst düzey bir trans hâlinin yaşandığı bu inanışa hemen hemen bütün ilkel kavimler başvurmuşlardır. Bugün de bu inanışın saliklerinin olduğunu görmemiz mümkündür. Bozulmuş semavi dinler, muharref Tevrat ve İncil’e inananlar, İslamiyet’ten daha fazla nüfusa sahip olmakla birlikte, Şamanizm (din değildir), Hinduizm, Şintoizm, Budizm gibi batıl dinlere inananların nüfusu, muharref dinlerle birlikte Hak Din İslamiyet’e inananların nüfusundan daha azdır. Bunlara bir de hiçbir dinin saliki olmayanları da ekleyebiliriz...
Bugün dünyada Müslümanlar %23 (1.6 milyar), Hristiyanlar  %32 (2.2 milyar), Yahudiler (Musevilik) % 0,2 (14 milyon), Hindular %15 (1 milyar), Budistler %7,1 (500 milyon), geleneksel dinlere (Jainizm, Sihizm Taoizm, Şintoizm Tenrikyo ve Zerdüştlük)  inananlar %6 (400 milyon), hiçbir dine inanmayanlar %16.3 (1,1 milyar)dır. Bu grup dünyada üçüncü sıradadır. Yalnız Çin’de hiçbir dine inanmayanların sayısı 700 milyondur.
İnsanların animist, panteist, fetişist ve politeist dönemlerden vahdet dışı monoteizme geçmeleri önemli bir safhadır. Bunların inanç sistemleri birbirine benzerken kültür faktörleri (töreler) önemli bir ayraçtır. Daha evvel genişçe temas ettiğimiz törelerin dinlere etkisi, eski toplumlarda dinin belirleyici kuralları gibidir; dinî müeyyideler gibi baskılayıcıdır. Töreler ilkel din yelpazelerinden politeizme ve  monoteizme kadar bütün inanışlarda görülür. İslamiyetle birlikte şirkin izlerini taşıyan töreler (örf) yasaklanırken şer’-i şerîfe uygun olanlar hukukun bir kolu olan örfî hukuk şekliyle adaletin yardımcısı olmuştur...
Dalalet batağının, geniş bir panoramasını çıkardıktan sonra, vahyî sistemlere ters düşen insanlığın sınır tanımaz sapkınlıklarını, bir sonraki yazımızda açıklamaya devam edeceğiz. Tekrar buluşmak üzere esen kalınız efendim...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.