UMMAN’DAKİ BU CAMİ KİMİN?

UMMAN'DAKİ BU CAMİ KİMİN?

30 Ekim 2019 - 20:56 - Güncelleme: 30 Ekim 2019 - 21:14

Abu Dabi, BAE

 

43- ABU DABİ, B.A.E. 240 46’ Kuzey Enlemi, 540 36’ Doğu Boylamı

Ertesi gün bu kez aynı devletin Abu Dabi limanına geldik. Burası, ilkine göre daha mütevazi ve daha oturmuş olsa da yine her yan gökdelenlerle dolu. Şehir merkezine otobüs ile geldikten sonra arkadaşımız olan başka bir Türk aile ile yürüyerek şehri dolaşıyoruz.

Dikkatimi çeken şeylerin ilki, yerli Arapların yine ortada görünmemesi ve dışarıda çalışan komşu ülkelerin gurbetçi insanları oluyor. İkincisi ise, gökdelenler arasındaki meyden şeklindeki boşluklara tek minareli beyaz veya sarı renkli taşlarla yapılan orta boy camilerin fazlalığı. Bunların tamamı Arap sitilli camiler. Minareleri, bizimkiler gibi daire şeklinde değil kare şeklinde ve tepeleri de sivri olarak sona ermiyor. Alemlerindeki hilallerin uçları birbirine birleştirilmiş.

Bu camilerden rastgele birisine girdim. İçeride 4-5 erkek namaz kılıyordu. Biri hariç hepsi geleneksel beyaz uzun etekli entariler giymişti. Giriş kapısının iki yanında avuç içi büyüklüğünde düzgün kesilmiş plaka şeklinde taşlar öbekler halinde konulmuştu. Taş plakalar üzerinde dini motifler ve Arapça yazılar vardı. Namaz kılanların secdeye alınlarını koydukları noktaya bu taşlar konulmuştu ve secde ederken alınları halıya değil bu plaka taşlar üzerine geliyordu. Buranın Şii camisi olduğunu anladım. En arakada oturup namaz kılışlarını izledim ancak herhalde namazları bitmek üzereydi ki pek bir şey göremedim. Arap kıyafetliler pek yüzüme bakmadan çıkıp gittiler, normal kıyafetli olan ise selam verince, onunla dışarı çıktım. Hintli Şii Müslüman'mış. Burada çalışıyormuş. Alınlarını koydukları plaka taşlar Kerbela'dan gelmiş. Bana sorunca, Türk olduğumu ve Hanefi mezhebinden Sünni Müslüman olduğumu söyledim. Birlikte cami dışına kadar yürüdük, güler yüzle ve nezaketle el sıkışıp iyi dilek sözleri ile birbirimizden ayrıldık.

Biraz sonra bir başka camiye girdim. Bu biraz daha büyük, iki minareli ve beyaz mermerden yapılmıştı. Aynı şekilde birkaç kişi kendi halinde namaz kılıyordu. Hemen önümdekinin namazı aynı bizim gibiydi, sadece 4 rekatlık namazın ikinci rekatında oturduğu zaman, çok kısa sürede 3. rekât için ayağa kalkıyordu. Onunla ben de dışarı çıktım. Pakistanlı Sünni bir Müslüman'mış. Buralarda Şafiler çoğunlukta olmasına rağmen kendisinin Hanefi mezhebinden olduğunu söyledi. Onunla da samimi bir şekilde el sıkışarak vedalaştık.

Yolda orta büyüklükte bir markete girdik. Yolculuğumuz boyunca en çok yediğimiz tropikal meyvelerden olan mangoların değişik türlerinin satıldığını ve her birisinin üzerinde isimlerinin yazıldığını görünce bunları not ettim. Bu markette yedi ayrı mango satılıyordu: "Long Kenya, Lal Baug Indıa , Yellow Thailand, Badami Indıa, Totapuri, Alphonso Indıa ve Yemen" Gemide yediklerimizi bu isimlerle uyuşturmaya çalıştık. Bizim yediklerimizden bazılarının burada satılmadığına karar verdik.

Daha sonra bir taksi tutarak değişik semtleri ve sahil yolunu araç içinde gezdik. Bir ara buranın en lüks ve meşhur oteline gittik ancak kapıda güvenlik aracı durdurdu, bizlere dikkatlice baktı ve içeri giremeyeceğimizi söyledi. Çünkü, bizim Türk erkek arkadaş diz seviyesinde kumaştan yapılmış şortlu idi. Şortunun daha uzun olması gerekiyormuş. Kapıdan tersyüz geri döndük. Şoförümüz, önceden rezervasyon yaptırsaydık içeri girebileceğimizi ve zaten içerdeki müşterilerin şortla dolaştığını söyleyince bu tarz bir yasağın mantığını çözemedik ancak çok da önemsemedik. Sadece arkadaşımıza ağdasını iyi yapmadığı, kıllı bacakları yüzünden içeri girmediğimiz türü şakalarla takıldık.

Kasap, Umman, Bu Cami Kimin?

En son güncellendiği tarih: May 21

 

44- KASAP, UMMAN. 260 10’ Kuzey Enlemi, 560 14’ Doğu Boylamı

18.4.2019 sabah güneş doğmadan güverteye çıktık. Çünkü, Hürmüz Boğazı içinde seyrederken hem İran'ı hem de Arabistan Yarımadasının damı olarak adlandırılan Umman'ı bir arada görmek istiyorduk. Hava yeni yeni ağarırken denizin her iki tarafı çok yüksek, sarp kayalar halinde dağlarla çevriliydi. Denizden sert ve keskin yamaçlarla yükselen dağlar üzerinde bırakın yeşilliği toprak dahi yoktu. Boz siyah ve hafif kızıl kahve bir renk halinde, keskin tepeli kayalık dağlar yan yan ve arka arkaya uzayıp gidiyordu.

Biraz sonra güneş İran tarafındaki dağların üzerinden doğmaya başladı. Gökyüzü kızıla çaldı, denizin üstünde balıkçı tekneleri ve gemiler seçilmeye başladı. Bunların dışında, limanlarda kılavuz hizmeti veren botlara benzer teknelere bağlı ve deniz üstünde sabit şekilde duran ve her biri büyük birer yük gemisi şeklinde üzerleri değişik mallarla dolu mavnaları gördük. Bunlar bu bölgeden akşam saatlerinde ayrılırken de aynı yerlerinde sabit şekilde duruyorlardı.

Burası, Hürmüz boğazının tam orta noktasında Umman'a bağlı bir balıkçı kasabası. Ayrıca, BAE ile İran arasındaki sınır ticaretinin yapıldığı nokta imiş. Gemimizin demirlediği asıl iskelenin yan tarafındaki yerel iskelelerde onlarca orta boy tekneden, çok fazla sayıda koliler dolusu mallar indirildi veya yüklendi. Ayrıca, orta boy ince uzun bir metal gemiden iki ayrı sürü halinde koyunlar getirildi. Aynı noktada oldukça kalabalık bir açık hava balık hali de kuruluydu.

Bölgenin adı Musandam, şehrin adı Kasap ve enteresan bir yer burası. Etrafı ya denizle ya da BAE toprakları ile çevrili. Asıl Umman'a bitişik değil, onun dışında bir toprak parçası. Bu nedenle kara yolu ile kendi başkentlerine gitmek için mutlaka önce BAE topraklarından geçmek zorundalar.

Bir diğer özelliği ise burasının aynen Norveç fiyortları gibi bir kıyı şekline sahip olması. Deniz ile sarp ve dik yamaçlı kayalar ve benzer şekilli adalar bir dantel gibi iç içe, neresinin ayrı bir ada neresinin asıl kara parçası olduğunu anlamıyorsunuz. Fiyort içinde ilerleyen teknelerdeyken yön duygunuzu kaybediyorsunuz.

Aynı zamanda bu bölge yunuslarla ve köpekbalıkları ile dolu. Bu güzellikler yaşamak için, 6 Türk ve 4 Fransız birleşerek özel bir tekne tuttuk. Çünkü fiyatlar, iki kişiye göre dört kişi olunca düştüğü gibi en az 10 kişilik gurup olduğunuzda ayrıca düşüyor.

Kaptanımız Abdullah isimli sakin yapılı ve orta yaşlı bir Arap. Çift motorlu ve hızla seyreden tekne ile dağlar arasındaki denizde heyecanlı bir yolculuk başladı. Etrafta başka tekneler ve daha geleneksel şekilde ahşaptan yapılmış büyük turist gemileri var ama onlar ağır şekilde ilerliyor.

Abdullah, bize yunusları göstermek için dikkatli olarak denizi ve özellikle yamaç altlarını izliyor. Çok geçmeden yunuslar göründü. Sakin sakin etrafımızda bata çıka ilerlediler. Daha sonra bir başka gurup yunus daha gördük. Bu şekilde bir saat içinde 5 ayrı kez yunusları su üstünde görme fırsatımız oldu. Ancak köpekbalığı görmedik. Bu arada devamlı yer değiştiriyoruz. Deniz kıyısındaki bu keskin yamaçlara yuva yapmış kaz büyüklüğünde kara renkli kocaman kuşlar var. Bunlar sürü halinde aynı ördekler ya da kazlar gibi tekli sıralar halinde ve suya yakın uçuyorlar. Duvar şeklinde yükselen kayalar içindeki yuvalarına yakın olarak seyrettik. Onlar da adeta asılı durdukları kayalıklardan bize baktılar.

Kayaların birbirinden ayrılması sonrası aşınmalarla oluşan ilginç kıyı görüntüleri seyrettik. Bunlardan birisi tam bir goril kafası şeklindeydi. Deprem faylarının eğik veya düz olarak dağları ve tepeleri şekillendirdiğini, bunların bize bakan yüzeylerindeki çizgi halinde uzayıp giden hatlardan anladık. Tüm çevre bana Amerika Arizona'daki Büyük Kanyonu hatırlattı. Tabii ki, içinde olduğumuz vadi daha geniş ve deniz ile dolu. Deniz bu şekilde fiyort denilen haliç ya da kanal halinde döne döne dik dağlar içinde ve kaya kütleleri halindeki adalar etrafında gidiyor.

Biraz sonra Telgraf Adası denilen küçük ve nispeten az tepeli bir adaya yanaştık. İngilizler, Güneş batmayan İmparatorlukları zamanında burayı telgrafhane olarak kullanmışlar ve özellikle Hindistan'la haberleşmişler. Adanın üzerinde temelleri kalmış birkaç bina kalıntısı bulunuyor. Kıyısı ise yüzme ve şnorkel yeri.

Sıcak havada denize atladık. Kocaman ve renkli balıklarla bir kez daha yan yana yüzmeye başladık. Daha önceki denizlerde kaya oyuklarında olan siyah uzun oklu kirpiler bu kez çok fazla sayıda ve öbek öbek deniz tabanındaki açıklıklarda idi. Ancak su derin olduğu için onlarla temas tehlikesi yok.

Bu bölgedeki vahşi köpekbalıkları bu adanın olduğu yere kadar gelmiyorlarmış, kaptan Abdullah son derece doğal bir şeymiş gibi birkaç yüz metre öteyi işaret ederek "en son oralarda görünüyorlar, merak etmeyin" diyor. Biz artık bu durumlara alıştığımız için denize girmekte bir tereddüt yaşamıyoruz. Ancak ertesi gün, bizim yanımızdaki bir başka teknede yolculuk yapan İtalyan bir arkadaş, kendi tekneleri ile gezerken Telgraf Adasının hemen yan tarafında üç tane köpekbalığını gördüklerini ve kocaman sırtları ve keskin sırt yüzgeçlerini gösteren fotoğraflarını çektiğini anlatarak telefonundaki köpekbalığı fotoğraflarını gösterince heyecanlanmadık değil.

Ayrıca burada beyaz renkli ve küt yapılı denizanaları var. Bunların, ince uzun kolları yok. Yine Abdullah deniz analarının zararsız olduğunu ve elleyebileceğimiz söylüyor.

Deniz içinde küçük renkli balıklardan ziyade, iri ve daha az parlak renkli balıklarla birlikte yüzüyoruz. Buranın deniz altı da diğer şnorkel yaptığımız sular gibi cennetten bir köşe. İnsanın sudan çıkışı ve bu ortamdan ayrılışı çok zor oluyor. Etrafınızda korkusuzca gezinen onlarca balığa adeta dokunarak dolaşmak ve bizdeki şnorkel tüm başımızı ve yüzümüzü içine aldığı için sağladığı geniş bakış açısı ile etrafı içerden seyretmek tarifsiz bir güzellik.

Yaklaşık iki saat sonra iskeleye geri döndük. Duş ve kıyafet değiştirmek için gemiye çıkıp bu kez kasaba merkezine gitmek için midibüse bindik. Çok küçük bir şehir burası. Kıyı çizgisi ile meskûn mahal arasındaki 5-6 km’lik bölge bir vaha şeklinde hurma bahçeleri ile kaplı. Merkez irice bir köy meydanı gibi tek katlı dükkanlardan oluşuyor. Sıcak ve güneşli havada yürüme imkânı olmadığı gibi gezecek bir yer de yok.

BU CAMİ KİMİN?

Biraz ileride oldukça büyük ve güzel bir cami var ve çevresi temiz bir şekilde düzenlenmiş. Oraya gidiyoruz. Üniforması olmamasına rağmen bekçi olduğunu sandığım kızgın ifadeli bir Arap hiç kimseyi cami avlusuna dahi sokmuyor. Adama itiraz edip kavga gürültü önce bahçeye sonra camiye girdim. "Burası Allah’ın evi, kimseye ait değil ve ben Müslümanım" diye konuşuyor ve yürüyorum. Oralarda bulunan ancak bekçinin kovaladığı bir Alman turisti de yine yanımda kavga gürültü camiye soktum. Bekçi, benimle baş edemeyince söylene söylene gitti.

O anda bir araba dolusu erkek çocuk öğrenci geldi, bekçi onları yanımıza gönderdi. Çocuklar, bize uzaylı gibi bakıp çekingen tavırlarla etrafımızı çevirdi. Yanıma çağırmama rağmen gelmediler, ben yanlarına gidince de kaçıp uzaklaştılar.

Kadınları, caminin ana bölümüne hiç sokmuyorlarmış. Gülsüm’ü ilk avluya girdiğimiz anda bir kadın görevli aldı ve onu diğer taraftaki küçük bir bölüme götürdü. Gülsüm’ün anlattığına göre burası Sultan'ın camisi imiş. Tabi Gülsüm hemen itiraz etmiş ve camilerin Allah’ın olduğunu ve Sultan'a ait olamayacağını söylemiş. Camilerin Türkiye'de her zaman açık olduğunu ve kadın erkek ayrı bölümlerde olsalar da aynı mekanlarda namaz kıldığını anlatmış.

Camileri kilitleyip namaz dışında kapalı tutmak buranın bir adeti gibi. Kadınları ayrı kapılardan yine ayrı bölümlere götürmek ve Müslüman olmayanları hiçbir şekilde camilere sokmamak diğer adetleri. Çünkü, ertesi günkü başkent Muskat turunda da aynı durumlarla karşılaştık. Ben camiden çıkınca konuşmak için doğrudan bekçinin olduğu dış kapı yanındaki kulübeye girdim. Bizim kızgın bekçinin yanında bu kez din görevlisi olduğunu sandığım bir erkek daha vardı. Diğer kişi daha makul davrandı, beni misafir ettiler, su ikram ettiler. Birazdan Gülsüm geldi, ona da su ikram ettiler. Bu şekilde işi tatlıya bağlayarak oradan ayrıldık.(YARIN: Dikkat Korsan Çıkabilir, Hayvanlar Alemi, Paskalya, Eden'den Sonrası Kızıldeniz, Türkiye Esintisi )

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU