Efsaneden haine

Günahın içine düşen insan, yaptığı kötülükler için pişmanlık duyan aziz, övünen ise şeytandır.
Thomas Fuller

Ada futbolunda sıkça kullanılan “from hero to villain” (efsaneden haine) deyimi maça iyi başlayıp, kötü bitiren topçuları tanımlamak için kullanılır. Maçın başlarında müthiş oynarken bir gol atıp bir de asist yapan futbolcu, maçın 2. yarısında kendi kalesine gol atıp, üstüne de kırmızıyı görünce ertesi günün gazetelerinin arka sayfalarında o bilindik cümleyle anılır. Ama bir de gerçekten efsaneyken haine dönüşmüşler var tarihte. Lanet bir virüsün gölgesinde futbolu fena özlediğimiz zamanlarda anlatalım Fransa Milli Takımının formasını giymiş, kaptanlığını yapmış ilk Afrikalının hazin hikâyesini...

12 Eylül 1905’te Cezayir’de dünyaya gelmiş, ilk takımı henüz 16 yaşında formasını giydiği FC Sète. Takımın antrenörü ve aynı zamanda futbolcusu İskoç Victor Gibson, orta sahada görev yapan, yüksek top tekniği ve oyun zekasıyla parlayan çocuktaki yeteneği ilk keşfedenlerden. Profesyonelliğin henüz legal olarak kabul edilmediği, ancak kulüplerin iyi futbolcuları el altından paralar ödeyerek saflarına kattığı zamanlarda, 1927 senesinde Sete takımının ezeli rakibi Nimes’e transfer olmuş. Nimes, futbolcuya takımın formasını giymesi karşılığında çok iyi bir iş, aynı zamanda dolgun maaş sözü vermiş.

Yeni takımıyla maçlara çıktığı zamanlarda duyurmuş adını. Futbolun günümüzden farklı kurallarla ve hayli sert oynandığı, ayağını yere sağlam basan futbolcuların rağbet gördüğü zamanlarda, bitmek bilmeyen enerjisi, hava toplarındaki üstünlüğü ve pas becerisi ile izleyenleri hayran bırakmış. 1926 senesinde, henüz 21 yaşında Fransa Milli Takımına seçilip ilk milli maçına Belçika karşısında çıkmış. Uruguay’da düzenlenen ilk dünya kupası öncesinde Fransa Milli Takımının kaptanı olarak Meksika karşısında sahaya çıkarken o günü hayatının en mutlu günü olarak tanımladığı yazılır.

1929’da zengin ve yeni başkanla ülkenin en büyük takımı olma hedefindeki Racing Club de Paris, ülke çapında nam salmış futbolcuyu ne pahasına olursa olsun saflarına katmak için kolları sıvamış ve büyük paralar karşılığında transfer etmiş. Futbolun profesyonelliğe geçtiği 1932’ten sonra üç sene kadar önce futboldan büyük paralar kazandığı biliniyor. Kadınlara, alkole ve at yarışlarına meraklıymış, futboldan kazandığı paralarla yarış atları satın alırken, zamanının büyük bölümünü yarış pistlerinde, yeraltı dünyasının karanlık karakterleriyle geçirir olmuş.

1930’da Uruguay’da düzenlenen ilk Dünya Kupası şöleninde Fransa’nın kaptanı olarak sahaya çıkarken, turnuvanın sonunda ülke futbolunda resmi sözleşmelerinin başlaması üzerine ilk sözleşmesini FC Antibes takımı ile yapmış. O zamanlarda ülke futbol ligi, “Kuzey! ve “Güney” grubu olarak iki grupta oynanır, sezonun sonunda grupları kazanan iki takım şampiyonluk için karşı karşıya gelirmiş. Bir nevi play-off anlayacağınız. Güney grubunu kazanan Antibes, Kuzey grubunun galibi SC Fives Lille takımını yenerek şampiyon olmuş ama sonrasında maçta şike yaptığı ortaya çıkmış. Futbolcu, şike suçlamalarını kabul etmese de şaibeli yaşantısı, kötü şöhrete sahip arkadaşları, takımın antrenörünün şike gerekçesiyle futboldan men cezası alması, onun da üzerine ‘şikeci’ yaftası yapıştırılmışına yeterli olmuş, iki takım arkadaşıyla birlikte takımdan uzaklaştırılmış. Bir sonraki durağı Nice, ama orada da tutunamamış. Kimi zaman idmanlara geç geldiği için ceza almış, kimi zaman oynadığı maçlardaki kötü performansı izleyenleri çileden çıkarmış. Hikâyesinin devamı 2. lig takımı Bastidienne de Bordeaux’da ancak üç ay tutunabilmiş. Futboldan koptuktan sonra bu kez adı gazete manşetlerine at yarışlarına şike karıştırdığı için düşmüş ve Paris’te hapis cezası almış...

***

1940 senesi 2. Dünya Savaşında Paris’in Nazi işgaline uğradığı zamanlar. Ülkedeki yeraltı dünyasının güçlü isimleri, düşman kuvvetleriyle iş birliği yaparak güçlerine güç katmak için seferber olurlar. O yıllarda Naziler’in saflarında yer alan mafya babası Henri Lafont hapishaneleri ziyaret ederek eski arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlar, örgütünü genişletebilmek için işine yarayacak olanları himayesine alır. Pierre Bonny adındaki eski polis müdürünü sağ kolu yaparken, eski futbolcuyu da altın kaçakçılığıyla uğraşan şebekenin başına getirir. Şebeke altın kaçakçılığından çok kısa sürede büyük servet yaparken, aynı zamanda Nazilere yataklık yapar, yakaladıkları direniş savaşçılarını, Yahudileri, velhasıl Nazi karşıtlarını işkence ederek öldürür. Şebekenin karargâhı Paris’teki Rue Lauriston caddesinin 93. numaralı eviydi ve evin mahzeni işkence odası olarak kullanılmaktaydı. Şebekenin kötü şöhreti kısa sürede ülke çapında yayılmıştı. 11 Haziran 1944’te Mussidan’da yakaladıkları 11 direnişçiyi bir çukurun içinde kurşuna dizerken, ölüm emrini veren ve tetiği çekenlerden birinin de eskinin futbolcusu olduğu yazılır.

***

Dört yıl süren savaşın sonunda Naziler yenilmiş, Fransa’yı terk etmek zorunda kalmıştı. Fransa hükümeti vatan hainlerinin cezasını kesmek için harekete geçti. Vatana ihanetle suçlandığı davada savcı, eski futbolcuyu düşmanla iş birliği yapmak, masum insanları öldürmek, talan, tecavüz ve soygunculukla suçluyor, şansı yaver gitmiş bir görgü tanığı şebekenin ellerinde yaşadığı dehşeti anlatıyordu. Tanıkların ifadelerine göre, işkenceler sırasında ağzından düşmeyen purosuyla sürekli espriler yapan adam, bir dönem Fransa futbolunun en önemli yıldızından başkası değildi. Bir zamanlar yeşil sahalarda adını duyuran futbolcunun kasasından 400 bin Frank çıkmıştı.

1944 senesinin Noel’inden bir gün sonra, zamanının en iyi orta saha oyuncusu, Fransa Milli Takımında forma giyen ilk Afrikalı futbolcu, Fort Montrouge’de beş arkadaşı ile birlikte kurşuna dizildi. Milli takıma seçildikten 14 sene sonra, para hırsına yenik düşüp vatan hainine dönüşen, bir dönemin futbol yıldızının adı Alexandre Villaplane idi ve ölümünden sonra bir mezar taşı bile olmadı...