"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Edille-i Şer’iyye (7)

Şemseddin ÇAKIR
15 Kasım 2019, Cuma 00:11
Edille-i Şer’iyye arayışına birinci delil ve kaynak olan Âyet-i Kerimelerle devam ederken daha, net bir kanaat elde etmek için Âyet-i Kerimelerdeki kelime, isim ve sıfatları; mana, tevafuk, ebced ve cifire göre (daha önce ebced, cifri anlatmıştık) değerlendirmeye çalışacağız.

Meselâ:

İkinci Âyet-i Kerimenin izahındaki: “Feminhüm Şakiyyün ve Said’ün” İsim ve sıfatları aynı zamanda, rakiplere ebced ve cifirle de baktığından, bizim için bu ebced ve cifir ihbâr-ı bilgayb mu’cizesinin anahtarı mesabesindedir.   

Üçüncü Âyet-i kerimenin mealinde: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere biz yollarımızı gösteririz” (Ankebut 69) hitabının muhatabı genelde bütün mü’minler olmakla birlikte, özelde numune-i imtisal ve bu meselede imtiyaz kesbetmiş, işarete mazhar olan, Allah’ın (cc) yol gösterdiği o zat kimdir? sorusunun cevabı bu âyetin ebced ve cifriyle anlaşılmaktadır ki, yine o ebced ve cifirde aynı rakipleri görüyoruz. 

Meselâ: Bu âyetin cifri bin üçyüz  kırk dört. Milâdisi 1924-25’e tekabül ediyor. 

Bu tarihlerde Birinci Şuâ, üçüncü âyet-in tefsirinde, o tarihteki felâketlere dikkat çekerek: “Nev-i insan içinde firavunâne emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak ve o tuğyana karşı çıkan “Bizim uğrumuzda cihad edenler olacak” âyeti o tuğyana karşı mücâhede edenleri sena ediyor. Evet harb-i umumî neticelerinden, hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi kuvvet ve gınaya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev-i beşerî mes’ul ediyor diye, “insan” ism-i umumisiyle tabir edilmiş.

“Kendilerine yollarımızı gösteririz” (Ankebut 69) âyetinin hesabı 1294 ederek Risâletü’n-Nur müellifinin besmele-i hayatıdır (doğum yılıdır).

Acaba bu tarihlerde nasıl önemli felâketler oldu ki, o tarihte mücahede eden mücahidin doğumuna kadar işaret buyruldu. 

Umumunu sayma imkânımız yok, fakat bizi bire bir ilgilendiren felâketlere hep berâber bakalım: 

1- Hilâfet-in ilgası.

2- Bütün medreselerin, (dinî okulların) kapatılması.

3- Osmanlı hanedanının yurt dışına sürülmesi.

4- Şer’iye ve erkân-ı harp dairelerinin (dinî bütün kamu kurumlarının) kapatılması.

5- Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla din derslerinin bütün okullardan yasak edilmesi. Hatta 1925’de bu memlekette Allah demenin  bile yasaklanarak yerine put anlamına gelen “tanrı”  kelimesi konması ve 1932’de ezanın da, ona göre tanzimi.

Meclis-i Mebusan’da da,”Beyler bu kanunlar mutlaka çıkacak ihtimal ki, çok kelleler gidecek” denilip hiçbir hocanın gıkının çıkmadığı bir zamanda Bediüzzaman’ın tek başına mukabele ve mücâhede etmesi, Allah katında nasıl bir cihaddır ki, Allah ona cifirle işaret ediyor? Meseleye bu zaviyeden bakılmadığı takdirde hiçbir şey anlaşılmaz, işin azameti kavranılamaz. 

Yoksa o tarihin dehşetli olaylarını hesaba katmadan, “efendim nasıl olur da o Bediüzzaman ve M. Kemal’e işaret oluyormuş!” denmesi boş bir sözden ibarettir.  

Bu vesileyle bir anekdot aktarayım: Merhum Hasan Basri Çantay’a sorarlar. “Efendim Bediüzzaman ve eserlerine Kur’ân-ı Kerîm’de işaret var deniyormuş, böyle bir şey olabilir mi? Allah razı olsun büyük insanların hali başka. 

O da demiş ki: “Sizin kuru yaş bu kitapta olmayan hiçbir şey yoktur (Enam Sûresi: 59) âyeti kerimesine imanınız yok mu? Hatta Kur’ân-ı Kerîm’de buna da, işaret var, fakat benim işaretim küçük olduğu için göremiyorum ve gösteremiyorum. Bediüzzaman’a ait olanlar büyük ve gösteriyor hepsi bu kadar” Yani Kur’ân-ı  Kerîm’de herşey olsun da Bediüzzaman olmasın olur mu? diye veciz bir cevap vermiştir, mesele kısaca budur. 

Demek bu millete sadece dinî gerçekler ve geçmiş tarihî hakikatler  değil, asrımızın böylesine hayatî hadiselerini bilmesi  dahi yasaklanmıştır. 

Zira asrın  filozofu Cemil Meriç “Bir milletin tahakküm altına girmesi demek, arazisini değil mevzuat ve ananesini kaybetmekle mümkündür” diye boşuna dememiştir. 

Demek bizim maksadımız Bediüzzaman’a işaretten ziyade Kur’ân’ın i’cazının isbatı, Cenâb-ı Hakk’ın  gelecek olayları da, hakkıyla bildiğinin ve hatta bildirdiğinin isbatıdır. Böylece anlaşılmış olsun ki aynı zananda Kur’ân hakikî tarihtir. Yani insanın cihad-ı manevî veya cihad-ı ekberine nasıl işaret edilebilirliğinin belgesidir. Allah’ın (cc) gayretullaha dokunan böyle bir meseleye  işaret etmesi, Allamül Guyup ve Rab olduğunun icazlı bir gereği değil midir? Allah (cc) haşa böyle bir zulümden habersiz veya razı olabilir mi? Tabiri caizse, bildirmesi değil, bildirmemesi nakısa olmaz mı? Madem Kur’ân-ı Kerîm’de kuru yaş herşey var ve Kur’ân’ın on vücuh-u i’cazından birisi de ihbarı bilgayb mu’cizesidir, herşeyin bir usûl ve metodu olduğu gibi, bir kısmı dahi, ebced ve cifirlerle deşifre edilecektir ve ahirzamanda o görev Mehdi’nindir.  

Benim acizane inancım odur ki Ebu Huzeyfe Hadisinde belirtilen kıyamete yakın o zifiri karanlıkta, insanlar ancak Bediüzzaman’ın Risale-i Nur projektörüyle aydınlanacaktır.

 Nasipse bundan sonra da, ikişer üçer âyet-i kerimelere devam etmeye gayret edeceğiz.

Okunma Sayısı: 1675
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı