Dünyayı nereden okumalı?

Nasıl okumalı?

Bir bakış açısı olmazsa bu okuma işi sağlıklı olmaz.

Peki bakış açısı nedir?

Bakış açısı bir tür zihinsel gözlüktür.

Bu gözlük sayesinde olayları değerlendirir, olayların akışına teslim olmayız.

Bakış açısı yoksa olayların girdabına kapılmak kaçınılmaz.

Dünyada öteden beri milletler mücadelesi söz konusudur.

Arzın kaymağını bir takım milletler yer, devlet geleneği sağlam, sosyal dilimler açısından teşkilatlı milletler daimi mücadele içinde pay kavgası verirler. Milletler mücadelesine hazırlıklı olanlar kavgada payını arttırır, hazırlıksız olanlar ise kaymağı uzaktan izlemekle kalmaz pay haline gelebilirler.

Önceki gün İngiltere parlamentosu Brexit anlaşmasını reddetti; Brexit’i gerçekleştirememenin demokrasiye güveni zedeleyeceğini söyleyen Başbakan Teresa May, istifa veya güvenoyu riskiyle karşı karşıya. May’in hükümeti, Kuzey İrlanda Partisi’nin dışarıdan verdiği destekle ayakta duruyor. Muhafazakar Parti, eski gücünden oldukça uzak. Brexit anlaşması’nın özellikle, "backstop" denilen maddesi gümrüklere hakim olamama sorununu beraberinde getirdiğinden İngiliz kamuoyunu endişeye sevk ediyor. Çünkü bu yolla "Birleşik Krallığın" bütünlüğünün korunamayacağını düşünüyorlar. Bu durum Teresa May’in partisine üye milletvekillerini de endişelendiriyor.

Avrupa’da meydana gelen gelişmeler oldukça öğretici. Almanya, İngiltere’yi karar vermeye zorluyor. İngiltere de Fransa’dan farklı biçimde İrlanda ve İskoçya meselesi ile boğuşuyor. Ülkeler köşeye sıkıştıkça doğal olarak kamuoyu milliyetçi refleksle mevzi alıyor.

İngilizlerin Anglosakson siyaset modeli eskisi gibi belirleyici değil. Klasik sömürgeci politikaları dünyaya öğreten İngiltere, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra soğuk savaş sürecine daha az etkili bir şekilde girdi. Fransız İhtilali’ni, Londra hazırlamıştı. İngiliz fikir adamı John Locke’nin otoriteye isyanı meşrulaştıran görüşlerinin Voltaire, Monteskiyo, Jan Jak Ruso gibi Batılı pek çok düşünce adamını etkilediğini ve bu etkileşimin Fransız İhtilali’ni hazırladığını söylemek mümkündür. Bu olayın üzerinden iki yüz yıldan fazla zaman geçti. Avrupa ulus ötesi birlikler dönemini yaşadı. Genişledi, çoğulculaştı ama beşeriyete dair temel yasaların üstüne çıkacak bir siyaset öğretisi gerçekleştiremedi.

Fransa entellektüel vasfını korumakta zorlanıyor çünkü geldiği son nokta Michel Foucoult’un "Ben, kitaplarımın Molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim" sözlerinde belirttiği gibi belirsizliktir.

Almanya, bu süreçte kendini var eden en güçlü şeyi ekonomik teşkilatlanmasındaki ustalıkla perçinliyor: Devlet olgusunu!

Emperyal değil ama oldukça etkili!

Filozof değil ama sözünün derinliği var.

Çünkü ekonomik anlamda güçlü. Çünkü ekonomisi sanayi üretimine dayanıyor. Almanya, kapitalist ülkeler içinde banker kapitalizmine en az meyleden ülke. Ekonomik yapılanması son derece özgün. Tarihin derinliğinden gelen teşkilatlı, kollektif, disiplinli karakterini post-modern aşamaya taşıyan yegane ülke. Otomotiv sektöründe Alman markalarının oluşturduğu üstünlük, adı geçen ülkenin rekabeti engelleyecek oranda güçlü hale geldiği tartışmalarını güçlendiriyor.

Dünyayı okumak önemli.

Nasıl okumak gerektiği belki bundan daha önemli.

En iyisi dünyayı milliyetçi gözle okumak.

Olanı biteni anlamanın yegane yolu bu.