Tek bir köşe yazısı ile anlatılması zor olan bir konuyu yazmayı deneyeceğim: “Kobani Olayları/6-8 Ekim Olayları Davası”.

Davaya nasıl yaklaşırsanız yaklaşın hem siyasi ittifaklara etkileri hem de 2023 seçimleri üzerindeki etkilerinin önemi konusunda sanırım herkes hemfikirdir. Bunun yanında barış içerisinde bir arada yaşam, Kürt sorununun çözümü, basın özgürlüğü, seçim güvenliği, ülkemizin AB Konseyi’nden ihracına kadar gidecek uluslararası boyutu, FETÖ yargısından devralınan pratiklerin yargılama kültürü haline gelmesi gibi açılardan da çok önemli. Buna rağmen kamuoyunda git gide artan bir ilgisizliğe ve başından “belli olan” sonucuna razı bir havaya bürünülmüş durumda.

Neydi Kobani Olayları/6-8 Ekim Olayları?

2014 yılı Eylül ayı ortalarında IŞİD, PYD’nin kontrolünde olan ve Suruç ilçesine sınır olan Kobani’ye (Ayn el-Arap) saldırılarını yoğunlaştırdı. Bunun öncesinde IŞİD’in özellikle Sincar bölgesinde gerçekleştirdiği, binlerce insanın katledildiği, cinsel köleliğe zorlandığı ve yerinden edildiği “Yezidi Soykırımı’nı” yaşayan bölge halkına yardım çağrıları başladı. IŞİD ve bağlı grupların 2013 yılından beri “Kürtlerin canı, malı, kadınları helaldir” fetvaları nedeniyle benzer bir sürecin yaşanması kaçınılmaz görünüyordu. O günün koşulları, özellikle “Çözüm Süreci” gözetildiğinde yardım ve dayanışma çağrılarının Türkiye’de de yankı bulması kaçınılmazdı. 24 Eylül’de Kobani’ye destek ve yardım/tahliye koridoru açılması talebiyle protestolar başladı. Önceleri sadece HDP ve DBP mensuplarının katıldığı bu gösteriler IŞİD ilerleyişi ve iktidarın adım atmaması üzerine yaygınlaştı. 29 Eylül’den itibaren ÖDP, EMEP, Halkevleri, KESK, DİSK ve ESP’nin katıldığı protestolar gerçekleştirildi, çağrılar yapıldı. Din adamları dernekleri, esnaflar bu protesto eylemlerine katıldı, dayanışma çağrılarında bulundu. 5-6 Ekim’de bir yandan yardım koridoru taleplerine yanıt verilmemesi (bu koridor 20 Ekim 2014 tarihinde açıldı, Peşmerge ve ÖSO grupları Kobani’ye geçtiler) bir yandan HÜDA-PAR ve ülkücülerin karşıt gösterilere başlamasıyla gösteri ve protestolar açık çatışma halini almaya başladı. 6 Ekim’de HDP resmi hesabından “Halkımıza acil çağrı” başlıklı; “Şu an toplantı halinde olan HDP MYK’den halklarımıza acil çağrı! Kobane’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz” açıklaması yapıldı ki görülmekte olan davanın ana suçlaması bu açıklama. Oysa açıklama öncesinde olaylar ve protestolar başlamıştı.

Ancak, özellikle Erdoğan’ın 7 Ekim’de yaptığı “Yerde, kara harekâtı ifa edenlerle iş birliği kurulmadıkça hava harekâtıyla bu iş bitmez. İşte aylar geçti, herhangi bir netice yok. Şu anda Ayn-el Arab da, diğer adıyla Kobani de, buyrun, düştü düşüyor” açıklaması yardım koridoru konusunda hükümetin adım atmayacağı şeklinde algılandı ve çatışmalar şiddetlendi, ölümler yaşanmaya başlandı. Yer yer gerçek mermilerin kullanıldığı şiddet olaylarında binalar, araçlar, Atatürk heykelleri ateşe verildi, net bir rakam ortaya koyulamasa da 37-43 kişi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin çoğu (33 kişi) HDP’li, altısı HÜDA-PAR’lı ve ikisi güvenlik görevlisi olarak açıklandı. Önemi bir kısmı faili meçhul olarak kaldı. 9 Ekim’de aralarında HDP’lilerin de bulunduğu siyasilerin sağduyu ve şiddetten uzak durulması çağrılarıyla olaylar duruldu. AKP ile HDP arasındaki çözüm süreci görüşmeleri aylar boyunca devam etti. Şiddetin artmasında ve önlenmemesinde o dönem güvenlik kuvvetlerine ve bürokrasiye hâkim olan Fetullahçıların etkin olduğu iddia edildi.

Sürecin, sanırım herkesin mutabık kalabileceği kaba özeti bu. 6-8 Ekim olayları ile ilgili olarak parlamentoda verilen araştırma önergeleri AKP-MHP oyları ile reddedildi. Birçok ilde davalar açıldı. İktidar tarafından en çok propaganda edilen Yasin Börü’nün katledilmesi davasında 15 sanığa, ‘çocuğu canavarca hisle kasten öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Bir azmettirme ilişkisi kurulmadı. Suça sürüklenen 3 çocuk sanığa ise aynı suçtan 23’er yıl hapis cezası verildi. İlginç yargılamalardan birisi ise Yargıtay’dan geçen Iğdır Kobani davası. Bu davada mahkeme şiddet olayları ile HDP’lilerin çağrıları arasında neden sonuç ilişkisi kurulamayacağına karar vermişti.

Şimdi Sincan Yerleşkesi’nde tüm bu ölümlerden ve şiddet olaylarından sorumlu oldukları iddiasıyla HDP yöneticileri sessiz sedasız yargılanıyor. Dava olaylardan 6 yıl sonra açıldı. Başlıktaki “Kumpas davası” tespitimin dayanaklarına gelince; aynen Fetullahçı yargının yürüttüğü kumpas davalarında olduğu gibi binlerce sayfadan oluşan (iddianame 3530 sayfa eki 324 klasör) çoğu yargılama konusu fiillerle ilgisiz sayfalar süren tarihçeler, tutarsız gizli tanık beyanları, gazete haberleri, kopyala yapıştır metinler, kısıtlanan savunmalar.

Ana kurgu tüm bu şiddet olaylarından HDP’lilerin doğrudan sorumlu olduğu. Basitleştirerek anlatmaya çalışırsam; bir kişi suç oluşturan eylemden sorumlu tutulabilmesi birkaç şekilde olabilir. İlki; kişinin eylemi doğrudan işlemesi ve/veya katılması. İddianameye konu eylemlerle yargılananlar arasında böyle bir ilişki kurulmuş değil. Yani yargılananlar bu eylemlere doğrudan katılmamışlar zaten böyle bir iddia da yok.

Bir diğer sorumluluk hali ise “azmettirme”. Yani yargılananların “eylemleri” ile iddianamedeki "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma", "insan öldürme", "insan öldürmeye teşebbüs", "yağma", "alıkoyma", "alıkoymaya teşebbüs", "yakarak mala zarar verme", "kamu malına zarar verme", "yakarak kamu malına zarar verme", "iş yeri dokunulmazlığını ihlal", "geceleyin iş yeri dokunulmazlığını ihlal", “hırsızlık", " yaralama", "iş ve çalışma hürriyetinin ihlali", "ibadethanelere zarar verme", "düşük yapmaya neden olma", "bayrak yakma" ve "5816 sayılı yasaya muhalefet" suçları arasında azmettirme ilişkisi kurulması gerekir. Eylem ne? Eylem “yapılan açıklamalar”. Doğrudan "Bu suçları işleyin" diye bir açıklama ya da talimat olmadığına göre azmettirme ilişkisi nasıl kurulacaktır? Hele çoğu faili meçhul kalmış, ya da HÜDA-PAR’lılar tarafından işlenen eylemlerle bu bağı nasıl kuracaksınız? Atılan tweetleri “uygunsuz” bulsanız bile cezai sorumluluk daha sıkı şartlara bağlıdır. Azmettirme belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan kişide, bir başkası tarafından suç işleme kararının oluşmasının sağlanmasıdır. Varsayım ve tahmine dayanılamaz. Hele hele günler öncesinden başlayan eylemlerden dolayı sorumluluk yüklenemez. Bunun adı kolektif sorumluluktur ve Orta Çağ hukukudur.

Suç olarak ortaya çıkan sonuçla yargılanan eylem arasında sebep sonuç ilişkisinin (nedensellik ilişkisinin) kurulması gerekir. Hangi teoriyle yaklaşırsanız yaklaşın bu ilişki Kobani davasında kurulamaz. Bu kadar geniş ve keyfi ele alınırsa Erdoğan’ın açıklaması ile bu bağ daha kolay kurulabilir.

Devam eden davadaki hukuksuzluklar ceza hukuku yönünden sayfalarca değerlendirilebilir. Ancak bir kurgu/kumpas davası olan ve asıl amacının ne olduğu geniş kesimlerce bilinen bu davanın daha yakından izlenmesi, siyaseten HDP’ye karşı olsa bile tüm tüm yurttaşlarımızın, özellikle sol/sosyalist/demokrat kesimin daha hassas olması hukuk devletinin inşası için önemlidir.