25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1)

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Peyami Safa (2 Nisan 1899-15 Haziran 1961) daha ilk romanı Sözde Kızlar (1922) ile bu türde iyi bir başlangıç yapmıştır. Kişilerini biraz dünya görüşüne göre çekip çevirse de, başarılı gözlemlerle çok sahici, inandırıcı karakterlerle karşılaşırız bu ilk romanında... Sözde Kızlar’ın belki de en önemli talihsizliği, Anadolu ahlakının bir simgesi gibi anlatılan Mebrure’nin İzmir Amerikan Koleji, yani bir misyoner okulu mezunu olmasıdır. Romanı okuduğumda acaba yazar bu okulları iyi tanımamış mı diye düşündüm. Ancak bu romandan sekiz yıl sonra yayımlanan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda “ecnebi okullarının” kültürümüz üzerindeki olumsuz etkilerinden, “kafaları yamyassı” ettiğinden söz edilir, hem de roman kahramanının hassas bünyesine uymayan sert bir tartışma içinde.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun önemli başarılarından biri, kahramanının ruh haliyle bütünleşmiş mekân betimlemeleridir. Acı çeken çileli insanlarla dolu, ilaç, kan, irin kokan hastane odaları, hastane koridorları uzun uzun anlatılır. Bakışı, görüşü hep sınırlayan, sessizlik doğuran duvarlar, günlerce arka üstü yatılıp sürekli bakılan tavanlar… “Dünyanın bütün tavanlarına lanet olsun!” dedirtir hastaya. Buradan ne zaman kurtulabileceğini de söyler doktorlar: Bağırmamayı öğrendiğinde… Bu duvarlar arasında yatma hakkını elde etmek de kolay değildir. “Sıralarda oturacak yer kalmadığı için yeni gelenler ayakta durdular ve anneler, hasta çocuklarını dizlerine oturtabilmek için duvar diplerine çömeldiler.” (s. 5) Çocuklarını biraz sonra çekecekleri acıya hazırlayan annelerin davranışları, hastane kalabalığı içinde size bir ayrı dokunur.

Sonuna değin “ben anlatı”, yani 1. kişili anlatım ile süren Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun, yazarın sonraki yıllarda yaptığı açıklamalardan otobiyografik karakterli bir roman olduğu anlaşılmaktadır. Yer yer günlük biçiminde yazılmış notlar da giriyor araya. Romandaki sıcaklığın, içtenliğin ve inandırıcılığın bir nedeni de bu anlatım biçiminde görülebilir. Peyami Safa’nın kolunda uzun süren bir rahatsızlık yaşadığı, çocukluğunun hastane odalarında geçtiği bilinmektedir. Kuşkusuz yazar bu hastalığı sırasında bacağından rahatsız olan hastalar da tanımıştır. Romanda anlatılan kahramanımız bacağında kemiğe işlemiş, uzun tedaviler, ameliyatlar gerektiren önemli bir hastalığın pençesine düşmüştür. Peyami Safa kol ile bacağın yer değiştirmesiyle kahramanını kendinden uzaklaştırtmak istemiş, bunda da başarılı olmuştur. Yapıt otobiyografik özelliklerine karşın anı değil, tam bir roman özelliği kazanmıştır.

Hastaların yattığı odalar, yabancı terimlerle konuşan doktorlar, pansuman odaları, kadavraların bulunduğu bölümler uzun uzun anlatılır. Kan, cerahat ve ilaç kokuları içinde geçen günleri kahramanımızı çocuk yaşta ciddi bir adama çevirir. Bakışlarda hep “istihfaf, istihza” arayan alıngan, kuşkucu, kuruntulu bir genç olur. Doktorların bir “hımm” sözünden bile etkilenir.

Peyami Safa’nın bu önemli yapıtı, benim bir değil iki kez okuduğum romanlardandır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, “Etin ıstırabı ve bu ıstırabın tetiklediği psikolojinin beşeri derinliği hiçbir romanımızda bu denli işlenmemiş” sözleriyle Tanpınar’ın da övdüğü ve başarılı bulduğu romanlardandır. (Devam edecek.)