Geçmişin tufanları ile bugünün yıkımından söz etmiştim geçen yazıda; devam edeceğim... Konu bugünkü sığ gündemimizi de ülkeleri de aşıyor; tüm insanlığın derdi.

Bu nedenle gençler, 20 Eylül Cuma gününden başlayarak dünya çapında bir iklim grevine girişerek bir haftalık bir iklim eylemini ateşliyor ve yetişkin dünyaya çağrıda bulunuyorlar; “konfor bölgelerinizden çıkıp kitlesel bir direnişi başlatın.”

Keşke, yaptıkları çağrı yanıt bulsa da, yalnız bu konuda duyarlı kesimler değil çok daha geniş kesimler yollara düşse...

Keşke, basında bir hafta boyunca manşetinden köşe yazısına, televizyonda tartışma programlarından film ve belgesel gösterimine kadar bunlar konuşulsa!... Hatta yalnızca bunlar!...

20 -27 Eylül arasında yapılacak iklim grevine katılacaklarını söyleyen bir gurup ünlü yayınladıkları bildiriyle çağrıyı yineleyip şöyle diyor: “20 Eylül’de, dünyanın dört bir yanında okul grevleri yürütmekte olan gençlerin talebi üzerine bizler de işyerlerimizden ve evlerimizden çıkıyor, hepimizin önündeki en büyük varoluş tehdidi olan iklim krizine karşı harekete geçilmesini talep etmek üzere bir günümüzü sokaklarda geçiriyoruz. Sizin anlayacağınız bir günlük iklim grevi bu, sonuncusu da olmayacak. Bunu tarihte bir dönüm noktası haline getireceğimiz umudundayız.”

Umut var mı ya da ne kadar umut var bilmiyorum, ama gerçekten tarihsel bir dönüşüm noktasında olduğumuz açık; bu noktada bir dönüşümün gerçekleşmesi için de geniş kapsamda farkındalık ve direnişin gerekli olduğuna kuşku yok.

Ancak yüksek bir farkındalık ve kararlılıkla yeryüzündeki yaşamın “doğum ile ölüm” arasında gidip gelmesi gibi bu doğum-ölüm ilişkisinin yeryüzü için de geçerli olması önlenebilir; yukarıdaki “keşkeler” de bu yüzden...

Görmek gerekiyor ki, bugünkü teknoloji kullanımı, üretim ve tüketim ile öyle bir noktaya varıldı ki, bir yandan yeryüzündeki doğal kaynaklar kendilerini yenileyemez oldular, öte yandan havası, karası, denizi ile doğayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya getiren bir kirlilik ortaya çıktı.

Yeryüzünün bize anlattığı da açık; diyor ki, sizin kültürel dünyanızın devamı benim doğal dünyamın varlığı için çelişki... Diyor ki, bu yeryüzü ve doğal kapasitesi yarattığınız kültürel dünyanın yükünü artık taşıyamıyor...

Ömer Madra, iklim krizinin terminolojisini tartıştığı yazıda, BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC), hükümetler daha radikal tedbirler almadığı takdirde dünyanın 12 yıl içinde geri dönüşü olmayan bir yola gireceğini kesin bir dille ilan ettiğini söylerken, iklim değişiklikleri için kriz sözcüğünün yetersizliğinden söz edip, iklim yıkımı gibi bir adlandırma yapmakta ki, yerden göğe kadar haklı...

İklim yıkımı, yeryüzü yıkımı... Bugün karşılaştığımız tufan bu...

Temel mesele de, insanlığın, bu tufana karşı kültürel dünyasında yeryüzüne, doğaya uyacak bir dönüşümü yapıp yapmayacağı ile ilgili.

Kısacası karbon salınımını konuşalım ama bu yıkımı durdurmak için gerçekte daha radikal önlemleri gerektiğini unutmayalım...

O nedenle kültürel dünyada yeni anlayışlara, yeni doğumlara ihtiyaç var...

Kapitalizmin ve sağın marifetleri ortada olduğuna göre, tarihsel bir dönüşüme yol açacak doğumu gerçekleştirmesi beklenenin “sol düşünce” olduğunu söylemek de yanlış olmaz...

Ancak bunun için önce kendinde bir doğum yapması gerektiğine kuşku yok Dünyadaki dertlerle önceliklerini, bir başka deyişle ağaçlarla ormanı bütünleştirecek bir doğum...

Bunun için de öncelikle küresel bir söyle ve yaklaşıma ihtiyaç var ki, sol da devrim denilen de aslında bu olmalı...

Teknolojik gelişmelerden eşitsiz ve adaletsiz dünyaya, bitmeyen savaşlardan göçlerin kaçınılmazlığına, demokrasinin aczinden insan hakları yalanına kadar geniş bir gündemi yeryüzünün kapasitesi ve insanlığın bütününün yaşam koşulları ile birleştirecek bir söylem ve politika devrimi...

Kısacası hem yeryüzü hem insanlık için küresel bir ekonomi politik.