DOĞU-BATI KAVRAMI VE ORTAK MEDENİYET KARMASI

“Doğu” kavramıyla; genellikle İslam kaynaklı ve insani duyarlılıklı bir zihniyet ve medeniyet anlayışı; “Batı” kavramıyla da insanı tanrılaştıran putperest Yunan ve Roma kültüyle yozlaştırılan, Hristiyanlığı emperyalist amaçlarına araç yapan, kendilerini seçkin ve yetkin, başka milletleri köle ve miskin sayan bir şeytani düşünce yapısı anlatılmaktadır. Doğulu, fedakârlığı ve diğerkâmlığı (başkalarını da düşünüp dertlerine ortak olmayı) Batılı ise fırsatçılığı ve fesatçılığı esas alır. Görünüşte Batılı medeni, Doğulu bedevi sanılır; gerçekte ise Batılı hain ve gururlu, Doğulu ise halis ve onurlu bir yapıdadır. Ama insanlığın ihtiyacı; hem Doğulu hem Batılı duyguları ve kavramları, mutedil ve münasip ayarlarda kaynaştırıp, olgun bir ahlâka ve dolgun-doyurucu bir ortak akla kavuşmaktır. Çünkü Doğuların da Batıların da Rabbi ve Sahibi Allah’tır ve birbirlerini tanısın ve dayanışsın diye insanları farklı fıtrat ve yeteneklerle yaratmıştır.

Genel kanaat ve kanıtlar şu yöndedir ki;

Doğulu maneviyatçı, Batılı maddeci ve menfaatçidir. Ama hem inançlı hem de izanlı olmak gerekir.

Doğulu içten ve hasbi, Batılı art niyetli ve hesabidir. Ama hem merhametli hem de dikkatli olmak gerekir.

Doğulu duygularıyla ve metafizikle, Batılı beş duyusuyla ve matematikle hareket etmektedir. Ama hem imanlı ve insaflı hem de planlı ve itidalli olmak gerekir.

Doğulu vefalı ve fedakâr, Batılı fırsatçı ve hilekâr bilinir. Ama hem yüreği yanık hem de uyanık olmak gerekir.

Doğulu tevekkül ehli, Batılı tedbirlidir. Ama hem müdbir (tedbirli) hem mütevekkil (teslimiyetli, kanaat ehli ve geniş yürekli) olmak güzeldir.

Doğuya gönül ve ilham, Batıya akıl ve felsefe hâkimdir. Ama hem vicdana dayanmak hem de aklını kullanmak gerekir.

Doğuda din ve duygu, Batıda bilim ve kurgu öndedir. Ama dinin değerleri, bilimin verileriyle yorumlanmalı ve yürütülmelidir.

Doğulu ölüm ötesine, Batılı ölüm öncesine önem verir. Ama ahiret burada kazanılacaktır, dünya ahiretin mezrası (ekim ve kazanç yeri) ve mektebidir.

Doğulu sevgiye ve sadakate, Batılı zevke ve hıyanete yöneliktir. Ama sadakat gösterirken, saflığa düşmemelidir.

Aşk deyince Doğuda sevda, Batıda şehvet hatıra gelir. Oysa herhalde dengeli ve disiplinli olmak önemlidir.

Doğuda genellikle hikmet, Batıda özellikle edebiyat üretilir. Ama hikmetsiz edebiyat gevezelik, edebiyatsız hikmet zevzekliktir.

Doğudan din ve maneviyat geldi; ama yobazlık ve istismarla yozlaştırıldı. Batıdan laiklik ve demokrasi geldi; ama dinsizlik ve ahlâksızlıkla yozlaştırıldı.

Doğudan hisler, sevgiler geldi; ama hayalcilik ve hasetçilikle yozlaştırıldı. Batıdan düşünme ve akıl yürütme geldi; ama şehvet ve şeytaniyetle (hile ve desise ile) yozlaştırıldı.

Doğudan edep ve hürmet geldi; ama şuursuz gelenek ve ruhsuz görenekle yozlaştırıldı. Batıdan serbestlik ve medeni cesaret geldi; ama haksızlık ve hayâsızlıkla yozlaştırıldı. 

Doğulu kaba görünümlü ama insancıl, Batılı kibar görünümlü ama barbar tanınır. Halbuki hem insancıl hem kibar olmaya çalışmalıdır.

Doğulu “sen”cil, Batılı “ben”cildir. Ama doğrusu “biz”cil olmaktır. Yani farklı köken ve kültürden herkesi kendimizin bir azası, kendimizi de âlemlerin bir parçası görme olgunluğuna ulaşmalıdır. Kısaca yerli düşüncenin ve milli değerlerin çağdaş ve evrensel bir yorumcusu ve savunucusu konumuna ve şuuruna kavuşmalıdır.

Atatürk, “muasırlaşma”yı yani çağdaş standartları yakalamayı ve tüm sorunlarımızı genel insan hakları ve uygarlık temelinde aşmayı amaçlamışken; sonra gelenler ve Kemalizm’i istismar edenler, Atatürk’ün hayat boyu ağzına bile almadığı “Batılılaşma”yı ve körü körüne Batıya teslim olmayı, bu millete Atatürk’ün kutsal hedefi olarak göstermiş, daha doğrusu, zorla dikte etmişlerdir. Kendi sömürme ve sindirme düzenlerini, Milli Şef’in “Kemalizm” yorumuyla meşrulaştıran ve toplumumuza dayatan masonik güçler, yıllarca bu aslından ve amacından saptırılmış Kemalizm sopasıyla, önce milletimizi korkutup susturdukları gibi, sonunda aynı sopayla devleti ve devleti temsil eden kurum ve kişileri de tehdit etmeye ve hizaya getirmeye yeltenmişlerdir. Kabul edilmeli ki, bugün irtica ve din sömürüsü de önemli bir problemdir ve maalesef yaygın ve saygın(!) bir istismar ve suiistimal aracı haline gelmiştir. Ama daha tehlikeli olanı “irtica istismarı” yaparak, bu kılıf altında millete ve İslamiyet’e hücum ve hakaret edilmesidir. Türkiye’mizin hem din istismarcılarından hem de devrim yobazlarından mutlaka kurtulması gerekir.

Hâlbuki Atatürk’ü bir simge, bir sembol olarak düşünmelidir!

Batıcılığın değil, bağımsızlığın sembolü... Bağnazlığın değil, aydınlığın sembolü... Barbarlığın değil, uygarlığın sembolü... Geri kalmışlığın değil, kalkınmışlığın sembolü... Dayatmacılığın değil, demokrasi ve katılımcılığın sembolü... Din düşmanlığının değil, inanca saygının sembolü... Yozlaşmanın ve özüne yabancılaşmanın değil, Milli kültür ve ahlâkın sembolü... Geçmişini inkârın ve tarihinden utanmanın değil, Medeniyet mirasıyla gurur duymanın sembolü bir Atatürk kavramı yerleştirilmelidir...

Uygarlık yarışında en gerilerde kalmanın ve ülkeyi her yönden batağa saplamanın... Bir vilayetimiz büyüklüğündeki ülkelere avuç açmanın... Devleti faizcilik, rantiyecilik ve hileli ihalecilik yoluyla bir avuç mutlu ve putlu azınlığa soydurmanın... Ekonomiyi IMF’nin, dış politikayı CFR’nin (ABD’de Siyonistlerin hâkim olduğu yüksek dış politika konseyi) güdümüne teslim edip, Türkiye’yi yarı sömürge konumuna ve komaya sokmanın... Özelleştirme diye, öncelikle ve özellikle, kâr eden ve gelirinin önemli bir kısmı Milli Savunmaya giden KİT’lerin, hem de arsa fiyatının çok altında, malum ve mel’un kesimlere satmaya çalışmanın... Hâlâ Ortaçağ şartlarına mahkûm yaşamanın... Ekonomik sefaletleri ve sosyal rezaletleri giderek yaygınlaştırmanın... Bunlar yetmiyormuş gibi milletin inancıyla savaşmanın... Kıbrıs’ta, Kuzey Irak’ta, Orta Asya’da, Kafkasya’da, hayati çıkarlarımıza sahip çıkamayıp, vatandaşın başörtüsüne sataşmanın adını Atatürkçülük koyarsanız, Atatürk’e en büyük hakaret ve hıyaneti siz yapıyorsunuz demektir. Ve bizim insanımız Atatürk’ten değil, sizin istismarınızdan, sahtekârlığınızdan, zulüm ve sömürü saltanatınızı yürütürken O’nun arkasına sığınmanızdan nefret etmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar