Türkiye’nin Batı’dan hızla uzaklaşması ve ülke ekonomisinin kötüye gitmesi, Erdoğan’ın yeni Osmanlıcı sanrılarının peşinden koşabilmesi için Çin’in daha da önemli hale gelmesi anlamına geliyordu. Çin sayesinde ülkenin kısa vadeli ekonomik sıkıntıları giderilebilir; altyapı yatırımları ile uzun vadeli kalkınma da desteklenebilir.

Doğu Akdeniz’in dayanılmaz cazibesi: Çin Ortadoğu’da

Mordechai CHAZIZA-Efraim KARSH
Çeviren: Fatih Kıyman Kaynak: Middle East Quarterly

Çin'in Bir Kuşak, Bir Yol projesi 2013 yılında başladı. Uzak Doğu’yu Avrupa’ya bağlayacak proje, Pekin’in Ortadoğu’ya bakış açısını tamamen değiştirdi. Çin de Ortadoğu ülkeleri gözünde yalnızca bir ‘petrol alıcısı’ olmaktan çıktı, Ortadoğu’da önemli bir oyuncu haline geldi. Şimdilerde Ortadoğu’ya en fazla doğrudan yabancı yatırım Çin’den geliyor. Bölgeye 2013- 2020 yılları arasında yapılan doğrudan yatırımların yüzde 40’ını, bizzat Çin yaptı.

1980’li ve 1990’lı yıllarda ağır ilerleyen Çin-Türkiye ilişkileri de AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle ivme kazandı. Bunun bir sebebi AKP iktidarının ilk on yılına damga vuran ekonomik büyümeydi. Bu dönemde Türkiye dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi haline geldi ve benzer şekilde hızla büyümekte olan Çin ile yakınlaşarak iki ülke için yeni ufuklar aramaya koyuldu. Tabii Türkiye’yi 2023 yılına kadar dünyanın on büyük ekonomisinden biri haline getirmeyi amaçlayan AKP dış politikasının da etkisi oldu.

Yakınlaşma süreci AKP’nin ikinci döneminde (2007-11) daha da belirginleşti. AKP’nin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokma inancı kalmayınca, hükümet yüzünü Doğu’ya çevirdi. Batı’dan kopuş 2010 yılından sonra hızlandı çünkü AKP’nin otoriter lideri Recep Tayyip Erdoğan kendini ülkenin tartışılmaz tek diktatörü haline getirdi ve Ankara’yı Ortadoğu ve Orta Asya’da baskın güç olarak gösterme edasıyla emperyalist politikalar peşinde koştu. Neticede, Batı ülkeleri ve diğer bölgesel müttefikleriyle gitgide zıtlaşmaya başladı.

Bu ekonomik ve siyasi gelişmeler Pekin’in artan küresel varlığı ile örtüşüyordu. Bir Kuşak, Bir Yol projesinin Ortadoğu’yu da kapsayacak şekilde genişlemesiyle süreç daha da belirginlik kazandı. Çin-Türkiye arası yıllık ticaret hacmi 2000 yılında 1 milyar dolar seviyesini yeni geçmişken, 2009 yılına gelindiğinde bunun on katına çıkmıştı bile. Ertesi sene Pekin ve Ankara arasında ‘stratejik işbirliği anlaşması’ yapıldı. Hedef, iki ülke arasındaki ticaret hacmini 2015 yılı itibarıyla 50 milyar dolar seviyesine çıkarmak ve altyapı/ulaştırma projelerinde Çin yatırımlarını arttırmaktı. Bu azimli plan hedeflerine ulaşamadı, ancak bu şekilde bile Türkiye Çin’in Orta Doğu’daki dördüncü en büyük ticaret ortağı haline gelmiş oldu. Ankara açısından bakıldığında ise Pekin, Almanya ve Rusya’nın ardından üçüncü büyük ticaret ortağı oldu.

Tabii NATO ülkelerini kızdıran HQ-9 füzelerini de unutmamak gerek. Türkiye 2013’te Avrupa’nın SAMP/T sistemi ya da ABD’nin Patriot füzeleri yerine Çin’in HQ-9 hava savunma sistemini almaya karar verdi. Bu, Çinli bir savunma sanayii şirketiyle, bir NATO üyesi arasında yapılan en büyük anlaşmaydı. Üstelik şirket hakkında ABD’nin yaptırım kararı vardı. İki yıl süren NATO ve ABD baskısının ardından Türkiye anlaşmayı iptal etti (ve sonraları Rusların S-400 sistemini almaya karar verdi). Bu karar, Pekin tarafından hoş karşılanmadıysa da ilişkiler aynı hızda devam etti.

dogu-akdeniz-in-dayanilmaz-cazibesi-cin-ortadogu-da-850183-1.

ERDOĞAN'IN SANRILARI

Türkiye’nin Batı’dan hızla uzaklaşması ve ülke ekonomisinin kötüye gitmesi, Erdoğan’ın yeni-Osmanlıcı sanrılarının peşinden koşabilmesi için Çin’in daha da önemli hale gelmesi anlamına geliyordu. Çin sayesinde ülkenin kısa vadeli ekonomik sıkıntıları giderilebilir; fiziksel, ekonomik ve teknolojik altyapı yatırımları ile uzun vadeli kalkınma da desteklenebilirdi. Ayrıca, Türkiye’nin Doğu Batı ile birleştiren jeo-stratejik konumu Türkiye’yi Erdoğan’ın sözleriyle “İpek Yolu coğrafyasının öncü ülkelerinden biri” haline getiriyordu. Bu yüzden Ankara, Ocak 2016’da kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın elli yedi kurucusundan biri olmayı tercih etti ve bankada yüzde 2.66’lık hisse sahibi oldu.

Türkiye kısa süre sonra İpek Yolu Ekonomik Kuşağı projesine katıldı. Pekin, Türkiye’de çeşitli altyapı ve ulaştırma projeleri inşa etmeye koyuldu (örneğin Ankara-İstanbul arasında 530 kilometrelik otoyol inşası ve Çin finansmanı ile, Çin şirketleri tarafından yapılan 750 milyon dolarlık demiryolu projesi gibi). Böylelikle Türkiye’nin İpek Yolu projesi, yani Hazar Geçişli Doğu-Batı Orta Koridor (kısaca Orta Koridor) da somutluk kazanmaya başladı. 2013’te duyurulan Orta Koridor projesi ortak devletlere önemli bir ekonomik kalkınma aracı olarak sunuldu. Tabii her şeyden önce, Erdoğan’ın yayılmacı vizyonunu yansıtan, Ankara’nın bölgesel nüfuzunu artırmayı amaçlayan bir projeydi. Erdoğan, Türkiye’nin bu azimli projenin altından tek başına kalkamayacağını biliyordu. Bu yüzden Orta Koridor projesini Bir Kuşak, Bir Yol projesinin bir parçası haline getirerek Çin yatırımını çekmek istiyordu.

Çin, Orta Koridor projesinin başlıca bileşenlerine yatırım yaptı. Hedef, 2020 itibarıyla bu rota vasıtasıyla senede 300 bin konteyneri Çin’den Avrupa’ya ulaştırmaktı. Bunlar arasında belki en önemlisi 840 kilometrelik Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu’ydu. Bu proje sayesinde Asya-Avrupa rotası 7000 kilometre kadar kısaldı ve Bir Kuşak, Bir Yol projesinin düşlediği Pekin-Londra rotasına bir adım daha yaklaşılmış oldu. Çin yatırımcılarının yakından ilgilendiği diğer bir proje de 30 milyar dolarlık Edirne-Kars hızlı tren projesiydi fakat Çin, üstlenici firmanın Çinli olmasında ısrar ettiği için bu proje defalarca ertelendi.

İPEK YOLU’NUN ÇEKİCİLİĞİ

Doğu-Batı ekseninde Akdeniz, Karadeniz ve Ege denizlerini birleştiren Türkiye’nin, İpek Yolu’nun deniz ayağına da uyum sağlamak istemesi gayet doğal. Ankara’nın burada başlıca amacı, Gürcistan’ın Anaklia Limanı ve Romanya’nın Konstanta Limanı vasıtasıyla Orta Kuşak’ın baypas edilmesine engel olmaktı. Böylece İpek Yolu’nun deniz ayağının Yunanistan’ın Pire Limanı’na bağımlılığı da azaltılabilecekti. Halbuki liman Çin yatırımları ile genişletilmiş, Çin Okyanus Gemicilik Şirketi’nin liman tesislerinden hisse almasıyla Çin Ortadoğu’da Doğru Akdeniz’in önde gelen limanı haline gelmişti.

Çin emperyalizminin yeniden doğuşunun Türkiye ve Rusya’nın emperyalist hayalleri ile uyuşması tarihsel açıdan bakıldığında bir hayli manidar. Orta Asya ve Kafkaslarda söz sahibi olmak, zayıflayan ekonomisini onarmak, altyapısını ve ulaştırma sistemini güçlendirmek isteyen Ankara, Uygur Müslümanlarına sırt çevirdi ve arada bir göstermelik eleştiriler dillendirmekle yetiniyor. Karşılığında Pekin ise Ankara’nın Esad karşıtı isyancılara verdiği desteği görmezden geliyor ve Bir Kuşak, Bir Yol projesinin diğer paydaşlarıyla (İsrail ve Yunanistan) kavgaya tutuşmasına müsamaha gösteriyor.

PEKIN FIRSATA ÇEVIRDI

Covid-19 salgını dünyayı kasıp kavururken Washington-Pekin arasında ilişkiler gerilmeyi sürdürüyor. Pekin, ülkesinden çıkan salgın felaketini politik ve ekonomik çıkarları için kullanmayı da ihmal etmedi. En zor günlerinde Avrupa ülkeleri tarafından yalnız bırakılan İtalya da dahil olmak üzere 15 Avrupa ülkesine Covid-19 destekleri ve tıbbi ekipman sağladı. Latin Amerika, Ortadoğu ve Asya’da çeşitli ülkelere 400 milyon aşı satışı gerçekleştirdi; Türkiye, Suriye, Lübnan gibi ülkelere tıbbi ekipman desteği sağladı; Çinli bir şirket tarafından geliştirilen Covid-19 aşısının üçüncü faz deneylerini Türkiye’de gerçekleştirdi.

İmparatorluklar ya da imparator olmak isteyenler genelde faaliyetlerini ‘hayırsever’ ya da ‘evrensel’ temalarla süsleme eğiliminde olurlar ve Çin de bu anlamda istisna değil. Devlet Başkanı Şi Cinping Bir Kuşak, Bir Yol projesini ‘dünya barışını ve refahını güçlendirecek’ bir proje olarak sunmayı tercih ediyor. Çin imparatorluğunun kıtaları birleştiren İpek Yolu’nun “2000 yıldan uzun bir süre boyunca milletler arasında dostluğu geliştirdiğini, medeniyetin ilerleyişinde önemli bir dönemi temsil ettiğini” söylüyor. Aslına bakarsanız Bir Kuşak, Bir Yol projesi, Çin’in küresel ekonomik üstünlük ve siyasi etki elde etme hayallerinin en önemli bileşeni.