10 Ağustos 2020 00:25

DNR Adli Tıp Kurumu Başkanı Kalaşnikov: Savaşla birlikte yedi gün mesaiye başladık

Ukrayna'dan 2014'te ayrılan Donetsk Halk Cumhuriyeti (DNR) Adli Tıp Kurumunun başındaki isim Dmitriy Anatolyeviç Kalaşnikov ile, 6 yıllık savaş ve çatışma ortamında yaşadıklarını konuştuk.

Donetsk Halk Cumhuriyeti (DNR) Adli Tıp Kurumunun başındaki isim Dmitriy Anatolyeviç Kalaşnikov (solda) Okay Deprem (sağda) | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Okay DEPREM
Donetsk

Her savaş bölgesinin en kritik, hassas ve aynı zamanda en zor işlerinden birisidir tartışmasız adli tıp. Doğrudan veya dolaylı olarak savaş nedeniyle hayatlarını kaybeden kimi zaman yüzlerce kimi zaman ise binlerce hatta on binlerce kişinin cansız bedenleri, söz konusu kurumun incelemesinden geçer. Bunlar arasından sayısız insan, kimlikleri tespit edilemediği için, belirli doku ve kan örnekleri alındıktan sonra kimsesizler mezarlığına gömülürken, geriye neredeyse sadece kemik kalıntılarının kaldığı durumlarda kayıpların akıbeti ise çok daha zor belli olur.

Donbass da, söz konusu alanda hâlihazırda en problemli bölgelerden birisi haline gelmiş durumda, geride altı yılı deviren çatışmalı süreci bırakırken Türkiye’nin de dâhil olduğu pek çok ülkeden farklı olarak emniyete değil de Sağlık Bakanlığına bağlı olan Donetsk Halk Cumhuriyeti (DNR) adli tıp kurumunun (tam açılımı itibariyle “Cumhuriyet Adli Tıp Uzmanlığı Bürosu”) başındaki isim Dmitriy Anatolyeviç Kalaşnikov ile detaylı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Dmitriy Anatolyeviç, ne kadardır konunun doğrudan uzmanı olarak bu işin içindesiniz ve DNR bünyesinde kuruluşunuz ne zaman gerçekleşti? 

1997’den beri. Tabii uzunca bir süre Ukrayna çatısı altındaki Donetsk Eyaleti’nde görev yürüttüm. 2014 Eylül’ünden itibaren ise resmen DNR’e bağlı kurumun başkanı olarak.

5 BİNE YAKIN BEDEN İNCELEDİK

Şu ana kadar sivil olsun, asker olsun; Donbass’taki savaştan kaynaklı olarak ne kadar insanın cenazesi kurumunuzdan geçti?

626’sı kadın, 80 kadarı çocuk olmak üzere 5 bine yakın (tam sayı 4 bin 932) kişinin. Bu arada bu rakama, 2014 Temmuz’undaki uçak kazasında ölenlerin bir kısmı da dahil (37 kişi). Kategorik olarak bir uçak kazası da olsa, hangi tarafın yaptığından bağımsız olarak, bir füzenin isabet etmesi sonucu düştüğü için ölenler de dolaysız olarak savaş kurbanı sayıldılar. Bizler ilk tetkikleri tamamladıktan sonra tüm bedenler Ukrayna’nın Kharkov kentindeki adli tıp kurumuna yollandı. Kişinin ölüm nedeni apaçık belli olsa dahi savaş ile ilintili olduktan sonra doğrudan bize getirmekle mükellefler. 

Daha önceki, yani Ukrayna dönemindeki göreviniz sırasında de benzer büyük facialara tanıklık etmiş miydiniz?

Evet. Hatırlatayım; 2006 yılında Anapa’dan kalkan bir Rus uçağı yine Donbass’a dahil ve hatta şu an DNR sınırları içerisinde yer alan Debaltsevo kenti kırsalına düşmüştü. Tam 70 kişi ölmüştü söz konusu kazada ve hepsi de doğal olarak kurumumuza getirilmişti.

2014 yılından itibaren sanırsam yoğunluğunuz katlandı ve sizleri bambaşka bir gündem sarmaya başladı…

Evet haklısınız. Savaş çıktıktan sonra haftanın yedi günü mesai yapmaya başladık. Öyle zamanlar oldu ki, günde 40-50 kişinin cesedi geliyordu. Aynı anda 100’den fazla kişinin cansız bedeninin binaya sığmadığı, koridorlara taştığı günler oldu. O zamanlar derin dondurucularımız da yetmez oldu. Sonradan temel olarak Kızıl Haç’ın maddi yardımları sayesinde ilave yeni büyük dondurucular alındı.

5 bine yakın bir rakam telaffuz ettiniz. Bunun ortalama ne kadarı siviller?

Bu sayının yarısından da fazlası. Yani binlerce kişi. Bunlar tabii ki sadece bulunup getirilebilenler. Bir de kayıp olan bir dolu kişi var, yüzlerce… Belki de bin vardır…  

Peki bu bedenler nerelerden toplanıp getiriliyor?

DNR’in kapsadığı tüm sahadan. Tabi ki tüm cenazeler doğrudan bize, yani Donetsk’teki merkeze (Kalinin Hastanesi) getirilmiyor. Çünkü Cumhuriyet bünyesinde toplam 14 belli başlı şehirdeki hastanelerde adli tıp kurumu mevcut. Dolayısıyla kişinin bulunduğu nokta bunların hangisinin alanına tabii ise oraya götürülmek suretiyle işlemleri orada gerçekleştiriliyor. Yalnız bir istisna ile; ölenden geriye sadece iskelet kalmış ise, o durumda gerekli araştırma ve analizleri yapabilmeye yetkin ve bizim “Meditsinskaya Krimilalistika” olarak adlandırdığımız birim salt bizde mevcut. Dolayısıyla bu şekilde kişi nerede bulunursa bulunsun doğrudan bize ve ilgili birimlerimize getiriliyor.

BİR BABAYLA OĞLUNUNU EL ELE GETİRDİLER…

Savaşta ölen nice insanın cenazesine birinci elden tanıklık ettiniz. Bunlar arasında sizi çok etkilemiş olanlar, tesirinden kolay kolay kurtulamadıklarınız oldu mu?

Örneğin Donetsk kentinde bir aile, durakta taşıt beklerken bombardımanın hedefi oldu ve olay yerinde bir baba, kucağında bir çocuğu ve de diğer çocuğu ile birlikte hayatını kaybetti. Anne ise sağ kalmayı başardı. Onların bedenlerini getirdiklerinde baba ve elindeki küçük oğlu birbirlerine neredeyse yapışık vaziyetteydi. Tabii ki çok sarstı bizi, tarif edilecek gibi değil.

Mermi, bomba, mayın, vb. çeşitli türden silahların yol çıktıkları dışında, savaş ile ilgili sivil ölüm vakalarında başka hangi tür faktörler öne çıkıyor?

İnanın öyle zor vakalar oldu ve öyle hazin durumlarla karşılaştık ki; insanın bunların değil hepsini, çoğunu bile anımsayası gelmiyor.

Ekibiniz kaç kişi, merkezde ve de toplamda ne kadar bir kadro ile çalışıyorsunuz? 

Biz merkez dâhil adli tıbbın 14 şubesinde en geniş tanımlamada 300’den fazla kişiyle. Fakat bunların yalnızca 100 civarı uzmanlardan oluşuyor. Bu 100 kişinin 60’ı ise sadece ve sürekli olarak savaş ölü ve yaralıları ile meşguller.

Sizin şahsen veya ekibinizle birlikte doğrudan sahaya, bir yerlere gittiğiniz oluyor mu?

Evet, seyrek de olsa. Örneğin yakın zamanda bir Ukrayna keskin nişancısı, Gorlovka kenti taşrasında bir askeri öldürmüştü. NATO ülkeleri üretimli olduğu sonradan tespit edilen özel yapım otomatik silah mermisinin vücudunun neresinde saplanıp kaldığı bir türlü tespit edilememişti. Bu hususta gittik oraya.

Starobeşevo şehrinde meydana gelen bir başka olayda ise yine Ukrayna cephesinden bir keskin nişancı en az bir kilometre menzilden ateş etmek suretiyle bir savaşçıyı vuruyor. O denli gelişmiş bir susturucuyla ateş açılmış ki, arkadaşları ölenin tam olarak ne zaman düştüğünü, merminin nereden geldiğini anlayamamışlar bile.

Anlaşıldığı kadarıyla benzer türden asker ölümleri görece yaygın ve sık, öyle mi?

Evet, doğru. Cephe hattında son iki, hatta belki de son üç-dört sene zarfında yaşanan ölümlerin mühim bir kısmı keskin nişancılarca gerçekleştirildi.

Sizin gibi uzman ve kritik konumdaki bir hekim başta olmak üzere diğer doktorların da bizzat cephe hattına gitmesi tehlikeli, riskli değil mi?

Aynen öyle. Bizi esas olarak askeri yetkililer, kimi zaman da ısrar etmek suretiyle, pek çok değişik vaka vesilesiyle ateş hattına çağırdılar. İlk başlarda nispeten daha sık icabet etmek durumunda kalsak da sonradan; hekim ve diğer çalışanlarımızın hayatını tehlikeye attığı haklı gerekçesini dillendirerek tüm kurumdaki herkes için bunu yasaklama kararı aldım ve ilgili bütün personele de uygulattım. Askeriyeyi zamanla, bizlerin ancak çalışma mekânlarında kendilerine daha faydalı olacağımız konusunda ikna ettik. O günden bugüne de çatışma sahalarına, sıcak noktalara gitmiyoruz. Yalnızca gerektiğinde diğer adli tıp birimlerine belirli uzmanlarımızın yolu düşebiliyor. Tüm cenazeler ise bizlere getiriliyor.

HASTANEMİZ DE İKİ DEFA HEDEF ALINDI

Adli tıp merkezi ve şubelerinin de içinde yer aldıkları hastaneler savaş sürecinde hedef alındılar mı, ateş altında kaldıkları oldu mu mesela?

Evet maalesef. Misal; bizim hastane kampüsümüzün iki binası da defalarca mermilerin hedefi oldu; en çok da 2014’ün kasım ayında. O zamanki yıkım sonrası tam 97 adet cam-çerçevenin ve çatının değiştirilmek zorunda kalındığını hatırlıyorum. Yine bize bağlı on dört şubenin beş-altısı bilhassa savaşın ilk bir iki senesi boyunca ağır silah mermilerinin hedefi oldu.

Söz arasında, 2014 sonu ve 2015 başlarında büyük bir muharebeye sahne olan Debaltsevo şehrine gittiğinizi söylemiştiniz…

Kesinlikle. Şehir kurtarıldıktan sonraki beşinci günde oraya ulaştık. Orada tam bir gün geçirdikten sonra arkamda iki uzman, iki de yardımcı personel bıraktım. Kendileri orada epey bir süre kaldılar.

Orada sizi en çok ne etki altında bıraktı?

Bir kere, Debaltsevo adli tıp kurumu yapısı bütünüyle yerle yeksan olmuş, geriye hemen hiçbir şey kalmamıştı. Bundan ötürü de lazım gelen tüm araç gereci Donetsk’ten beraberimizde taşıdık oraya. Oradayken benim üzerimde en çok bir de yoksulluk, insanların o sefil ve muhtaç halleri etki bıraktı.

Peki, bilindik şahısların ölümlerinden sizi en fazla tesir altında bırakanlar?...

A. Zakharçenko (eski devlet başkanı), Motorola’nın (Arsen Pavlov) ölümleri, keza Givi’ninki (Mikhail Tolstıy). Özellikle Aleksandr Vladimiroviç ile az çok dostluğumuz vardı, defalarca buluşmuştuk, görüşüyorduk. 

SADECE 1. DERECE AKRABALARA DNA TESTİ YAPABİLİYORUZ

Bildiğim kadarıyla siz bir de DNA analizi uyguluyorsunuz…

Evet. Ne var ki şimdilik sadece birinci dereceden akrabalara, yani anne-babalar ve çocuklara yönelik tatbik edebiliyoruz. Bu şekilde ancak eşleştirmeleri yapabiliyoruz. Bu teknolojiyi de Rusya’dan temin ettik. Ama ikinci dereceden akrabalar ile DNA eşleştirmelerini kotarabilecek teknik altyapımız henüz yok.

Ne sayıda cenazeye DNA testi uygulanması gerekti ve bunlar sonucunda kaçının, akrabaları olma ihtimaliyle test yaptıranlar ile eşleşmesi mümkün olabildi?

Toplamda 200 cenazenin DNA testini yapabildik. En azından, en yakın kan bağı bulunanlar ile DNA karşılaştırması neticesinde kimliğini deşifre edebildiğimiz tam 34 kişi oldu. Özetle her yedi kişiden birininkini… 300 küsur cenazenin DNA testi ise yapılamadı çünkü bunlar yalnızca kemiklerden oluşuyorlardı.

Geriye kalan 166 kişinin deşifrasyonu niçin yapılamadı?

Çok basit bir sebepten dolayı; söz konusu kişilerin akrabalarının ortaya çıkmaması yüzünden. En azından, bu cenazelerin ait oldukları kişilerin kan bağıyla yakını olduğu iddiasıyla birilerinin başvurmamış olmasından ötürü… Bu da gösteriyor ki, DNA testlerinin yaşayanlara, yani cenazelerin akrabalarına tatbik edilmesi, bu testlerin ölenlere yapılmasından daha az öneme sahip değil. Bilakis kimi zaman daha büyük ehemmiyete bile haiz olabiliyor. Bu arada ölen kişi erkek ise, testin yapılacağı birinci derece akrabasının da erkek olmasında fayda var. Kadınlarda ise bu durum pek fark etmiyor. 

Anlaşıldığı kadarıyla kemiklerden alınan doku parçası vasıtasıyla DNA testi uygulayamıyorsunuz… 

Maalesef hayır. Bizler cenazelerden salt kemik kalıntılarının kaldığı durumlarda kemik-doku numuneleri anlıyoruz her halükarda ancak ne yazık ki bu iskelet dokuları üzerinde DNA testi yapabilecek alt yapımız henüz yok. Kemikler üzerinde sadece en temel anatomik inceleme ve sınıflandırmaları gerçekleştirebiliyoruz. Bunu yapan birimimizin adı da “Adli Tıp Kriminalistika”.

Bu durumdan kaynaklı olarak çok zorlandığınız, adeta işin içinden çıkamadığınız vakalar yaşandı mı?

Örneğin yakın zamanda DNR’e bağlı Amvrosievka şehrinde 4 adet iskelet keşfedildi. Söz konusu kemiklerin sahiplerinin anneleri olduğu kuvvetli muhtemel kişilere DNA testi yapıldı. Nitekim dediğim gibi, kemik dokusuna DNA testi yapabilecek gelişmiş cihazlarımız olmadığından eşleştirmeler henüz yapılamadı. 

DNA analizine rağmen şahsın kimliğini bir şekilde belirleyemeyip, bedeni Rusya’ya göndermek zorunda kaldığınız durumlar oldu mu?

Teknik sebeplerle ilintili değil ancak, Donbass’ta yaşamını yitiren Rus fotomuhabirlerin cenazelerini, oranın vatandaşı olmalarından dolayı Rusya’ya yolladığımız oldu.

KİMLİĞİ TANIMLANAMAYAN 500 CESET VAR

Bu arada, Rusya’da söz gelimi, kemik dokusuna DNA testlerinin yapıldığı merkezler yok mu?

Evet, var, Hatta Donbass’a en yakın konumdaki en büyük Rusya şehri Rostov Na Donu’da. Dahası oranın hem sivil hem de askeri hastanesinde gerekli aletler mevcut.

Eşleştirmeleri bir türlü yapılamayan yüzlerce cenazelerin en azıdan bir kısmı oralara gönderilemez mi?

Bu hususta, başta hukuki olmak üzere bir takım ciddi engeller olduğu için henüz olanaklı değil. Ancak bu bağlamda iyi bir haber verebilirim ki, Kızıl Haç bu seneden başlamak kaydıyla kemik dokularına DNA testi uygulayan aletleri bizler için sipariş vermeye başlayacak. Muhtemelen de Rusya üzerinden Çin üretimli makineler temin edilecek.

Tam da bu noktada, teknik olanaklarınızı Rusya Federasyonu ile mukayese ettiğinizde neler söyleyebilirsiniz?

Esasen, Rusya olsun Ukrayna olsun; hepimiz sonuç itibariyle aynı tıp ekolünden, aynı medikal eğitim geleneğinden geliyoruz. Bu aynı kökten gelmekten kaynaklı benzerlik bugüne kadar her şeye rağmen sürüyor. Öte yandan, tabii ki aradan geçen bunca zaman içerisinde Rusya, yapılan pek çok teknik iyileştirme ve geliştirmelerle daha avantajlı hale geldi, özellikle belirli bazı yerler bu bağlamda çok daha yetkin bir aşamaya yükseldiler.

DNA analizi ne zamandır yapılıyor sizde ve de ondan öncesini, bir de bu açıdan Ukrayna’daki durumdan kısaca bahsedebilir misiniz?

2017 senesine kadar tüm Donetsk Eyaleti’nde DNA testi yapılamıyordu. Ancak 2014’ten önce olduğu gibi bugün de, Ukrayna’nın Dnepropetrovsk, Kharkov, Odessa ve Kiev şehirlerinde bu uygulamanın tam teşekküllü uygulanabildiği gelişmiş laboratuarlar mevcut. Kısacası şimdilik bizden daha gelişkin imkânlara sahipler.

Ukrayna tarafından meslektaşlarınız ile halen iletişiminiz devam ediyor mu, bir biçimde iş birliğiniz var mı?

Bir ara, belli bir ana kadar vardı. Ne yazık ki artık hemen hemen yok, zaman içinde koptuk, uzaklaştık birbirimizden.

Ukrayna kendi savaş kayıplarını nereye taşıyor, onların adli tıp incelemeleri nerede yapılıyor genellikle?

Dnepropetrovsk şehrinde genel olarak.

DNA testi gibi hizmetler karşılığında belirli bir ücret alıyor musunuz?

Hayır, almıyoruz, yani bu hizmeti ücretsiz veriyoruz. 

Bir de, ikinci dereceden akrabalarla eşleştirme meselesi vardı…

Kardeşler veya dede-anneanneler gibi ikinci dereceden akrabalardan alınan kan örnekleri ile henüz DNA eşleştirmeleri yapamasak da; gelecekte yapabileceğimizi düşünerekten, arşivde saklamak üzere kan numuneleri almaya başladık.

Neden arşivleme gereksinimi duyuyorsunuz?

Çünkü söz konusu akrabalar zaman içinde yaşlanmadan veya başka türden nedenlerden ölebiliyorlar, veyahut bir ihtimal ortadan kaybolabiliyorlar…

Şu ana değin kimliği tanımlanamayan ne kadar ceset var?

500 kadar. Yani toplam sayının yaklaşık onda biri.

Bu cenazeler gömülmediler mi peki?

Tabii ki gömüldüler. Ancak her birinden, mümkünse doku-kan örneği, değilse şayet, en azından kemik örneği alıyoruz muhakkak. Ardından da defin işlemleri gerçekleştiriliyor.

Lugansk Halk Cumhuriyeti (LNR) ile bir koordinasyon içinde misiniz; müşterek bir çalışmanız var mı?

Maalesef ki henüz yok. Nitekim onlarda DNA analizi hiç yapılmadı şu ana kadar. Ancak ben eminim ki, tersi olsa yani adli tıp sahasında eşgüdüm halinde çalışıyor olsak; kayıplar mevzuunda Ukrayna’nın karşısına çok daha güçlü çıkıyor olurduk. 

KAYIP YAKINI BİZE GELMEZ ÇÜNKÜ HEP UMUDU VARDIR

Yakınların psikolojik durumlarından söz edebilir misiniz biraz?

Hiçbir anne veya baba veya eş; kayıp oğlunu, çocuğunu veyahut da kocasını aramak üzere ilk olarak morga gelmez. Çünkü hemen hepsinde de istisnasız olarak, onların yaşadıkları düşüncesi, umudu had safhadadır. Tam da bununla bağlantılı olarak, “Kayıp Evlatların Annelerinin Birliği” adlı sivil toplum örgütüne başvuruyorlar ekseriyetle.

Buradan hareketle bir soru o halde; adı geçen kuruma başvuran 150’den fazla kayıp yakınının ne kadarına DNA testi yapıldı?

Ancak 60 kadarına çünkü o noktada da reaktifler yeterli gelmiyor. Yani söz konusu test için kritik önemdeki reaktif sayımız şimdilik oldukça sınırlı sayıda.

Bir de savaş yaralıları, savaştan dolayı çeşitli şekillerde ve farklı seviyelerde yaralanmış bulunan geniş bir kitlenin durumu var. Bunlar da sizin alanınıza giriyor mu? 

Evet, ben de konuyu oraya getirecektim esasen. Şüphesiz onlar da kesinlikle bizim sahamıza dâhil. Diğer bir ifadeyle, savaş konjonktüründe yaralanmış olan herkes yasal olarak bize başvurmak durumunda. Savaş yaralılarının kaydının yapılması meselesi burada eskiden beri adli tıbbın başat görevleri arasında gelir ve bu Rusya’da ve Ukrayna’da da böyledir. Hatta bu mevzuat SSCB döneminden beri değişmemiştir. 

Peki bu açıdan 6 senenin toplam rakamları nedir?

Bize yani adli tıp kurumuna başvuruda bulunan savaş yaralısı sayısı 6 bin 600. Bunların 2 bin 200’ü sivil, 4 bin 400’ü ise askerlerden, savaşçılardan oluşuyor.

Size gelen yaralılara ne gibi işlemler uygulanıyor?

Kişinin ne şekilde, tam olarak ne zaman, nerede yaralandığı; tabii bir de ayrıntılı olarak yaranın kendisi, çapı, derinliği, ciddiyeti, kişinin sürüyor ise şayet, neresinin ağrıdığı, yaralanmayla alakalı psikolojik bir takım sorunlarının oluşup oluşmadığı türden bütün bilgiler her ayrıntısına kadar not edilip kaydediliyor.

Bu 6 bin 600 küsur kişinin ne kadarı savaş esirlerinden, bir başka deyişle, savaş sırasında esir alınıp da bir biçimde kurtulmuş kişilerden teşekkül?

Yüzde 20 kadarı, yani beşte biri.

Adli Tıbba daha başvuruda bulunmamış, henüz kayda geçirilmemiş savaş yaralısı sayı nedir sizce; sizin bu konudaki tahmininiz?

En az başvuran sayısı kadardır, yani 6 bin, 7 bin kadar.

Toplam yaralı sayısı dediğiniz gibi çok daha fazlayken, neden yaralıların en az yarısı, hatta belki de daha fazlası, adli tıp kurumuna gelmiyor, tedavilerini sizde yaptırıp aynı zamanda da bünyenizde kayıt olmuyorlar?

Çünkü bir çoğu ilk olarak, yaralandıkları yere en yakın konumdaki veya ulaşabildikleri en yakın mahalde bulunan hastane veya kliniklere gitmeyi tercih ediyor. Bu şekilde de, adli tıbba ya ilk olarak ya da hiç başvurmuyorlar. Tam da bununla ilgili olarak, pek çok yaralanma vakasından kurumumuzun haberinin hiç olmadığı oluyor.

ESİR ALINANLARIN ÖNEMLİ BİR ORANI SİVİL

Savaş esirleri temasına dönecek olursak; ne türden öyküler, durumlar öne çıkıyor bu alanda?

Tabii ki çok çetrefilli, geniş bir konu. Özetle şu kadarını söyleyebilirim ki; esir alınanların azımsanmayacak bir oranı sivillerden; ve hatta politik olmayan, herhangi bir “vukuatı” dahi olmayan sivil insanlarsan oluşuyor. Mesela; adamın tek suçu 2014 bağımsızlık referandumuna katılmak, orada oy kullanmak olabiliyor. Hâlbuki nüfusun tamamına yakını referanduma iştirak etmişti…

Son olarak bir de; sonradan size başvuracak esirlere zamanında uygulanan işkence sorununa gelmek istiyorum..

Çok farklı durumlar var. Örneğin, doğrudan fiziksel işkencenin yanı sıra; yaralı esirlerin ya tamamen ya da vaktiyle, yeterince ve de doğru şekilde tedavi edilmelerine bilinçli bir şekilde mani olmak, kişilere zamanında ve kâfi miktarda su ve yemek vermemek, vs. tüm bunlar aktif veya pasif türden çeşit çeşit işkence türlerinden ilk akla gelenler…

ÖNCEKİ HABER

Öğrencilerden "Yetenek sınavında 800 bin barajı kaldırılsın" kampanyası

SONRAKİ HABER

İngiltere’de sağlık çalışanları yeterli ücret talebi için alanlara çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...