Yaklaşık 45 yıldır Türkiye-Rusya ilişkileri üzerine çalıştığı ifade edilen eski Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı’nın Türkiye ve Rusya ilişkileri üzerine yaptığı değerlendirmeler dikkat çekici.
Şöylece özetlemek mümkün: *Esad’ı düşman olarak ilan ettik. Halbuki işin aslına bakarsanız, bizim doğal müttefikimiz Esad’dır. Amerika’nın teşvikiyle girdik Suriye’ye, sonra Amerika fikir değiştirdi, Esad bahane haline geldi, asıl amacı meydana çıktı. (...) Türkiye, tarihi boyunca aldığı mültecilerin neredeyse on mislini aldı. İdlib’de de aynı şey olacak. Çünkü İdlib’i Esad’ın kontrolüne vermeye kararlılar. Anlaşılan ABD de buna itiraz etmiyor.
*(Soçi mutabakatı hakkında) Bence mutabakat sırasında iki taraf da zaman kazandı. Zaman bitti. Bizim şimdi yapmamız gereken şey Esad ile Rusya aracılığıyla değil, doğrudan görüşmek. Çünkü araya giren aracı, kendi çıkarını düşünür.
* (Diplomat olarak Rusya nasıl görürsünüz?) Rusya, çıkarları doğrultusunda hassas ve akılcı davranır. Kazanan kayığa atlayıverir. Üstelik 10-20 yıl sonrasını da hesap eder. Dış politika Çarlık zamanında neyse şimdi de öyledir. Tek ilkesi vardır. Rusya’nın çıkarı.
*(Kırım harbi öncesinden bir anekdot) Koca Ragıp Paşa, padişaha diyor ki “Padişahım eskiden atalarımız aslandı. Şimdi görünüşümüz yine aslandır ama pençelerimiz aşınmıştır, biz bu savaş işinden vazgeçelim”. Fakat 3. Mustafa kızıyor, “Derdin akçe midir paşa, İstanbul’dan Edirne’ye kadar akçe dizerim”’ diyor. Koca Ragıp Paşa, meselenin bu olmadığını söylüyor. Fakat İstanbul kahvelerinde ne kadar babayiğit varsa “Savaş” diye bağırıyor. Böyle böyle Kırım gidiyor... O yüzden bir işe giriştiğinizde nasıl çıkacağınızı hesaplamanız lazım.
*Bizim Ruslarla aramızda hep çok sorun olmuştur. Fakat bunları kamuoyuyla paylaşmazdık. Hallederdik. İki devlet arasındaki sorunları kamuoyuyla paylaştığınız zaman iki millet arasındaki sorun haline gelir. Üstelik iki millet arasında zaten önyargılar var. Geçmişte çok problem yaşadık. Mesela bizim bir helikopter bir Amerikalıyla beraber sınırı geçti. Hiç kimse sesini çıkarmadı. Sonunda el altından anlaştık. (...) Bir örnek daha: 1972’de Ruslar bize çok yaklaşmak istiyor. Çağlayangil, “Bir belge imzalayalım” diyor. Adı ne? Adı yok, siyasi belge. Biz bu siyasi belgeyi 1978’e kadar herkesten gizli tuttuk, biliyor musunuz? Müttefikler deliriyor, bunlar Ruslar ile ne görüşüyor diye... Belgenin adı da ‘siyasi belge’ oldu, devletler hukukuna bir katkı oldu...
*(Güvenli bölge hakkında) Amerika olduğu müddetçe güvenli bölge Türkiye’nin önünde set anlamına gelir. Sen hiçbir şekilde PYD-YPG’yi oradan silemeyeceksin, artık oraya yerleşecektir. Kuzey Irak’taki
tecrübeyi gördük. Çıkarlarımız ayrı. (...) İdeolojinin dış politikada rol oynaması çok sakat bir şeydir. Bir Rus geleneği de budur. Asla ideoloji rol oynamaz. (...) Türkiye’deyse şöyle bir durum söz konusu: “Biz bir jest yapalım da...” Yapmayalım... Diplomasinin aslı bakkal hesabıdır. Ne alacaksın, ne vereceksin, önemli olan budur. Mümkün olduğu kadar borcunu veresiye, alacağını peşin almaya bakacaksın. Bu bir esneklik meselesidir... (Konuşan: İpek Özbey, Hürriyet, 16 Eylül 2019)
Türkiye’yi idare edenlerin diplomasiyi yeterince kullanmadığı, tecrübelerden istifade etmediği akla gelmiyor mu? Bakınız, bu anlatılanlarda da yine bir demokrat siyasetçinin akıllı izi görüldü. Çağlayangil’in o gün yaptığı Türkiye’nin menfaatini korumak değil mi? Ve tabii ki o gün İstanbul kahvelerinde ‘savaş’ diye bağıranların günümüzde de benzerleri vardır.
Çare belli: Bin adım sonrasını düşünerek akıllı diplomasiyi konuşturmak...