"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Din, devlet, siyaset

Kâzım GÜLEÇYÜZ
19 Şubat 2019, Salı
Her ne kadar tartışmaya açık ve aksini söylemeye müsait yönleri olsa da, “Artık kendi kulvarında siyasetten bağımsız bir yapıya oturduğu için, ekonomi siyasî dalgalanmalardan fazla etkilenmiyor” görüşünün kısmen de olsa gerçeği yansıtan bir tarafı olabilir.

Fert ve toplum hayatının önemli boyutlarından biri olan ekonomi, kendi kuralları içinde günü birlik ve gelip geçici siyaset rüzgârlarından ne kadar az etkilenirse, insanlar o derece rahat ve güvenli olurlar.

(Gerçi bu iktidar ekonomide de giderek artan dozda devletçi refleksler veriyor...)

Aynı şey hayatın diğer alanları için de geçerli. Ve bunların başında dinî hayat geliyor. Dikkatle bakılır ve iyi değerlendirilirse, bu alanda yaşanan derin sıkıntıların temelinde, devlet ve -sahip çıkıp savunma amaçlı da olsa- siyaset kaynaklı müdahalelerin yattığı açık şekilde görülüyor.

Tecrübeler de gösteriyor ki, devlet ve siyaset dinden elini çekmediği ve dinî hayatı ikisinden de bağımsız bir konuma yerleştiremediğimiz sürece sıkıntılar bitmeyecek.

Bunlar kendiliğinden ellerini çeker mi?

Devletin de, siyasetin de tabiatının buna müsait olmadığı açık. Bizdeki uygulamada, dini tamamen vicdanlara hapsederek hayattan silme hedefiyle yola çıkmış bir ideolojinin yol açtığı gerilimleri yaşadık.

Şimdi de o ideolojiyle barışık “dindar” siyasetçilerin demokrasi ve hukuk değerlerinden gittikçe uzaklaşan iktidarında ortaya çıkan sorunlarla karşı karşıyayız.

İlginç olan, bu iktidar döneminde de dinin devlet kontrolüne alınmak istenmesi.

Oysa dinin, sivil, hür, bağımsız ve gayri siyasî bir zeminde yaşanması ve savunulması gerekiyor. Çünkü din, esas itibarıyla ölümden sonrasındaki ebedî hayata yönelik, uhrevî amaçlı, ama bunu yaparken dünyayı ihmal etmeyen, ama dünyevî hayata dair düzenlemelerini de ahiret perspektifine yerleştiren bir inanç sistemi.

Devlet ve siyaset ve ortak paydalarını oluşturan “iktidar” olgusu ise dünyevîliği önceliyor. Dünyevî iktidar, “uhrevî amaçlar”la yola çıktıklarını söyleyenleri dahi kısa sürede yolundan saptırabilecek tuzaklarla dolu bir alan. 

Gerek o iktidarı elde etmek, gerekse elde tutmak için verilecek mücadelenin karakteri maalesef bunu getiriyor.

Okunma Sayısı: 3361
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-3

    19.2.2019 12:35:16

    Devlet ve siyasal güç karşısında tam bağımsız ve özerk olamayan, olsa da bu durumu koruyup hakkını veremeyen kurumlar maalesef bir müddet sonra ya korkudan ya baskıdan olsa gerek iktidarın yandaşı haline gelmektedir. Din kurumu da sosyal/sosyolojik bir kurum olarak bundan azade olamıyor. Hayatın bütün alanlarına müdahaleyi bir hak olarak gören antidemokratik, diktacı sistemlerde bunu garip karşılamak veya tuhaf bulmamak gerekir. Zira sistem zaten demokrasi ve hukuktan, millet hakimiyetinden azade olduğu için, 'neden böyle oluyor?' diye sormak yerine doğrudan sistemi sorgulamak daha akılcı ve mantıklıdır. Eldeki 'cetvel eğri ise çizilecek çizgi' de elbette ve elbette 'eğri' olacaktır. Doğru çizgi isteyenler doğru ve düzgün cetvel kullanmak zorundadır. Hürriyet, adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, millet hakimiyeti, insan haklarına riayet, toplumsal barış, toplumsal refah ve toplumsal mutluluk... istiyorsak (ki istemeyen yoktur), sistem buna uygun mu değil mi önce ona bakmalıyız.

  • Gündüz Alp-2

    19.2.2019 12:24:40

    Kantarın topunu kaçıran bu ifrat ve tefrit hali şu anda siyasette hakim konuma gelmiş, siyasal, sosyal ve ekonomik dengeleri alt üst etmiş durumda. Her geçen gün yeni bir ayrıştırıcı ve kışkırtıcı siyasal söylem ile güne başlıyoruz. Mesela, bunlardan birisi, iktidar ve ortağının karşı ittifaka verdiği "zillet, illet ve nasipsizler" isimlerinden sonra "çete" demesi de gidişat adına ayrı bir garabet ve vahamet. Toplumu her adımda geren, ayrıştıran, yarısını diğer yarısına karşı potansiyel 'paramiliter' güç haline getiren ve ülkenin geleceği adına fevkalade tehlikeli bir üslup ve dil kullanılıyor. Peki neden ısrarla ve inatla bu yol takip ediliyor? Bir kaç oy fazla almaksa maksat, hadi diyelim ki aldılar. Sonrası? Ekilen 'nifak ve şikak, kin ve adavet' tohumları ne olacak? Ülkeyi Gülistana çevirmek imkanı varken dikenli bir tarlaya, mayınlı bir araziye çevirmek neyin nesidir? Sonuçta bir yerel seçim yapacağız ey siyasiler! Bütün başkanlar ve başkanlıklar sizden olsa ne yazar.

  • Gündüz Alp

    19.2.2019 12:11:19

    Sayın Güleçyüz, devlet ve siyasetin kendiliğinden elini dinden çekeceğini zannetmiyorum. Bir kere toplum tam anlamı ile sivilleşme rüştünü ispat edemediği gibi, demokrasi kültürü ve bilincini de özümsemiş ve benimsemiş değil. Dolayısıyla, siyasal güç, iktidar ve saltanatı elde etmek isteyenler (kelimenin tam anlamıyla gerçek DEMOKRAT olan siyasetçiler hariç) hep dini de dindarı da kullanacaktır. Biz de ise 'Demokratlık' seçilmeden önceki zaman ait bir güzellemedir. Seçildikten sonra "vur yatır çal satır" politikası geçerlidir. Vaktiyle 'Laiklik' ilkesini, Bediüzzaman'ın "dinsize ilişmediği gibi dindara da ilişmez" ifadesinde anlamını bulan tam ve gerçekçi bir uygulama yapılagelmiş olsaydı, bugün, ne din ne dindar siyasete alet, iktidara basamak olmazdı. Fakat bir kesim bu ilkeyi "dinsiz siyasete" alet ederken diğer bir kesim de "dinsizlik karşıtı siyasete" alet ettiler. Her iki taraf da siyasette ifrat ve tefrite gittiler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı