Tanımlamak her zaman anlamı açmak değildir; bazen de hapsetmektir…

“Efradını cami ağyarını mani” yani -kendisiyle ilgili olanları içine alan, olmayanları da dışarıda bırakan- bir tanımlamaya ulaşmak gerçekten mümkün mü; açıkçası ondan da emin değilim…

İnsan aklının, henüz sınır çizilememiş boyutları ortadayken, onun kelimelere, sembollere yüklediği anlama nasıl belirli sınırlar çizebileceğimiz üzerine de kafa yormak gerekiyor…

“Sınır çizemiyorsak tanım da getiremeyiz” sözünün hakkını da teslim etmek gerekiyor bir taraftan…

Ortada çelişkili bir tablo var gibi olsa da aslında tam olarak öyle değil…

İnsanlık bu tabloda tarih boyunca olabildiğince sınırlar çizerek, akledebildiği kadarına da tanımlamalar yaparak, kendisini belirsizliklerden kurtarmayı başarmıştır…

Tabi “hür” bir beyin üzerinden bunları ifade ediyorum; bu, işin bir yönü…

Fakat işin, insanlık tarihinin şahit olduğu başka bir yönü daha vardır…

O da, “anlamı hapsetmek”diye yorumlayabileceğimiz, “anlam”a dönük faşizanca yaklaşımlardır…

Bir kavram politize olduğunda ya da bir ideoloğun, bir faşistin ağzından çıktığında artık o kavram tek bir anlama hapsedilmiş olur…

Çünkü o andan itibaren artık o kavrama ne söyletilmek istendiği, çıktığı ağıza hükmeden beyinin baskısıyla otomatik olarak oluşur…

Bu gerçeği en güzel ifade eden cümle kanaatimce Roland Barthes’e aittir: “ Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir” şekliyle vücut bulan cümlesinde…

Faşistler bütün güçlerini işgal ettikleri beyinlere borçludurlar; korkuyla esir alınmış, itaate zorlanmış oldukları halleriyle…

Çünkü bir beyin faşistin tek katmanlı tek boyutlu korku propagandasını satın aldığı andan itibaren -istemese de- faşiste hizmet etmeye başlar ve onun gücünü vehimleriyle erişilmez bir boyuta taşır…

Dolayısıyla gerçekte çok küçük bir güce sahip olan faşist, zihinlerde “yenilmez” bir korkunun öznesine dönüşür…

Nasıl mı?

Bunun en belirgin örneklerinden biri Hitler’dir…

Onun kurduğu Gestapo yapılanmasının gerçek gücü ortada olduğu halde, sokakta gezen her iki insandan biri diğerinin Gestapo üyesi olduğunu zannediyordu…

Peki, bu nasıl oluyordu?

İşte tam da ifade etmeye çalıştığım gibi; korkutulmuş beyinlerin, etraflarına da yaydıkları Gestapo korkusu sayesinde…
Bu durumda yenen Hitler değildi kuşkusuz; korkutulanlar, kendi kendilerini yeniyorlardı…

Anlam faşizmi derken kast etiğim şey de bu zaten: Tek anlamla verilmek istenen mesajın, karşıdan da istendiği gibi alınmasının ortaya çıkardığı ürkütücü tablo…

Karşıdakine tek bir ihtimal sunmak, aslında onu ihtimalsiz bırakmaktır neticede…

Bu da faşizmin en büyük beslenme kaynağıdır…

Bir faşistin eli, ayağı ne kadar uzaklarda zulüm uygulayabiliyorsa o kadar uzaklara o korkuyu taşıyan, yaydığı korkuya esir olmuş beyinler vardır orada…

Faşizmin hüküm sürdüğü yerde, sadece korkunun kendisi serbesttir ve istilacıdır…