Dünyanın bu tarafında diktatör denince aklımıza Filipinlerin devrik diktatörü Ferdinand Marcos gelir. Ondan sonraki diktatörleri tanımlamak için de kullanılan bu “örnek diktatör imajı” muhtemelen sadece buralara özgü değil. Yazıyı okuyanların bütün dünyadaki Marcos benzerlerini kolayca teşhis edeceğinden eminim.

Marcos’un gücü orduya dayanıyordu. Devrimci muhalefete karşı iç savaş, olağanüstü hal yönetimleriyle orduyu hep meşgul-görevde ve dolayısıyla yanında tuttu. Ordunun bir ölçüde paralize halde olmasını istedi ve bunu başardı. Ordu, asli göreviyle diktatör Marcos’un bekasına hizmet etmek arasındaki farkı ayırt etmekte zorlanır hale geldi. Bu süreçte ordunun isteklerini sektirmeden karşıladı. Bir taraftan da harbiye eğitimli subayları dışlıyor, ağırlıklarını azaltıyor ve orduyu yedek subaylıktan gelenlerle dolduruyor ve öncelikle onları terfi ettiriyordu, en üst makamlara zorlanmadan ulaşmalarının önünü açıyordu. Böylece, ordunun kendi kontrolünde olmasını sağlamaya çalışıyordu. Fakat bu dışlanma, ordunun giderek niteliksizleşmesi ve iç yapısının bozulması ve ülkenin her anlamda çöküşü bazı harbiye eğitimli “reformcu” subayların isyan etmesi sonucunu doğurdu.

Marcos, olağanüstü hal, ülkeyi nefes alamaz hale getiren baskılar ve seçim hileleriyle 20 yıl iktidarını sürdürdü. Göremediği gerçek, izlediği yolun aslında onu kendi utanç verici sonuna götüren bir kötü tercih olduğuydu. Sonu, tıpkı öldürttüğü rakibi, başkan adayı Benigno Aquino’nun (onun yerine aday olan Başkan Corazon Aquino’nun eşi) “Halka karşı çok suç işlediniz. Ülkede barınamayacaksınız…” sözlerindeki gibi oldu. Barınamadılar. Göreve başlama tarihi olarak seçtiği 25 Şubat 1986 gününü göremeden (24 Şubatı 25’e bağlayan sabaha doğru), kurduğu suç örgütünün elebaşı olan yanaşmalarıyla birlikte ülkeden kaçtı. Kaçarken geride okkanın altına giden binlerce suçlu yanaşma bıraktı. Bu işbirlikçilerin mahkeme önündeki halleri tam bir sefaletti.

25 Şubat 1986 günü bir göreve başlama töreni yapıldı. Fakat törende göreve başlama yemini eden Başkan Corazon Aquino’ydu. Yüzde yetmiş halk desteğiyle kazandığı seçimi diktatör Marcos çalmıştı ama Filipinler halkı çalınan başkanlığı diktatörden zorla geri almayı bildi ve “göreceli demokrasilerini” restore etmeyi başardılar.

Buraya kadar yazdıklarım kısa bir özetti. Yazının bundan sonraki bölümünde kendini Filipinler ülkesinin tartışmasız mülk sahibi sayan bir sefil diktatörün ibret verici öyküsü üzerine uzun bir derleme okuyacaksınız. Yazıyı Filipinli akademisyen arkadaşımın verdiği okuma metinleri ve onun anlattıklarından derledim.

DİKTATÖRÜN DÜŞÜŞÜ

Ferdinand Marcos, 30 Aralık 1965 seçimlerini kazanarak Filipinler Cumhurbaşkanı oldu ve 1969'da ikinci kez seçildi. Daha sonra da seçilmesini sağlamak için 1971’de Anayasa’da değişiklik yapıldı. Marcos, radikalleşen öğrenci eylemleri ve gittikçe artan gösteriler karşısında orta sınıfın korkularına oynadı ve 23 Eylül 1972'de olağanüstü hal/sıkıyönetim ilan etti.

1935 Anayasası Cumhurbaşkanına olağanüstü hal ilan etme yetkisi tanıyordu fakat sıkıyönetim ilanı bu yetkilerin kullanılmasıyla sınırlı kalmadı. Marcos, tüm yönetim yetkilerini elinde toplamaya devam etti, yargıyı dışladı ve 1935 Anayasasını sistematik olarak kendi amaçları doğrultusunda 1973 Anayasası ile değiştirdi. Anayasa değişiklikleri kuşkulu koşullar altında yapıldı.

İlk olarak, 10–15 Ocak 1973'te yeni Anayasa'yı onaylatmak için bir referandum düzenledi. Referandumdan önce oy verme yaşı 15'e düşürüldü. Çok sayıda asker seçmenleri korkutmak için belirli yerlere dikkat çekecek bir şekilde yerleştirilmişti. Daha sonra ortaya çıkan raporlar, belediye başkanlarına ve valilere “evet” oyları için kota verildiğini ve hayır oyların çoğunlukla kaydedilmediğini gösterdi. Sonuçlar, halkın yüzde 90'ının anayasa oylamasına katıldığını gösteriyor. Marcos, olağanüstü hal yönetimin sürekliliğini onaylatmak için sonraki birkaç yıl içinde dört referandum daha yaptırdı -1973, 1975, 1976 ve 1978.” (Görüldüğü üzere, demokrasiye ve millet iradesine pek saygılıymış.)

İkinci olarak, Anayasa Mahkemesine olağanüstü hal ve yeni anayasayı (referandum sonucunu) onaylaması için baskı yaptı, onaylamaya zorladı. Daha öncesinde, olağanüstü hal ilan edildiğinde, senatörler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, öğrenciler ve işçi liderleri de dâhil olmak üzere yaklaşık 8 bin kişi hiçbir hukuki kurala uyulmadan gözaltına alındı ve tutuklandı. Birçok tutuklu “habeas corpus” için anayasa mahkemesine dilekçe verdiler ve olağanüstü hal ilanının anayasaya uygunluğuna itiraz ettiler. (habeas corpus: yakalanan veya tutuklanan kişi önce "fiziken" yargıç önüne çıkarılmalıdır. Yargıcın tutukluyu görmesi şarttır. Bu şart yerine getirilmezse, tutukluluk hali yasal sayılmaz.) Ancak, anayasa mahkemesi, olağanüstü halin anayasaya uygunluğunu onaylayan bir karar verdi. Mahkeme, olağanüstü halin mahkemenin yargı yetkisinin dışında bir siyasi sorun olduğuna karar vererek habeas corpus için verilen dilekçeleri reddetti.

Olağanüstü hal, hükümetin her tür medyayı kontrol etmesini sağladı. 22 Eylül 1972'de Marcos, İletişim Bakanı ve Savunma Bakanının tüm medya organları üzerinde kontrol sahibi olmalarını sağlayan bir kararname yayınladı. Tüm süreli yayınlar kapatıldı. Marcos'u, ailesini veya yönetimini eleştiren medya simaları herhangi bir suçlama yapılmaksızın gözaltına alındı, bazıları tutuklandı.

Marcos, basını baskı altına almak için en az on bir Başkanlık Kararnamesi yayınladı. Baskılara boyun eğmeyen gazeteciler fiziksel tehdit, uydurma suçlamalar-davalarla karşılaştılar veya istifaya zorlandılar. Bu ağır baskı ve sıkı sansür koşullarında faaliyetine izin verilen süreli yayınların çoğu yandaş gazetelerdi. Bu gazeteler politik sorunları görmekten özenle kaçınırken ülke ekonomisi hakkında yalan ve dalkavukça haberler ve röportajlar yayınladılar.

Marcos'un kötücül mutlak gücü “yasallık pelerini” ile korunuyordu. Bu da onu neredeyse kontrol edilemez hale getirdi. Bununla birlikte, belirli faktörler birleşti ve sonunda diktatörün düşmesini ve Filipinlerde demokrasinin restorasyonu sağladı.

DİKTATÖRÜ DÜŞÜREN FAKTÖRLER

1. Reformcu Muhalefet

Yasal muhalefet olarak da bilinen reformcu muhalefet, üst-orta sınıfın üyelerinden oluşuyordu. Şiddet içermeyen yöntemler kullanarak siyasal reform yapılmasını istiyorlardı. Bu muhalefet grubu birleşik bir hareket değil farklı nedenlerle de olsa siyasal reform yanlısı olan ve üst sınıftan grupların bir bileşimiydi. Bu nedenle Marcos, onları kendini devirecek bir tehdit olarak görmediği veya kitlelerin desteğini alamadıkları sürece tolere etti.

NOT: Reformist muhalefetin birlikten uzak parçalı hali, çıkarların çeşitliliğini ve orta sınıftaki ideoloji eksikliğini de yansıtıyordu. Reformcuları bir araya toplayan şemsiye, hukukun üstünlüğü, anayasal meşruiyet, serbest seçimler ve kişisel özgürlüklerin korunması gibi belirli değerleri paylaşmaları ve Marcos'tan kurtulmak gerektiği üzerinde anlaşmalarıydı. Milliyetçilik, toprak reformu, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü ve sendikaların özerkliği üzerinde de fikir birliği vardı. Tartışma siyasi sürecin temel özelliklerinin ötesine geçtiğinde, neyin reforma tabi tutulacağı sorusu bölücü bir soru halini alıyordu.

1978 yılı reformcu muhalefet için bir dönüm noktasıydı çünkü 1969'dan beri ülkede ilk defa seçim yapılacaktı. 7 Nisan'da yapılacak Geçici Ulusal Meclis seçimlerinin boykot edilmesi konusuna fikir ayrılığı çıktı. Liberal Parti, “Böyle adaletsiz bir seçim sistemiyle bir seçime katılmak Marcos’a güvenilirlik ve olağanüstü hal rejimine hak etmediği meşruiyeti kazandırmaktır” diyerek seçime katılmayı reddetti. Marcos’un Nacionalista Partisinden ayrılanlar da aynı gerekçeyle seçimi boykot etme kararı verdiler.

En öne çıkan ve o günlerde hapiste olan eski senatör Benigno Aquino’nun kurduğu Lakas Ng Bayan (LABAN) Partisi başlangıçta endişeli olmakla birlikte seçimlere katılma kararı aldı. Olağanüstü hal ilanıyla birlikte hukuksuzca tutuklanan 8 bin kişiden biri olan Aquino, kampanyayı hapishane hücresinden yürüttü. TV’de 90 dakikalık bir röportajı yayınlandı. Aquino’nun adaylığı, seçimlerden önceki akşam Manila’da gürültü barajı sınırının aşıldığı bir gösteriyle zirveye ulaştı. Saat 20: 00'de, Manila sakinleri sokaklara çıktılar ve “hapishane hücresindeki Aquino'ya onun mesajını duyduklarını göstermek için” çıkarabildikleri kadar yüksek ses çıkardılar. Tencere ve tava çaldılar, araba kornaları çaldılar ve Aquino ve LABAN'ı desteklemek için boğazlarını yırtarcasına bağırdılar. Bununla birlikte, seçimler LABAN için tam hayal kırıklığıydı. Marcos’un partisi meclisteki sandalyelerin yüzde 91'ini aldı. İnsanlar B. Aquino’yu destekleseler bile, boykot kararını haklı bularak sandığa gitmemişlerdi. LABAN’ın seçimi boykot etmemesi/seçime katılması, seçim sonucuna Marcos açısından meşruiyet kazandırdı ve iktidarının sürmesini sağladı.

1981'de Marcos, olağanüstü hali resmi olarak kaldırdı. Ancak bu süre zarfında çıkarılan bütün kararnameler hala yürürlükteydi. Yani kaldırma kararı sadece göstermelikti. O yılın Haziran ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakibi Nacionalista Partisinden göstermelik aday Alejo Santos’tu. 1978 Meclis seçimlerinden farklı olarak, reformist muhalefet seçimi boykot etme kararında birleşti ve seçimi “sahte” olarak niteledi. Çünkü başı-sonu belli olan asgari bir kampanya dönemi, seçmen listelerinin yeniden düzenlenmesi, muhalefet için eşit zaman ve alan ve Seçim Komisyonu'nun yeniden belirlenmesi gibi önerileri Marcos tarafından ret edilmişti.

2. Filipin Ekonomisinin Çöküşü

Economist James Boyce, “Ekonomik kalkınmanın temel amacı yoksulluğun azaltılması ise, Marcos döneminde Filipinler kalkınma stratejisi uçsuz bucaksız bir başarısızlıktı” diye yazıyor. Marcos rejiminin son yıllarında, Filipinler ekonomisi neredeyse durma noktasına gelmişti. Marcos yönetimi şu üç yönlü kalkınma stratejisini uygulamasına rağmen durum böyleydi: (1) Tarımda yeşil devrim, (2) tarım ve ormancılık ürünleri ihracatında büyüme ve çeşitlilik ve (3) büyük dış borçlanma. Bu üç stratejiden elde edilen kâr, ülkenin özellikle Marcos yanlısı zenginleri arasında paylaşıldı. Böylece, zenginler ile yoksullar arasındaki gelir farkının daha da büyümesine yol açtı.

Tarımda, daha yüksek verimli pirinç diğer ihracat bitkileri için arazi kazanılmasını ve pirinç dışı ithalat için döviz tasarrufu sağlamıştı. Fakat bu gelir asla yoksullara gitmedi. Buna ek olarak, şeker ve hindistancevizi gibi tarım piyasalarında devlet müdahalesi, kayırmacılık/yandaş kayırmacılığı ve tekelleşme vardı. Bu durumlarda, faaliyetleri denetlenmeyen kilit devlet kurumları Marcos işbirlikçileri ve yakınları tarafından yönetiliyordu.

Marcos rejiminde, şeker ülkenin en önemli ikinci ihracat ürünüydü. Özellikle, 1970'lerin ortalarında, şeker kamışı tarlaları iki kat artarak 500 bin hektarın üzerine çıktı. Ancak bu artış, hasat ve elde edilen kar açısından bir artış anlamına gelmedi. Sonuçta, 1970'lerin ortalarında bir durgunluğa ve nihayetinde bir düşüşe yol açtı. Daha 1974’te, dünya ticaretine katılmak ve şekerde artan dünya fiyatlarından yararlanmak amacıyla şeker için bir hükümet tekeli kuruldu. Şeker pazarı 1975-1976'da düştüğünde, ticaret yetkileri Roberto Benedicto başkanlığında PHILSUCOM (Filipinler Şeker Komisyonu) ve Marcos'un bir işbirlikçisi tarafından yönetilen NASUTRA (Ulusal Şeker Ticareti Şirketi)'ne devredildi.

Benedicto başkanlığında, PHILSUCOM şeker alım, satım ve şeker fiyatları belirleme ve ayrıca şeker işleme fabrikalarını satın ve devralma yetkisine sahip oldu. Ayrıca, o dönemde şeker endüstrisinin ana finans kaynağı haline gelen Republic Planters Bank'ı kurdu. Bu yüzden, Benedicto, “son birkaç yıldaki konumunu ekonomik çıkar sağlamak, büyük bir servet biriktirmek ve şeker yetiştiren bölgelerde önemli siyasi nüfuz oluşturmak için kullanmak” ile suçlandı. ABD Büyükelçiliği, Benedicto'nun aşağıdaki çeşitli kâr elde etme mekanizmalarına sahip olduğunu bildirdi:

Rüşvet; iç piyasada şeker fiyatlarında kar marjı garantisi için lobi yapan tüccarların getirdikleri pahalı “hediyeleri” kabul etmek ve rüşvet almak.

İşlenmek için bekleyen şeker kaynaklarının kaçakçılığı; NASUTRA depolarından en az 600 bin metrik ton ham şeker kaybolduğu bildirildi.

vergi, kredi ödemeleri ve ihracat ticaret maliyetlerini alıkoymak/el koymak.

Bu operasyonlar “ülke ekonomisi üzerinde önemli ve büyüyen bir sorun anlamına geliyordu. Dahası, şeker pazarlama tekeli, Marcos'a yakın şeker plantasyonlarının çıkarlarını etkili bir şekilde korurken, küçük toprak sahipleri krizin yükünü taşıyordu. Bu, şeker kamışı işçileri arasında (özellikle Negros'ta) büyük çaplı bir açlığa yol açtı. Marcos rejiminin sonunda, Filipinler şeker endüstrisi neredeyse çökmüştü. Yetiştiricilerin çoğu borçluydu ve şeker kamışı ekimi çok azalmıştı.

Hindistancevizi üretim ve ticaretinde durum şuydu: 1973'ten başlayarak, Filipinler Hindistan Cevizi İdaresi (PCA) ihracatı tekelleştirdi ve piyasa fiyatlarını sabitlemek için hindistancevizi vergisini arttırdı. Marcos döneminde hindistancevizi pazarlaması tekelleştirildi. Hemen hemen tüm kurutulmuş hindistancevizi alımları ve hindistancevizi yağı üretimi ve satışı bir kuruluş tarafından kontrolü ediliyordu. Bu tekel, tüm hindistancevizi üretimine el koyan ve bir banka kurulması sağlayan Marcos'un cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile var edildi. Bu değişikliklerin hindistancevizi yetiştiricilerinin yararlanmasını amaçladığı söylense de, gerçekte fayda sağlayanlar “Hindistancevizi Kralı” olarak adlandırılan Eduardo Cojuangco ve Marcos'un en yakın işbirlikçilerinden olan Juan Ponce Enrile idi. (Enrile bir Generaldi ve daha sonra Marcos’u deviren reformcu isyancı askerlerin iki liderinden biri oldu.)

Alınan dış krediler için birincil gerekçe Filipinler yerli yatırımı ve kamu altyapısının inşa edilmesiydi. Bununla birlikte, bu krediler, tamamı Marcos’un işbirlikçileri olan ve yerli yatırımların nicelik ve kalitesini bozan birkaç özel şirkete yönlendirildi; geri kalan miktar ise yurtdışındaki banka hesaplarına aktarıldı. Bu yolsuzluk denizine en çarpıcı örnek ve kanıt, 1,2 milyar dolarlık bir maliyetle inşa edilen ancak Marcos rejimi sırasında bir kilowatt bile elektrik üretmeyen Bataan Nükleer Santrali dir. Kaybedenler Filipinlilerdi; ekonomik olarak çöken devi omuzlamak zorunda kalacak olan yoksullar, orta sınıf ve zenginler.

1973'te Marcos Filipinlerin nükleer santrale sahip olması gerektiğine karar verdi. Daha sonra, bunun “modern bir ulus olmanın mührü” olduğunu söyledi. Çünkü Marcos'un kendisi ve ülke için hayal ettiği gösterişli vizyonuna uyuyordu. Ancak, o zamanlar böyle bir yatırım sorunluydu: En iyi durumda bile, santral Luzon’un nüfusunun sadece yüzde 15'i için güç üretecekti. Güvenlik başka bir sorundu: Önerilen bölgenin 100 mil çevresinde dört aktif yanardağ vardı. Dahası, Filipinler nükleer yola çıkan en fakir ülkelerden biriydi; Doğu Asya'da sadece Japonya, Tayvan ve Güney Kore nükleer santraller inşa ediyordu. Fakat ekonomik ve teknolojik olarak çok daha iyi durumdaydılar.

Santral, ülke tarihinin en büyük ve en pahalı inşaat projesiydi. Devasa maliyeti devlet hazinesinden finanse etmek imkânsızdı. Bu yüzden, hükümet kredi için Washington DC'deki Ex-Im Bank’ın kapısını çaldı. 1975 yılında, Marcos'un en büyük destekçilerinden olan Ex-Im Bank başkanı William J. Casey, 277 milyon dolar doğrudan kredi ve 367 milyon dolar kredi garantisini onayladı. Bankanın o güne kadar onayladığı en büyük kredi paketiydi.

Westinghouse Electric başlangıçta iki tesis için 500 milyon dolarlık belirsiz, ayrıntıları belirtilmemiş (veya özenle gizlenmiş) bir teklif sundu. Öte yandan, maliyet ve şartnamelerin ayrıntılarını tam dört cilt olarak sundu, Manila'da nükleer enerji seminerleri düzenledi ve Filipinli yetkilileri Kaliforniya'daki tesisini ziyaret etmeye davet etti. Marcos, işi Westinghouse'a verdi. Westinghouse sözleşmeyi garantiye aldıktan sonra, sadece bir reaktör için 1,2 milyar dolarlık ciddi maliyetli bir teklif sundu -500 milyon dolarlık ilk teklifin neredeyse yüzde 400'ü. Marcos'a yaklaşık 80 milyon dolarlık bir “indirim garantisi” verildi (yani Marcos’un payı-komisyonu). Westinghouse, Marcos’un işbirlikçisi Herminio Disini aracılığıyla çeşitli uluslararası transfer sahtekârlıkları yaparak bu tutarı hesaba aktardı. 1986'da, on yıldan fazla bir zaman ve 1,2 milyar dolar harcandıktan sonra santral hala faaliyete geçmemişti.

Marcos'un “oligarşi” olarak adlandırdığı eski ekonomik elit, yönetimin işbirlikçi şirketleri üzerindeki sistematik kayırmacılığını göreceli olarak tolere etti. Bu durum1981'de değişti; Binondo Merkez Bankası'nın kurucusu Dewey Dee ülkeyi terk edip Kanada’ya kaçtığında geride yaklaşık 600 milyar Filipinler Pesosu borç bıraktı. Marcos’un işbirlikçisi şirketler ciddi bir finansal tehlikeyle karşı karşıya kaldılar. Devlet bankaları, kredi ve özsermaye için yaklaşık 5 milyar Pesoluk bir kurtarma paketi açıkladı. Eski ekonomik elitler bunu haksız buldu ve Marcos yönetimine eleştiri yağmuru başladı.

Ekonominin yoksullaşması, orta sınıfın ve küçük toprak sahiplerinin ve çiftçilerin Marcos’a verdikleri desteğinin kaybına yol açtı. Yoksulluk ve ordunun insan hakları ihlallerinin yanı sıra, isyancı grupların vatandaşların sorunlarına sahip çıkması onları saflarına katması için bir araç haline geldi. 1978'de, Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin (MNLF) gücü 20 binden fazla savaşçıya yükseldi. 1980 yılında, Yeni Halk Ordusu 16 binden fazla savaşçı ile 26 gerilla cephesi kurdu ve Filipinler Komünist Partisi 40 bin kitle eylemcisini kendine çekti.

3. Benigno (Ninoy) Aquino suikastı

Muhalefetin önde gelen lideri Benigno “Ninoy” Aquino, ABD'de üç yıllık sürgün yaşamından sonra, 21 Ağustos 1983’te, Filipinler'e dönmeye karar verdi. ABD’de bir gazeteye yaptığı konuşmada “Ülkede demokrasiyi yeniden kurmak ve Marcos'u görevden ayrılmaya ikna etmek” niyetindeydi. Bypass ameliyatı için ABD’ye gitmek üzere serbest bırakıldığında yedi yıldır hapisteydi. İmelda Marcos’un kendisiyle yaptığı bir anlaşma karşılığında ABD’de tedavi görmesi için tahliye edildi. Anlaşmanın tek şartı vardı: B. Aquino, ABD’ye Filipinler’e bir daha dönmemek üzere gidecekti. Fakat B. Aquino, ABD’de tedavi gördüğü sırada “Şeytanla yapılan anlaşma anlaşma değildir” dedi ve iyileştikten sonra geri dönmeye karar verdi. Aquino, Filipinler'e dönmeden önce gazeteci Teodoro Locsin Jr. ile yaptığı görüşmede şunlar söylemiş:

“Beni görmeyi kabul ederse Marcos'a gideceğim. Tarih bilgisine ve o tarih içinde kendini koyduğu yere itiraz edeceğim. Tarihin yargısını umursamıyorsa, tarih içinde iyi bir yerde görünmek ve iyi anılmak istemiyorsa, bütün bu tarih kitaplarını yayınlatmamalıydı. Bu görüşme mümkün olabilir. Ona şunu söyleyeceğim: Halkımız demokrasinin düzgün bir şekilde restorasyonunu ve özgürlük istiyor. Aksi takdirde, tek seçenek devrim olacak ve korkunç acı çekeceğiz. Demokrasiyi yeniden kurmak için ılımlı muhalefete beş yıl veriyorum. Bu olmazsa, Marcos’un alternatifi sadece Komünistler olacak. Ona hizmetlerimi sunacağım ama fiyatım halkımıza özgürlük.”

Ölüm tehdidi haberlerine karşılık şunları söylemiş: “Eğer bir suikastçının mermisiyle ölmek kader ise, varsın öyle olsun. […] İnsanlarımızın acısına ortak olmalıyım ve onlara liderlik etmeliyim.”

Aquino, Manila havaalanına 21 Ağustos 1983’te indi. Birkaç dakika sonra silah sesleri duyuldu. Başına aldığı kurşunla ölmüştü. Cenazesine yedi milyon insan katıldı. Bu olay Marcos rejimine olan desteği kökünden değiştirdi.

Genel Kurmay Başkanı General Fabian Ver ile birlikte 26 kişi bu suikastla suçlandı. Yargılama süresince (resmi olarak) görevde değildi. General Ver, ‘Başkan Marcos’a sadakatim ömür boyu sürecek’ diyen bir köle ruhlu suç ortağıydı. Doğrudan Marcos’a bağlıydı ve ordu içine uzanan bir suç örgütünü yönetiyordu. Yargılama, Marcos’un ona çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda beraatla sonuçlandı.

5. 1986 Erken Seçimi Başarısızlığı

Marcos, 1985'in Kasım ayında, bir Amerikalı gazeteciye verdiği röportajda bir erken seçim niyetini açık etmişti. Hatta ABD Kongre üyelerini seçimde gözlemci olarak davet edecek, sahtekârlık suçlamasını asılsız olarak nitelendirecek kadar ileri gitmişti. Bu, ABD’nin desteğini almak ve Marcos yönetiminin meşruiyetini göstermek için yapılan bir girişimdi. Bir sonraki seçimlerin 1987'de yapılması gerekiyordu ama Marcos kendine çok güveniyordu ve erken seçim kararı verdi. Ailesinin, Bakanlar Kurulu'nun ve partisinin itirazlarına aldırış etmedi. O sırada yurt dışında olan Imelda Marcos'un bile seçim ilanından şaşkına döndüğü söyleniyor. Ancak, yakın zamanda bir akademisyenin belirttiği gibi, bu güven sadece halktan soyutlanmış/kopmuş olduğunu gösteriyordu; halkın ondan desteğini çektiğini fark edememişti.

Marcos’un Çalışma Bakanı Blas Ople şunları söylemiş: Marcos, kuşatıldığını, Washington ve uluslararası topluluğun desteğini kaybetmekte olduğunu söyleyemedi. Yönetme yeteneğini yeniden tesis etmek için bir atılıma ihtiyacı vardı. Bize karşı asla o kadar dürüst değildi ama nedenini biliyorduk.

Marcos, seçimi kazanarak gücünü pekiştirmek zorundaydı. Olağanüstü hal ilanından önce olduğu gibi, Marcos ordunun desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bunun için General Ver'e ihtiyacı olduğunu biliyordu. Fakat Ver, Aquino-Galman cinayet davasında kovuşturulduğu için görevde değildi. 2 Aralık 1985'te, Marcos’un yargıçları Ver ve diğer 26 şüpheli hakkında beraat kararı verdi. General Ver tekrar Gn. Kurmay Başkanıydı, yani Marcos’un ihtiyaç duyduğu adam.

Bu arada, erken seçim duyurusu öncesinde, muhaliflerler bir başkan adayı belirlemek üzere bir grup oluşturuldu. Corazon Aquino doğru aday, “insanların tercihi” olarak kabul edildi. Bu arada, Birleşik Milliyetçi Demokratik Organizasyon (UNIDO) ve Liberal Parti (LP), Ulusal Birleşme Komitesini (NUC) kurdular ve Salvador Laurel’i cumhurbaşkanı adayı gösterdiler.

Bu arada Corazon Aquino, bir erken seçim yapılacaksa ve bir milyon vatandaşın desteğine sahipse, aday olma niyetini açıkladı. Bu desteği aldı. Böylece ortaya iki muhalefet adayı çıktı: Aquino ve NUC’un adayı eski Senatör Salvador Laurel. Fakat aynı yıl Laurel, Aquino’yu desteğini açıklayarak adaylıktan çekildi. Laurel, başlangıçta isteksiz olsa da, sonunda adaylıktan çekilmenin ve seçime tek adayla girmenin Marcos’un ezici etkisine karşı tek yol olduğuna ikna oldu ve Aquino’nun başkan yardımcısı olmayı kabul etti. Aquino ve Laurel, Birleşik Milliyetçi Demokratik Organizasyon (UNIDO) çatısı altında birlikte seçime girdiler.

NOT: Seçim kampanyası sırasında yaptığı yayınlarda Marcos, Aquino'nun kadın oluşunu bir sorun olarak sundu. O yayınlarda “Bir kadının bu görevin zorluklarıyla başa çıkamayacağı konusunda sizi uyarıyorum. Bu kadın bu göreve uygun değil” diyordu.

İşadamı Jose Concepcion, 1949'daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan seçim sahtekârlığından sonra 1957'de kurulan ve vatandaşların oy sayımında gözlemci olarak yer almasını sağlayan Ulusal Serbest Seçim Hareketi'ni (NAMFREL) tekrar harekete geçirdi. 1984 meclis seçimlerinde, hilesiz bir sayım için başarılı bir çalışma gerçekleştirilmişti. Marcos’un partisi NAMFREL'i itibarsızlaştırmaya çalıştı, ancak uluslararası baskı nedeniyle COMELEC (Filipinler seçim komisyonu) bu gözlemci örgüte resmi gözlemci statüsü verdi

Büyük seçmen listesi sahtekârlığı ve yaygın hile, 7 Şubat 1986 günü yapılan Başkanlık seçime gölge düşürdü. Önceki seçimlerde oy kullanan binlerce kayıtlı seçmen, isimlerini listelerde bulmadı. ABD’li senatörler ve kongre üyelerinin başkanlığındaki bir heyet de dâhil olmak üzere yaklaşık 850 yabancı muhabir gözlemci olarak geldi ve oyların çalındığına, hile yapıldığına tanık oldular. 9 Şubat'ta, COMELEC (Filipinler seçim kurumu) Merkezi'nden 35 kurum çalışanı ve bilgisayar operatörü, seçim sonuçlarının açık bir şekilde manipüle edildiğini gösteren bilgisayar tabloları ve ilan edilen sandık sonuçları arasındaki büyük tutarsızlık nedeniyle protesto gösterisi yaptı. Kırsal kesimdeki seçmenler ordunun baskısına maruz kaldı ve çok sayıda oy pusulası çalındı. NAMFREL, Aquino'nun yüzde 70 oy oranıyla önde olduğunu söyledi.

15 Şubat 1986'da benzeri görülmemiş bir toplumsal öfkeye neden olan bir duyuru yapıldı. Ulusal Meclis, Marcos ve Arturo Tolentino'yu başkanlık ve başkan yardımcılığı seçiminin kazananları olarak ilan etti. Muhalefet meclisi protesto etmek için oturum salonunu terk etti.

Corazon Aquino, ertesi gün Luneta'da yaklaşık iki milyon kişiye konuştuğu, muhalefetin öfkesi gösteren bir miting düzenledi. Mitingde Aquino, Marcos’un işbirlikçilerinin sahip olduğu şirketlerin ve ürünlerin boykot edilmesi ve büyük bir sivil itaatsizlik çağrısında bulundu. Aquino-Laurel ikilisi de zafer ilan ettiler.

Seçim sürecini izleyen 19 farklı ülkeden 44 delegeden oluşan Uluslararası Gözlemci Heyeti, seçim sonuçlarında rahatsız edici anormallikler olduğunu belirten ve seçmenlere gözdağı verildiği, baskı yapıldığından bahseden raporu yayınladı.

Marcos'un göreve başlama günü olarak 25 Şubat seçildi. Diplomatik misyonlara davetiyeler gönderilmesine rağmen, hiçbir elçilik Marcos'a kutlama mesajı göndermedi ve davetine katılmadı. Yabancı hükümetlerin sessizliği Marcos yönetimini endişelendirdi.

Şubat 1986'da Marcos, Çalışma Bakanı ve Genel Sekreterini ABD'ye ve bir yardımcısını Avrupa'ya gönderdi. Amaç, başkanlık seçimini meşrulaştırmak için son bir girişimde bulunmaktı. Başkan yardımcısı Arturo Tolentino Japonya'ya ve ASEAN ülkelerine gönderildi.

Corazon Aquino’un yaptığı Marcos’un işbirlikçisi şirketlerin boykot edilmesi çağrısı nedeniyle San Miguel Corporation ve diğer bazı firmaların hisseleri borsada dibe vurdu.

6. RAM Ekibinin Darbe Planı

Silahlı Kuvvetler Reform Hareket (RAM) 1982'de bir askeri darbe ile güçlü bir askeri yönetimi amaçlayan küçük, gizli bir grup olarak ortaya çıktı. Başlangıçta Savunma Bakanı General Juan Ponce Enrile ve Filipinler Askeri Akademisi'nden (PMA) bir avuç subaydan oluşuyordu. Filipinler Silahlı Kuvvetleri (AFP) Genelkurmay Başkanı General Fabian Ver'e karşı öfke duyuyorlardı.

PMA’nın eğitimli subayları ile Yedek Subayların Eğitim Kolordusu (ROTC) arasındaki ayrışma daha olağanüstü halin ilk yıllarında belirgindi. Marcos, kıdemli PMA mezunlarını pas geçerek ROTC görevlilerini ordu, donanma ve hava kuvvetlerinde üst görevlere atadı. General Ver, Marcos'un Genelkurmay Başkanı olduğunda rakiplerini çabucak tecrit etti. Kendisi de Filipinler Üniversitesi mezunuydu ve eski yedek subayları terfi ettirdi. Böylece PMA tarafından eğitilmiş profesyonel subayların terfi sistemini bozdu, yukarı doğru tırmanmalarını engelledi.

1985'in başlarına gelindiğinde RAM, 11 kişilik bir liderlik komitesi ve yaklaşık üç yüz üyelik tabana sahip tam olarak organize bir gruptu. Nispeten küçük olmasına rağmen, RAM, ordu görevlilerinin çoğunun, özellikle de PMA subaylarının desteğine sahipti. Yıl ortasında RAM halka açıldı (kendini ifşa etti), ancak eski işkenceci askerlerin de aralarında olmasından dolayı harekete dair bir kuşku ortaya çıktı. Yine de, çoğu medya kuruluşu RAM'i reformcu olarak görmeyi seçerek insan hakları sicillerini görmezden geldi.

1985 Noelinde darbe yapmak için plan yapmaya başlamışlardı. Ancak Marcos, Kasım ayında beklenmedik bir şekilde erken seçim kararı alınca, RAM liderleri planlarını gözden geçirmek zorunda kaldı ve darbe sonraki yıla ertelendi. Marcos, 7 Şubat seçimlerinin kazananı ilan edildiğinde, RAM liderleri 23 Şubat 1986 Pazar günü saat 02: 00'de darbeyi başlatmaya karar verdiler.

İsyancılar, Başkanlık Sarayına saldıracaklar ve Marcos ve eşi Imelda’yı esir alacaklardı. Darbe böyle başlayacaktı. Ancak darbeden önceki gece, Saray çevresinde toplanan çok sayıda birlik gördüklerinde planlarının tehlikeye girdiğini fark ettiler. Gn. Kurmay Başkanı Ver darbe planını öğrenmiş ve bir tuzak hazırlamıştı. İsyancılar General Enrile'ye durum hakkında bilgi verdiler ve saraya yapmayı planladıkları saldırıyı iptal ettiler.


Sadece iki seçenekleri vardı: Dağılma veya yeniden toparlanma. General Enrile “daha şerefli” seçenek olan ikincisini seçti. Cumartesi gecesi, Marcos ile yollarını ayırdığını yanında (General Ver’in varisi kabul edilen) General Fidel Ramos ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek açıkladı. Ayaklanmanın ilk kritik saatlerinde, RAM liderleri eski PMA sınıf arkadaşları ve yoldaşlarını aradılar. Destek olmaları ya da en azından tarafsız kalmaları için yalvarıyorlar ve böylece Marcos'un savunmasını baltalıyorlardı.

Sabah saat 09: 00'da Cardinal Sin, Radio Veritas’ta o ünlü duyurusunu yaptı. İnsanları General Enrile ve General Ramos'u desteklemek için Gn. Kurmay Başkanlığı binasında toplanmaya ve yiyecek getirmeye çağırdı. Bir saat sonra, General Enrile telefonla Corazon Aquino'ya ulaştı. Aquino, Cebu kentinde Marcos karşıtı bir mitinge katılmıştı. Darbeden haberdar edilmişti ancak Enrile'yi darbe yapmaya yönlendiren nedenler konusunda kuşkuluydu. Yarım gün sonra isyanı desteklediğini açıkladı ve halktan yardım istedi.

Böylece, dört günlük Halkın Gücü Devrimi başladı. Devrim barışçıl bir devrimdi, askerler oturmuş, ayakta durmuş ve diz çökmüş olarak tankların önünde dua eden her kesiminden insan tarafından yiyecek, dualar, çiçekler ve tezahüratlarla karşılanıyordu. Kiliseye ait radyo istasyonu Radio Veritas, devrimin maratoncusu olmuştu. Dört gün boyunca halkı bilgilendiren yayınlar yaptı.

Dört gün boyunca Marcos ve Gn. Kurmay Başkanı General Ver, ulaşabildikleri havacı, denizci, karacı çok sayıda subaya isyancılara karşı savaşması, karargâhlarını bombalaması, hepsini öldürmesi için emirler verdiler. Ama emirlerini dinleyen çıkmadı. İçlerinden alay ederek karşılık veren subaylar bile çıktı.

Marcos, ordunun kontrolünü kaybettiğinin ertesi günü, 25 Şubat 1986, 20 yıllık diktatörlüğü de devrildi.

Sonuç

Filipinler ülkesini kendi mülkü ve Başkanlığı da doğal hakkı (sadece onun hakkı) olarak gören 20 yıllık Marcos diktatörlüğü, 24 Şubat 1986’da devrildi. Oysa 25 Şubat’ta göreve başlama töreni yapmayı planlamıştı. 25 Şubat 1986'da bir tören yapıldı ama o törende Corazon Aquino ve yardımcısı Salvador Laurel Başkan ve Başkan Yardımcısı olarak yemin ettiler.

6 Mayıs 1986’da “Filipinler resmi haber ajansı” şu haberi geçti: “Marcos'a sadık askeri birliklerin, Marcos’un 20 yıllık iktidarını uzatabilmek amacıyla, bir dizi bombalama, kundaklama ve cinayet planladığı ortaya çıkarıldı. ‘Ebediyen Operasyonu' adı verilen komplonun Cumhurbaşkanı Corazon Aquino'nun feshettiği “Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Kurumu” tarafından hazırlandığı öğrenildi. Bu kuruma, Marcos'un uzun zamandır sırdaşı olan ve onunla birlikte ülkeden kaçan Genel Kurmay Başkanı General Fabian Ver başkanlık ediyordu. Marcos’un iktidarı bırakıp ülkeyi terk etmesi nedeniyle, planlanan ‘Operasyon’ komplosu gerçekleştirilemedi. Amaç, tüm muhalefet liderlerini, NAMFREL'in tüm yürütme konseyini ve RAM isyancılarını tutuklayıp Corregidor yakınlarındaki Caballo Adası'nda bir toplama kampına göndermek ve böylece tüm muhalefeti tamamıyla etkisiz hale getirmekti.”


Konuyu az-çok bilen biri olarak, yukarıdaki haber hakkında şunları söyleyebilirim: Diktatörün suç örgütüne dönüşen Seçim Kurumu ve Meclis, seçimi Marcos’un kazandığını ilan edecekti. Ülkede protesto gösterileri başladığında, Marcos’un muhalefeti/toplumu sindirmek için kurduğu suç örgütü “Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Kurumu” tarafından bir dizi bombalama, kundaklama yapılacak ve cinayet işlenecekti. Böylece, Marcos’un “ülkenin bekası” için koltuğunda kalması sağlanacak ve tekrar olağanüstü hal ilan edilecekti. Fakat ordunun büyük çoğunluğunun Aquino’yu destekleyen reformcu subaylar safına geçtiğini, önünde ya halkın eline düşmek ya da ülkeden kaçmak seçenekleri olduğunu gören Marcos, 80 kişilik suç örgütüyle birlikte ülkeden kaçınca bu “Ebediyen Marcos” planı da suya düştü.