08 Aralık 2018 23:15

Dikenli yol ve Ses

Dikenli yol ve Ses

Fotoğraf: Envato

Paylaş

DİKENLİ YOL (1986)

Film, Hüseyin’in cezaevinden çıktıktan sonra evine gitmek üzere yaptığı otobüs yolculuğu ile başlar. Yolculuk esnasında geri dönüşlerle Hüseyin’in evinden polisler tarafından alınıp götürüldüğünü ve örgüt üyesi bir arkadaşı onun adını verdiği için suçlandığını görürüz. Yolda mola sırasında yemek yerken geriye dönüşle cezaevinde zorla yaptırılan yemek duasını görürüz. Dikenli Yol’da kahramanın gördüğü şiddet/işkence geriye dönüş sahneleri ile verilir.

Eve geldiği andan itibaren de sık sık izlediğimiz geri dönüşlerle geçmişe yolculuklar yapar Hüseyin; yalnızca cezaevi günlerine değil ailesiyle yaşadığı eski günlere de. “Ölüm korkusuyla iç içe yaşayan ender kişilerdeniz biz. Her sabah uyanıp bugün de ölmedim anne demenin ne olduğunu o cehennemde yaşamayanlar anlayamaz” diyen Yadigâr, üniversiteden arkadaşıdır Hüseyin’in. Tanıyınca aşık olduğu Yadigâr’ın kardeşi Şükran’la evlenirler. Geçmişle o an iç içe anlatılır filmde. Geçmişe dönüşlerde ağabeyi Aziz’le ve yengesiyle arasının çok iyi olduğunu görürüz; şimdiye döndüğümüzdeyse yengesinin Hüseyin’le konuşmadığını, mesafeli durduğunu.

Hüseyin cezaevindeyken Yadigâr da aranmaya başlanmış, kaçağa düşmüştür. Saklanmak istediği arkadaşları kabul etmediğinden Aziz’den yardım ister. Daha da acısı “Ne istiyor senden?” diye soran karısına Aziz’in verdiği yanıttır: “Yok bir şey canım, kovboyculuk oynuyorlardı hakiki mermilerle, oyun bitti. O kadar.”

Aziz Yadigâr’ı kaçırmaya çalışırken polisle girdikleri çatışmada vurulur, hayatını kaybeder. Hüseyin’i cezaevinde ziyaret eden yengesi “Ağabeyinin dönmesini beklerken ölüm haberi geldi. Yadigâr vurdu dediler. Bilemedik aslını, araştırmadık da. Ne dedilerse inandık. Sustuk kaldık çaresiz” diye anlatır durumu.

Bütün olup bitenlerden kendini sorumlu tutan Hüseyin yengesine “Başın darda kalınca ağabeyime git dediydim Yadigâr’a, nereden bilebilirdim ki yenge. Gelme yenge bir daha, bunca yolu tepip gelme buralara. Bir suçlu, bir sebep arıyorsan, benim o suçlu, benim yüzümden tüm bunlar, benim yüzümden” der.

Oyunculukların yalın ve başarılı olduğu filmde 12 Eylül belirsiz bir fondur. Cezaevi gerçeğinin yaşattığı acılardır anlatılan. Acıyı yalnız Hüseyin değil ailesi de yaşamıştır.

Yadigâr’ın Aziz’e söylediği ve aldığı yanıt filmin mesajını/duruşunu belirler. Son derece açık ve ideolojik bir mesajdır bu. Devrimciler iyi insanlar da olsa onları hapse ya da aranan, kaçak konumuna düşüren, ölmelerine neden olan devrimcilik kötüdür. ‘Devrimci Yadigâr’ın söylediklerinden şu anlaşılır; bu insanların seçimlerini bilinçli yapmadıkları, birileri ‘Ya onlardansın ya bizdensin’ demiştir, onlar da o koşullarda ortada kalamayacaklarından birini/devrimciliği seçmiştir. Ağabey Aziz de “Kovboyculuk oynuyorlardı hakiki mermilerle, oyun bitti. O kadar!” diyerek devrimciliğin sonu hüsranla biten bir kovboyculuk oyunu olduğunu, oyun bitince de hata yapıldığının farkına varıldığını vurgular. Oyunu bitirense devletin gücüdür.  

Yönetmen: Zeki Alasya, Senaryo: Çetin Öner

Oynayanlar: Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Mine Baysan, Eşref Kolçak, Muadelet Tibet, Nezih Tuncay, Barış Altay, Mustafa Yavuz, Suat Sungu, Ahmet Eskici, Hakkı Kıvanç...

SES (1986)

Bodrum, Gümüşlük’ün gözde ve ıssız olduğu yıllar. Sahildeki kahvenin önünde yolcularını indiren dolmuştan ince uzun bir adam iner. Daha ilk sahnelerde, kahvede çayını içerken gördüğü ahtapotun taşa çarpılmasıyla irkilir, yüz hatları gerilir, gözü seğirir. Hayata yeniden başlamak için geldiği bu yerde bir pansiyona yerleşir fakat gördüğü işkencelerin izi/anısı rahat bırakmaz. İşkence filmin merkezine oturur.

Filmin kahramanıyla ilgili adı dahil hiçbir bilgi edinemeyiz. Kimdir bu adam, nereden gelmektedir, neden ve hangi dönem cezaevine girmiştir? Görebildiğimiz işkencenin epey ağır iz bıraktığıdır kahramanımızda. Bu iz yalnızca sakat kalan kolu gibi fiziksel bir iz değildir, psikolojik izler, hasarlar da bırakmıştır. İşkencenin yarattığı sarsıntı ağır olmuştur.   

Annesi Yurdanur Hanım’la tatil yapan Selmin’in dikkatini/ilgisini çeker bu yalnız ve yorgun adam. Aralarında arkadaşlık başlar. Selmin’e sürekli Serpil diyen Yaşlı Balıkçı Sadık Reis doğadaki dönüşümün de, kentsel dönüşümün de farkındadır, rahatsız ve şikayetçidir. Denizde balık kalmadığından, toprakları satın alan kentlilerin bu güzelim yerleri işgal edeceğinden, yerlileri kovacağından söz eder. Sadık Reis’le de kahramanımız arasında bir yakınlık oluşur. Birlikte ağ atmaya çıkarlar.

Selmin ilgi duymaya başladığı kahramanımızı görmeye, kaldığı odaya gittiğinde onu uykusunda gördüğü kabuslarla kıvranırken bulur.

Selmin: Kaç yıl yattınız?

Adam: Anlamadım. Nasıl?

Selmin: Yüzünüz hiç güneş görmemiş.

Adam: 6 yıl

Annesi Selmin’in bu adamla arkadaşlığından rahatsız olur. Hayata, topluma yeniden uyum sağlamak için geldiği yazlık tatil yöresinde uzun kollu gömlekle, ceketle dolaşır kahramanımız. Selmin “Niye geldin buraya diye?” sorduktan sonra “Geldiğin günkü gibisin, aynı elbise, aynı tavır. Denize bile girmiyorsun. Söyler misin niye geldin öyleyse?” der.  

Tatilcilerin yoğun olduğu bir gün, kahramanımız arka masadan duyduğu bir sesle irkilir. Bağıra çağıra konuşan, kahkahalar atan, karısını aşağılayan bir erkek sesidir bu. O sesin işkencecisine ait olduğunu düşünür. O andan itibaren ‘işkenceci kurban ilişkisi’ farklı bir mecraya girer. Yaşanacak hesaplaşmada işkenceci-kurban yer değiştirir. Kahramanımız işkencecisi olduğunu düşündüğü adamı köyün tepesindeki terk edilmiş eski kiliseye kapatır. Giysilerini soyarak ellerini gözünü bağladığı adama ‘psikolojik işkence’ yapmaya başlar. Adam ortada bir yanlışlık olduğunu, sandığı kişi olmadığını söylese de kahramanımızı ikna edemez. “Beni tanıdın mı?” diye soran kahramanımıza, “Yüzünü görmedim ki, nasıl tanıyayım” dediğinde, “Sesimden. Benim seni tanıdığım gibi.” yanıtını alır. Sınırlı geliri olan bir muhasebeci olduğunu söyler adam. Adamın bağırırken, öfkeliyken, küfrederken çocuklarına, karısına kötü davranırken çıkardığı sesinden ve faşizan davranışlarından işkencecilerinin sesleri ve faşist uygulamalarını özdeşleştirir kahramanımız.

İşkence görmüş bir devrimci işkencecisini bulunca işkenceciye dönüşmüştür. Filmde 12 Eylül, belirsiz bir fondur. Ne kahramanın cezaevine düştüğü nedenleri ne de o günlerin koşulları hakkında bilgi edinebiliriz. Film izleyenden ‘giz’lediği bilgilerle, film boyunca öğrenilemeyen sırlarıyla biter. Ses, 12 Eylül’le bir hesaplaşma içermez. “Ne istiyorsun benden?” diye soran işkenceci olduğu sanılan adamla “gençliğimi” yanıtını veren, işkence görmüş birinin hesaplaşmasının aktarıldığı, eksik, başarılamamış bir film olarak yerini alır. Film bittiğinde geriye Gümüşlük Koyu’nun güzel görüntüleri içinde yaşanamamış bir aşk öyküsünün buruk tadı kalır.

Yönetmen: Zeki Ökten Senaryo: Fehmi Yaşar

Oynayanlar: Tarık Akan, Nur Sürer, Güler Ökten, Kamran Usluer, Kamuran Yüce, Orhan Çağman, Yavuzer Çetinkaya...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...