Bediüzzaman “Mümkünat birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut o onu, o da onu icad edip teselsül suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vacibu’l-Vücûd vardır ki bunları icad ediyor” (Sözler, 2005, s. 1116.) demektedir.
**
Devir, bir şeyin kendisine muhtaç olana muhtaç olmasıdır. Bunu en güzel anlatan “Yumurtanın tavuktan ve tavuğun da yumurtadan çıkması” misalidir. Bu devr-i bâtıldır; yani, fasit daire ve sonucu olmayan bir hükümdür. Bu mantığa göre, yumurtayı devreden çıkarırsak tavuk ortada kalmaz. Tavuğu devreden çıkarırsak yumurta ortada kalmaz. Bu durumda tavuk da yumurta da kendi kendini yaratmış olur ki bu muhaldir.
**
Bir şeyin meydana gelmesi için yalnız maddî sebep yeterli değildir. O maddeyi de, o maddenin yaratılış amacını da belirleyen “ilim, irade, kudret ve hikmet”in hükmetmesi zarurîdir.
Maddede bunların bulunmadığı bedihiyattandır. Yani açık bir gerçektir.
Bu durumda ister istemez “Tavuğu da yumurtayı da yaratan Allah’tır” demek zorunda kalırız. Bunun için Allah’a “Vacibu’l-Vücud” denir.
Ağacın sebebi çekirdek, çekirdeğin sebebi de ağaç değildir. Her ikisini de yaratan Allah’tır. Zira ne ağaçta ve ne de çekirdekte “ilim, irade ve kudret” yoktur.
**
Teselsül ise, sebep ve sonuç ilişkisinin sonsuza kadar uzanmasıdır. Yani “Nedensellik...” Neden, sebep ve illet... Felsefecilere göre varlık dünyasında her şey “Sebep/illet ve sonuç/müsebbeb” ilişkisi çerçevesinde cereyan eder.
Her şeyin açıklayıcı bir sebebi vardır. Ama bu sebeb bir noktada kesilir.
Zira, sebeplerin de var olmaya ve yaratılmaya ihtiyacı vardır ki onu yaratana “Müsebbebü’l-Esbab” denir.
Müsebbebü’l-Esbab kimdir?
Vacübu’l-Vücud, ilim, irade ve kudret sahibi olup hikmetle iş yapan Allah...
**
Sebep-sonuç ilişkisinin sonsuza kadar uzanması çözüm getirmeyen ve aynı olumsuz sonuçları doğuran bir çeşit kıyas hatasıdır. Bu nevi kıyaslara Mantık dilinde “Devr-i Batıl” yani “Kısır Döngü” denir.
**
İmam Gazali ile İbn-i Rüşt arasında geçen tartışmanın da odak noktası budur. Gazali, sebeple sonuç arasında bizim gözlemimizin dışında bir başka bağlantının olmadığını söyler. Sebep olmadan sonuç doğabilir ve sebep olduğu halde sonuç doğmayabilir.
Allah sebepleri de sonuçları da ayrı ayrı yaratmaktadır. Bu noktada Gazali ile Bediüzzaman aynı noktada birleşirler. Zira “Daire-i esbabdan zuhur eden işler sebeplerin değil, onların arkasında iş gören Kudret-i Ezeliye’nindir. Onlar ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilan ve neşretmekle mükelleftir.” (Mesnevî-i Nuriye, 2006, s. 20.)
Yani hükümetin “kalem dairesi” gibi. Yukarıdan gelen emirleri aşağıya iletir.
**
Nitekim, Peygamberimiz (asm) “Hiçbir şey bir şeye sirayet etmez. Yüce Allah her nefsi yaratmış, onun ömrünü, ecelini, rızkını ve uğrayacağı musîbetleri yazmıştır” (Tirmizi, Kader, 9; İbn-i Mâce, Mukeddime, 10.) buyurmuşlar ve sebeplerin de sonuçların da Allah tarafından yaratıldığını söylemişlerdir.