Yeni Asya’nın ve diğer “muhalif” medyanın başına gelenler TBMM’nin dahi gündemine geldi, ama maalesef muktedirlerden tık yok.
Hele bu “basın kartı” meselesi.
Yürütmedeki muktedirler adeta “elinde benim verdiğim kimlik yok, o halde benim için sen yoksun” diyor.
Oysa bu, kanuna da hukuka da demokrasiye de açıkça aykırı.
Bir kişiye basın meslek mensubu olma statüsünü veya yetkisini kim verir?
Hiç kimse. Sadece ve bizzat kendisi.
Bu bir tercihtir. Basın mesleğine mensup olmak isteyenin birilerinden ve bilhassa devletten yani yürütmeden izin alması gerekmez.
Zaten “izinli basın basın değildir”.
Anayasa “Basın hürdür sansür edilemez.” diyor.
Kime karşı hürdür?
Basın mensubunun “sana bana” ya da “patrona” karşı hür olması da önemli elbette. Ama asıl hürriyet devlet yetkisi kullanana karşı hürriyettir.
Bu hürriyet ise kimlik tarifi ve kimlik kartı ile başlar.
Basının Anayasa’ya da uygun şekilde bir Basın Kanunu ile kayıt kuyut altına alınmasının sebebi basının ve mensubunun zapturapt altına alınmasını sağlamak değil.
Aksine bu Kanunun da amacı basının ve basın mensubunun hürriyetini garanti altına alabilmek.
Ama son yıllarda tam tersi bir anlayış hakim olmaya başladı.
İktidar sahipleri bu gidişi besliyor ve destekliyor.
Akredite basın, Saray basını, Hazretlerinin basını… gibi adlarla anılan medya da maalesef bu işe çanak tutuyor.
Oysa bilmeliler ki “…gün gelir hesap döner”!
Basın mensuplarına verilen kimlik kartları meselesi de böyle.
Kim verecek bu kartları? Devlet mi?
Devlet dediğimiz şey iktidar. Yani demokrasideki ikinci kuvvet. Basın ise iktidarı denetlemek için var olan dördüncü kuvvet.
O halde o iktidarın “sana kimlik vermiyorum” deme hakkı var mı?
Aslında konu “kimlik ve varlık” algısı ile ilgili.
Uyarıcı olması için son sözü söyleyecek olan Anayasa Mahkemesi”nin Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan”ı örnek alalım.
Kendisine “profesör” unvanını “akademik hiyerarşi” anlamında bir tür “devlet” vermiş olabilir.
Anayasa Mahkemesi üyeliği “statüsü”nü de yine bir tür Devlet’in verdiği doğrudur. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı “görevini” ise bizzat o Mahkeme verdi.
Ama “Zühtü Arslan” adını ona devlet mi verdi?
Hayır. Bu işin devletle alâkası yok.
Ne yapacağını, hangi siyasî fikre ve sosyal tavra ya da dünya görüşüne sahip olacağını devlet mi söyleyecek?
Hayır. Elbette hayır.
Gazeteci olmak isteseydi ve devlet “ben sana basın kartı vermiyorum” deseydi şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Prof. Dr. Zühtü Arslan ne diyecekti?
Her halde “hadi ordan, hadi ordan!” diyecekti.
O ve üye arkadaşları, Mahkemenin önüne gelecek dâvâlarda da aynısını söylemeli.