Öncelikle devlet “tarihsel” bir kavram/olgu. İnsanlık tarihinin bir döneminde ortaya çıkmış ve sonsuza kadar -en azından bu formuyla- devam etmeyeceği de açıktır. Tarihin sonu olarak ilan edilen mevcut kapitalizmin akıl dışılığı ve sürdürülemezliği ile teknolojik gelişmeler bu değişimi zorluyor.

Şimdi baştaki soruyu, henüz tanımı üzerinde bile tam uzlaşı sağlanamamış “devlet” ve uçsuz bucaksız “devlet teorisi” tartışmalarına girmeden, ülkemiz özelinde devletin görünümleri üzerinden çeşitlendirelim.

Anayasamıza göre devletimiz “bir cumhuriyettir.” Nitelikleri ise; “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklinde tarif edilmiştir.

Peki bu niteliklerden bazıları hukuken ya da fiilen ortadan kaldırılırsa hala “aynı” devletten bahsedebilir miyiz? Mesela tüm Anayasa zorla, hukuken ya da fiilen askıya alınıp yürürlükten kaldırılırsa devlet yıkılmış sayılır mı? Darbeler devleti yıkmış sayılır mı? Sonrasında kurulan aynı devlet midir?

Yargıyı, siyaseti, istihbaratı, güvenliği, eğitimi, akademiyi, orduyu, basını ve ticareti bir cemaatin egemenliğine vermek devleti yıkmak/çökertmek anlamına gelir mi?

***

Parlamenter sistemden ucube bir başkanlık sistemine geçildiğinde, devlet yıkılıp yeniden kurulmuş mudur? “Eski” Türkiye’nin yıkılıp “yeni” Türkiye’nin kurulduğu devletin başı tarafından her gün ilan ediliyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltması olan “T.C” resmî kurumlardan silinmişse anayasada tarif edilen devlet devam ediyor mudur?

Devletimiz bir “Cumhuriyet” olduğuna göre, “hilafet” ve saltanat istemek devletin yıkılmasını istemek anlamına gelir mi? “Laiklik” ilkesini fiilen kaldırmak, Anayasa’dan çıkarılmasını istemek devleti yıkmaya çalışmak mıdır? “Laik devlet yıkılacak elbet” sloganını atanlar devlete egemen olmuşsa devlet ne olmuştur?

***

Şimdilerde iktidarın en makbul devlet insanlarından olan bir başbakanın “son sosyalist devleti yıktık” açıklamasına dayanak teşkil eden yağma politikaları devleti yıkmış mıdır?

Devlet dediğimiz aygıta hâkim olanlar gırtlağına kadar suça bulaşmış, organize cinayetler işlemiş ya da cinayetleri açığa çıkarmamış, mafyalaşmış; çocuklarımıza hala zehirli gıdalar yediriyorsa, ülkenin üçte birinde seçme seçilme hakkını ortadan kaldırmışsa, bu devlet kutsanabilir mi?

Sorular arttırılabilir. Tabii ki bu sorulara sistem/rejim farklılığı, devlet/hükümet farklılığı, “devlet tapıncı” yaklaşımı ve pratik hiçbir anlamı olmayan soyut “devletin devamlılığı” argümanı ile yanıt verilebilir. Ama eğer yukarıda sıralanan sorulardaki yıkımları gerçekleştirenler bunlara dönük eleştirileri, bu argümanlarla karşılarlarsa, savundukları soyut devlet değil “bozuk düzendir.” Bu çaba devleti savunma görünümünde, Erdoğan ve devlet tapıncı arkasına gizlenip, ortaya saçılan rezillikleri meşrulaştırarak rant ve yağma düzenini savunmak olacaktır.

***

Bu soruları Ahmet Şık’ın iktidar tarafından hedef gösterilip hakkında fezleke düzenlenen konuşması üzerine sordum. Yalnızca Ahmet Şık değil, ortaya saçılan rezillikleri eleştiren herkese aynı eksende saldırılıyor. Hilafet çağrılarına, laiklik karşıtı açıklamalara ve mafyaya karşı kılını kıpırdatmayanlar birdenbire devlet savunusuna girişti.

İktidar, manevra kabiliyetini yitirmesi üzerine ve derinleşen yoksullukla birlikte artan eleştirileri bastırmak için bu saldırıları arttıracaktır. Ama hangi devlet? Devlet mi bıraktınız? Devlet, devr-i iktidarınızda ve mirasçısı olduğunuz kişiler eliyle defalarca yıkıldı zaten! Şimdi de çürütüyorsunuz.

Kuşkusuz bu tartışmaları alevlendiren açıklamalar önemli ancak iki riske dikkat çekerek bitirmek istiyorum: Birincisi; yaşananları ve eleştirileri, Peker ve ortaya çıkacak benzer figürler üzerinden okumak. Kuşkusuz “içeriden” bir ses olması ve hatırı sayılır bir ilgi çekmesi nedeniyle bu da kıymetli. Ancak unutmayalım ki “dönüş bileti” yanmasaydı, kişisel öfke ve anlaşmazlıklar olmasaydı bunlar ortaya çıkmayacaktı. Gençliğin, solun ve muhalefetin önemli bir kısmının, rezilliklerle mücadeleyi toplumsallaştırmak ve siyasallaştırmak için yeterince temiz bir geçmişi ve birikimi var. Tam burada, başta ana muhalefet olmak üzere hepimizin şapkamızı önümüze koyup, bu farkındalığı şimdiye kadar niye yaratamadığımızı düşünmemiz gerek. İkincisi; ortaya saçılanların, düzenle/sistemle (devlet de diyebiliriz) bağını kurmadan, sadece kriminal olaylar gibi ele alınması. Böyle olursa Susurluk ve doksanlarda kaçırılan fırsat yine kaçırılır. Aynı figürler ve benzerlerini üreten ilişkiler tekrar piyasaya çıkar.

NOT: Dün sayfada yer alan İlhan Cihaner’in yazısı sehven hatalı konulmuştur