YAZARLAR

Destandan zafere resmi 15 Temmuz görselleri

15 Temmuz afişlerinin ortak özelliği, çatışma anının resmedilmesi ve destanı darbecilere karşı direnen halkın yazdığı vurgusuydu. Bu yıl kullanılmak üzere hazırlanan yeni afişlerde, artık hem “destan” ibaresi hem de askerler kullanılmıyor. Bunun yerine “Vatan Milletin İrade Milletin” ve “Demokrasi Zaferi” başlıklarına yer verilmiş.

Tam adı “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü”. Resmi tatil. Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanlığı 15 Temmuz’un üçüncü yıldönümü etkinliklerinde kullanılmak üzere yeni bir logo ve kurumsal kimlik haritası hazırlayarak oluşturduğu web sitesinde yayınladı. Sayfada billboardlar için hazırlanan görseller de yer alıyor. Bu görseller, Gökhan Özoğuz’un twitter’da bunlar yasaklansın diyerek tepki gösterdiklerinden farklı. Athena grubunun solisti, birkaç gün önce attığı tweette, darbe girişiminin birinci yıldönümünde yine Cumhurbaşkanlığı iletişim ofisi tarafından hazırlanan ve “15 Temmuz Destanı” spotuyla yayınlanan afişlere “olayı bütün Türk askeri yapmış gibi hissettiriyor” diyerek bunların derhal yasaklanmasını istemişti.

15 Temmuz’un birinci yıl dönümünde Gazete Duvar’daki yazımda bu afişlerin çoğunda ağlayan, el aman dilenen, darbeci olarak resmedilen askerlerin yine halkın çocukları olan “erler” olduğunu yazmıştım. Rütbeli subayların resmedildiği birkaç afiş de vardı. Afişlerin ortak özelliği, çatışma anının resmedilmesi ve destanı darbecilere karşı direnen halkın yazdığı vurgusuydu. Bu yıl kullanılmak üzere hazırlanan yeni afişlerde, artık hem “destan” ibaresi hem de askerlerin bu şekildeki teşhiri kullanılmıyor. Bunun yerine “Vatan Milletin İrade Milletin” ve “Demokrasi Zaferi” başlıklarına yer verilmiş. Afişlerin ilkinde ellerinde bayraklarla tankın üzerine çıkan kalabalığı seyreden bir erkek ve bir kadın resmedilmiş. Kadının sırtında bayrak var; başı örtülü. Güvenle artık o geçmişte kalan o geceyi seyre dalmış bir çift.

.

İkincisinde ellerinde yine bayraklarla kalabalık bir kitle görüyoruz. Bir miting fotoğrafının üzerine, yine o geceyi temsil eden bir başka fotoğraf yerleştirilmiş. Bu fotoğrafta sis ve dumanlarla resmedilen darbe ve/veya direniş anını seyreden bir kalabalık var. Ortada tek elini havaya kaldırmış bir çocuğun silueti seçiliyor. Demokrasi zaferinin kazanıldığı o anı seyreden bir kalabalık.

.

Üçüncü görselde bu sefer bir baba oğul (belki de kız) bulutların arasından süzülen günışığının vurduğu bir tepeden bulutlu bir göğe doğru, yeni adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün üzerindeki kalabalığı seyrediyorlar.

.

Dördüncüsü yine bu köprüde. Aynı bulutların arasından gün ışığı bayrağın ay yıldızına şekil veriyor. İki kıtayı birleştiren köprü, ortadan ikiye bölünmüş, üzerindeki kalabalıkla yukarı kalkan bir el, bir tanka dur diyor. Bu sefer seyreden, bizler, vatanın ve iradenin sahibi olarak adlandırılan “millet”iz.

.

Hepsi bu. Darbe girişiminin ardından üç yıl geçmişken, bu yeni “kurumsal kimlik çalışması” bize milletin destan yazanlardan bu destanın seyircilerine dönüştüğünü, geçmişte kalan o anın hafızalarda bir zafer anı olarak resmedilmesi ve bundan böyle bu şekilde anımsanmasının istendiğini gösteriyor. Bu kurumsal kimlik çabası, daha önce bir devrim anı olarak resmedilen o anın artık sonlandığını, yapılan sistem değişikliğiyle (cumhurbaşkanlığı sisteminin yürürlüğe girmesi ile) “milletin” Gökhan Özoğuz’un tepki gösterdiği afişlerde resmedilen kurucu özneliğinin son bulduğunu, darbe girişimi ve ardındakilerle hesaplaşmanın tamamlandığını ilan ediyor.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, bu hesap henüz görülmedi. Geçen üç yılın ardından, darbe girişiminin siyasi ayağında kimlerin bulunduğu açığa çıkarılmadı. “Darbe girişimi, istihbarat alındığı halde neden uçaklar havalanıp meclisi bombalamadan önce önlenemedi?” sorusu yanıtlanmadı. Eğer bu girişim başarılı olsaydı cumhurbaşkanı, başbakan kim olacaktı, bakanlar kurulunda kimler yer alacaktı, önemli kurullara, yönetim kademelerine kimler getirilecekti? Darbe girişiminin ardından TBMM’de kurulan araştırma komisyonunun görevini tamamlayamadan işlevsizleştirildiği malum. Sonrasında meclise darbe girişiminin siyasi ayağının araştırılması için defalarca sunulan araştırma önergelerinin en sonuncusu geçtiğimiz mayıs ayında, AKP’li vekillerin ret, MHP’lilerin çekimser oy kullanmasıyla reddedildi. AKP’li ve MHP’li vekillerin darbenin siyasi ayağının araştırılması konusundaki bu isteksizliği 15 Temmuz’un neden artık bir “destan” olarak anılmadığını da gösteriyor bize. Üzerinden yıl geçmeden oylanan sistem değişikliğiyle, 15 Temmuz işlevini tamamladı. Hemen ardından ilan edilen OHAL’le yalnızca 'fetöcülükle' suçlananlar değil, her türlü muhalefet kurumlardan “temizlendi”. Basın, sivil toplum, üniversiteler zabt-u rabt altına alındı. Geriye, darbe girişiminde payı olan siyasetçileri açığa çıkarmak yerine, her türlü muhalefeti, CHP’li, İyi Partili ve Saadet Partili, hatta HDP’li siyasetçileri, o da yetmedi AKP’den ayrılarak yeni parti kurmaya kalkışan muhalifleri 'fetöcülükle' suçlayarak siyasi ayak iddialarını sulandırmak, bir de resmi tatil ilan edilen 15 Temmuz’larda “demokrasi zaferini kutlamak” kaldı.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.