REKLAMI GEÇ

KAMUSAL OLANA İTİRAZ!

18 Kasım 2014 Salı

Gündelik uğraşla geçen ömrümüzün ne kadarını bir kitabı okumaya ayırabiliriz?

Mesleğimizin, işimizin ya da sosyal ilişkilerimizin izin verdiği ölçüde mi? İyi ama sarf ettiğimiz zamanın kaçta kaçının bize ait olduğunu düşündük mü hiç? Özel alanımızla kamusal alan arasındaki geçişlere kafa yorduk mu? Ne kadarı kendimize özel alan, ne kadarı kamuya ait alanın parçası?

İşte bu tür sorulara vereceğimiz yanıtlar, bizim bir kitabı okumak gibi tümüyle bireysel tercih eylemimiz için öngöreceğimiz veya kullandığımız zaman diliminin ne, ne kadar, nasıl olduğu sorularının cevabını oluşturacak.

Ömrünün yarısından fazlasında(30 yıl kadar) ‘kitapçılık’ mesleği ile haşır neşir olmuş birisi olarak bu sorulara hala kendi yanıtımı verebilmiş değilim. Benin olan zaman dilimi ile kamunun bende işgal ettiği zamanı nasıl ayrıştırmalıyım bilemiyorum.

Çünkü öylesine bir sosyal karmaşa ile yönetiliyoruz ki, kendimize ayıracağımız bir günün bedelini çoğunlukla daha fazla emek veya çalışma zamanı olarak geri ödemek zorunda kalıyoruz.

Çoğumuz için örneğin ‘Pazar tatili’ mefhumu belirsizdir. Bunu kendi keyfimizle, istediğimizi yaparak ya da istediğimiz biçimde yaşayarak gerçekleştirmeimkanımız neredeyse yok denecek kadar az. Ya geçim sıkıntısından, ya dahil olduğumuz iş yaşamı formatından ya da alanımızı belirleyen hukuki mevzuattan dolayı isteğimiz dışında, bize rağmen ilişkilere boyun eğeriz. Olmadı daha başka gelenekler boşluğu doldurmak için pusuda bekler.

Bir de kamusal alan olarak ifade ettiğimiz alanın bize dayattığı günlük süreçler vardır ki, nerede başlayıp nerede bittiğini saptamak olanaksızdır. Bir bakarsınız merkezi hükümet keyfi biçimde, bir gece yarısı hayatınızın rutin gidişini değiştiren bir karar ya da yasa değişikliğini meclisten çıkarıvermiş. Ya da bir sabah kalktığınızda yerel yönetimin aldığı kararla başladığınız işler yarım kalıvermiş. Neden, çoğunlukla öyle istedikleri için. Size soran eden yoktur.

Sonuçta kamusal dediğimiz ve ele gelmez olan şey bir anda size ait özel bölgenin bir kısmını işgal etmiş, yaptırımlarla sizi baş başa bırakıvermiştir. Ayağınıza pranga vurmuş, kolunuza kelepçe takmıştır.

Bazen sıtkınız sıyrılır, üzerinize hafakanlar basar, bunalır, en iyi ihtimalle keyifsizleşirsiniz. Sağ sola saldırmazsınız belki ama çaresiz bir ruh hali gelir göğsünüzün orta yerine çöreklenip sizi teslim alır. Sorulduğunda ya da düşündüğünüzde nedenini bilemezsiniz.

İşte o bilemediğimiz şeyin başka türden, belki biraz dolayımlanarak kamusal alanın bizden alıp götürdüklerine ilişkin olduğunu keşfederim ben.

Dedik ya, bu ruh halinin bir Pazar gününe denk geldiğini düşünün. O Pazar gününü dinlenmeden çok can sıkıntısına dönüştüren şeyin adını koyamayız. Kendi gerçekliğimizden mi yoksa görünmez ve bizim dışımızdaki, çoğunlukla hissedip adını koyamadığımız şeylerden mi kaynaklandığını anlayamayız.

‘Tatili’ kitap okumaya ayırmak isteseniz, bunu ne ölçüde yapabilirsiniz? Ya da yapabilecek misiniz? Çevrenizde yer alan, aklınızdan çıkmayan veya ansızın geliveren onca şeyi bertaraf etme ihtimaliniz nedir?

Kamusal alan sınırlamasının gün gün, ölçüsüzce ve hoyratça hayatımıza tecavüze devam ettiğini düşünüyorum. Yasal mevzuatı her an burnumuza dayama imkanları ellerinde oldukça bundan kurtuluş umudu olduğunu sanmıyorum. Bu durumun yönetenlerin kuyruğuna sıkı sıkı sarılmış çanak tutucu parazitlerce daha çekilmez bir hal almaya başladığına tanık oluyorum.

Teslim olmak istemiyorum. Hayatı dayatılmış kuralların pençesinde geçirmektense karşı çıkmayı, olmadı o gerçeklikten kaçmayı daha onurlu ve insana yakışır buluyorum.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı