REKLAMI GEÇ

SAKURA ZAMANI

24 Nisan 2014 Perşembe

Japonya’da bilgelerin yaşadığı bir tapınak vardı. Bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyorlardı tapınağa. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün kapıya bir yabancı geldi. Kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, bu yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı, içerideki bilge, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sessiz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, içeriye girmek ve burada kalmak istiyordu. Bilge bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı, tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun içine bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerdeki bilge saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Bilgeliğin, dinginliğin, asaletin, sadakatin ülkesi, güneşin doğduğu ülkedeydim geçen hafta. Tam sakura zamanıydı. İstesem böyle ayarlayamazdım. Neredeyse dünyanın yarısını gezen bir gezgindim, ama gitmeyi çok istediğim, rüyalarımın ülkesine bir türlü gidememiştim…

Kabuki Tiyatrosu, geleneksel kıyafetler içindeki utangaç kadınlar, görgünün kültürün asaletin sadakatin bağlılığın simgesi geyşalar…

Yiğitlik, cesaret ve bilgeliğin soylu askerleri Buşi savaşçıları…
Korkusuz, gözüpek, güçlü shogunların, ölümüne sadakatin ve dinginliğin, ölüm korkusunu tatmamış o muhteşem şövalyelerin, samurayların ülkesi… Onurun ve onurlu ölebilmenin ülkesi…

Güneşin doğduğu ülke…
Yeşilçay seromonileri, tek katlı iki odalı yana açılan kapıyla içeri girilen yemyeşil bahçelerin içindeki evler, yer yatakları… Herkes gibi binlerce hayallerimi süsleyen uzakların ülkesine nihayet gelebilmiştim. Türkiye ile altı saatlik bir zaman farkı vardı ve gecemiz gündüzümüze karışmıştı. Uykumuz şaşmıştı ama değerdi yorgunluğumuza…
İlk uğrak yerimiz olan başkent Tokyo, ilk hayal kırıklığım oldu. Gündüz 30 milyon kişinin yaşadığı, gece olunca 17 milyon kişinin kaldığı, diğerlerinin etraf şehir ve banliyölere dağıldığı metropol şehri. Gece olunca diyorum, çünkü sabah gün doğmadan yola koyulup, gece saatlerine kadar sadece ama sadece çalışılan bir ülke artık Japonya. İkinci Dünya Savaşından sonra bombalanmadan ve savaştan kalanlarla küllerinden yeniden doğmanın sancısında, acısında yeniden ayağa kalkmanın bedelini ağır ödeyen ülke. Artık sadece hayatları çalışmak olan ve bu yüzden en çok intiharların yaşandığı hayatın anlamsızlaştığı, monotonlaştığı, sanayi mağduru ve Amerikan kapitalizminin dişleri arasında öğütüldükçe yaşamak adına daha da bir hayranlıkla bağlanmış ülke. Amerikan hayranlığının üst limitinde, 30 yaş altı gençlerin artık çalışmak istemediği, eğlenmek gezmek ve rahat yaşamı seçtiği yeni nesil. Mavi yeşil turuncu boyanmış ve pank modelinde kesilmiş saçların pek moda olduğu gençliğin takıldığı arka sokaklar. Amerikan sistemi gökdelenlerden oluşan, hiç bir kültürel dokunun kalmadığı ikinci dünya savaşında yerle bir olmuş. Yerine gökdelenler dikilmiş şehirler. Dev video ekranları, yanıp sönen renkli neon ışıkları, muhteşem alt üst geçitlerde kıvrılan hızlı trenler… Her şehirde bir ya da iki tapınak kalmış ve bir kaç kale. Kyoto şehrinde son shogunların yaşadığı bir kaç saray filmlerde gördüğümüz türden. Hepsi bu… Ama sakuralar yok mu sakuralar… Sadece onlar için bile gitmeye değer…

Pembe beyaz çiçekli kiraz ağaçları, çiçeklerle süslenmiş meyve vermeyen yalancı kiraz ağaçları. Şiirler, hikayeler, aşklar, felsefeler, rivayetlerle bezeli kiraz ağaçları…

Tüm güzelliklerin gelip geçici olduğu dünyada, samurayların yaşamı kadar kısa ömürlüdür sakura çiçekleri. Samuraylara hem yaşamı hem ölümü hatırlatması için dikilmiştir her yere ilk olarak.
İntihar pilotları olan kamikazelerin bomba uçaklarının gövdesinde kiraz çiçeği resmederler, çiçeklere bakıp ölümü hatırlatması için.

Efendileri shoguna ölümüne bağlıdırlar samuraylar kendi hayatları pahasına. Shogun öldüğünde ya da öldürüldüğünde, son samuray filmindeki gibi, efendisiz kalan samuraylar, onurlarıyla seppuku (harakiri) yaparak karınlarını kesip intihar ederler. Yaşamları sakuralar kadar kısadır.

Sakuralar genellikle bir hafta ile iki hafta süreyle kalırlar. Bazen bir ay kadar kalabilen cinsleri vardır az da olsa. İlk olarak güneydeki Okinawa Adasında açarlar. Dünyanın en uzun ömürlü insanlarının yaşadığı ada. Orada çiçekler bitip de yaprağa döndüğünde Tokyo ve Osaka’daki çiçekler açmaya başlar. Japonlar her sakuradan sonra hayatın geçiciliğini anlar, hırslarından sıyrılmaya çalışırlar.

Festivaller, karnavallar yapılır ülkenin her bir yanında sakura zamanında. Sevgililer bir sakura ağacının altında buluşur. Yaşlılar bir sakura ağacının gölgesinde dinlenip gençlik hayallerine dalar. Hanami akşamları (sakura altında yapılan geleneksel piknikler) bir başka güzeldir evlilik teklifleri, doğum günü kutlamaları.

Hem hüznün hem romantizmin simgesi sakura ağaçlarının altında kendinden geçmek, dünyanın gelip geçiciliği içinde, sakura zamanında Osaka’da olmak! Ne muhteşem bir şey!…

Sakuralar kadar hayran kaldığım Japon kültürü var bir de. Geleneksel kültürlerinin bir parçası olan, nezaketleri, zarafetleri, incelikleri, kibarlıkları, dinginlikleri, efendilikleri, dürüstlükleri ve dünyanın hiç bir yerinde kaldığını düşünmediğim, görmediğim, duymadığım, hala korumaya çalıştıkları insanlıkları bana bu yazıyı yazdıran sebep işte…

Korna sesi bile duymadığım bir hafta, onları anlatmak için yeterli bir zaman değil. Özel olarak kullandıkları Ojigi (eğilerek yapılan Japon selamı) selamlama şeklini, selamlaşırken, ayrılırken, teşekkür ederken, özür dilerken, size yol tarif ettikten sonra bile, yemek siparişinizi verdikten sonra giderken, hatta taksiciye yol veren otobüs şöförü bile kullanır. Ve herkes bir şey konuşurken başını karşısındakinden aşağıda tutmaya saygısını göstermeye çalışır.
Yüksek sesle gülmenin konuşmanın, gürültünün ayıp sayıldığı, üzüntünün öfkenin kızgınlığın belli edilmediği gülümseyerek ya da başını önüne eğerek geçiştirildiği ve insana saygının üstlerde yaşandığı bir kültür.

Şehirlerarası yolculuklarda onlarca vagonda, kitap okumaya çalışan yüzlerce insandan bir tek çıt çıkmazken, bir kaç düzine olduğumuz halde treni yıkan gürültümüze nazikçe sessiz kaldılar. Trenin sigara köşesinde grubumuz bölümü boşaltmadıkça içeri girmeyip dakikalarca öylece durup beklediler.

Metroyu biz inip terketmedikçe, kalktığımız yeri üşüş üşüş kapışmadılar ağzına kadar dolu bile olsa nazikçe inmemizi beklediler.

Sigara içmek sadece kapalı alanlarda değil, sokakta ve caddelerde bile yasak. Her yerde özel alanlar var. Caddenin ya da sokağın, parkın, bahçenin bir köşesinde bir bölüm yapılmış içenler için. Oturma yerleri ve küllükler var. Buralarda japonca ve ingilizce özür dileyen ve yasağın sebebini açıklamaya çalışan tabelalar asılı. Tam çevirisi şöyle:
1- Sizin sigarayı tutan el hizanız, bir çocuğun yüz hizası olabilir.
2- Yolda birine çarptığınızda, durup özür dileyip kendinizi affettirebilirsiniz. Ya sigara dumanınız birine çarptığında nasıl özür dileyeceksiniz?

Ben bütün bunları yazmayı daha japonyadayken kurgularken, başıma çok ilginç bir olay geldi. Japonyadaki son günümüzde Osaka’dan Narita’ya dönmüştük. Ben o sırada cep telefonumu kaybettim. İçinde en az 5 bin tane çok özel fotoğraflar, iş evrakları, telefon numaralarım vardı ve çok üzüldüm. Rehberimiz Honda, otel yada transferlerde ise asla kaybolmaz ama yolda düştüyse bulunmaz dedi. Tam 8 saat sonra gece vakti, bir AVM’de elimde olduğunu hatırladım en son. Telefon ettik, orada bulmuşlar ve danışmadan alabilirmişiz. Zaten olması gereken şeyin, bu insanlığın yani, bizi şaşırtması ne acı bir şeydi…

Bizi AVM ye götüren taksiciye, bekle hemen dönüyoruz dedik, adamın verdiği cevap daha da ilginçti: AVM de çalışan taksici arkadaşlarımın hakkını yiyemem! Bakın hemen şu köşeyi dönünce göreceksiniz!

Her biri atalarından getirdiği asil ve bilge samurayların ya da kibar ve zarif geyşaların ruhuna sahip gibiler hala… Umarım hep böyle kalırsınız, uzak ülkelerin yakın insanları… Selam olsun size!!!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Hakan Erdoğan   -  Bağlantı 13 Mayıs 2014, 19:43

teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum güzel yazınız için.

YURDAGUL CENGIZ   -  Bağlantı 3 Mayıs 2014, 21:19

Sevgili mukaddes, uzak doguya gitmedim..fakat gitmis kadar oldum, bu anlatim uslubunuza hayranim..belliki gittiginiz yeri yasiyorsunuz :)sizi tebrik ediyorum..yolunuz isik olsun 🙂

nuran koca   -  Bağlantı 24 Nisan 2014, 23:49

mükemmel insan … mükemmel yazar…mükemmel meslektaşım…mükemmel japonya arkadaşım. bu bakış açısı ve değerlendirme gezide edindiğim bilgilerime bilgi ekledi.bu gözle bakmayı başarmak ayrı bir hüner.tebrik ediyorum.çok başarılı bir anlatım olmuş.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı