13 Ağustos 2018 00:30

Değersiz yalnızlık!

Değersiz yalnızlık!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2011’de öncülüğüne soyunduğu Suriye’ye müdahale politikası nedeniyle bütün komşularıyla düşman hale gelen Türkiye, daha sonra ilk zamanlar bu politikayı destekleyen batılı emperyalistler tarafından da yüz üstü bırakılmıştı. İşte o dönem AKP-Erdoğan iktidarı, içine düştüğü açmazın üstünü örtmek için bir kavram uydurmuştu: Değerli yalnızlık!

Ancak bu söylemi uyduran sanıldığı gibi Davutoğlu değil, o dönem Başbakan Erdoğan’ın Dış Politika Başdanışmanı olan, şimdinin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dı. İktidar, ‘değerli yalnızlık’ politikasını onurlu bir duruş, Türkiye’nin bölgede (Ortadoğu) doğruları tek başına savunmaya devam etmesi olarak açıklıyordu.

Çok geçmeden bu politikanın bir safsatadan ibaret olduğu görüldü. Bölgede ABD ve batılı emperyalistlerle arası açılan iktidar, dümeni dünün baş düşmanları Rusya, İran ve Çin’e kırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan artık her söze “Dostum Putin” diye başlar oldu.

Elbette bu ‘dostluk’ karşılıksız değildi. NATO üyesi olan, ABD ve batılı emperyalistlere bağımlı Türkiye ile yakınlaşmak, ABD ile rekabet halinde olan Rusya’nın işine fazlasıyla yarıyordu. Dolayısıyla o günden bugüne Türkiye’nin ABD ve AB ülkeleri ile gerilimini, bu emperyalistlerin kendilerine büyük oranda bağımlı bir rejimin, çıkarlarına zarar verecek bir şekilde başka bir emperyalist güce/güçlere yakınlaşmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Erdoğan iktidarının bolca antiemperyalizm söylemleri ile süslenen ve  ‘yerli ve milli’ olduğu söylenen politikasının özeti budur: Çıkarlarına zarar vermeye başladığı için kendisine yaptırım/baskı uygulayan emperyalistlere (ABD ve AB) karşı başka emperyalist güçlere (Rusya ve Çin) yanaşmak!

Bilindiği gibi ABD ve Türkiye arasındaki gerilimin Rahip Brunson krizi sonrasında tırmanmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York Times’ta (NYT)bir makale yayımlayarak “Tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız” demişti.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, bütün emperyalistler için “dostluğun” en temel ölçütü kendi çıkarlarıdır. Zaten Türkiye’deki ekonomik krizi tetikleyen ABD yaptırımlarının amacı da Erdoğan iktidarını yeniden kendi çıkarlarına hizmet edecek bir çizgiye çekmektir. Ama bu durum Rusya ve Çin için de geçerlidir. Mesela ihracat ve ithalat rakamlarına bakalım: Türkiye’nin 2017’de Çin ve Rusya’ya toplam ihracatı yaklaşık 5 milyar dolar (toplam ihracatın yüzde 3’ü) iken bu ülkelerden yapılan ithalat ise, yaklaşık 40 milyar dolar(toplam ithalatın yüzde 18’i). Hangi emperyalist güç hem rakiplerine karşı kullanabileceği ve hem de böylesine giderek büyüyen bir pazar haline getirdiği bir ülkeden “dostluğunu” esirger ki!

Gelelim Erdoğan’ın NYT’de yayımlanan makalesinde söylediği “yeni dostlar bulma” meselesine…

Kapitalist sistemde “yeni dostlar” yani yeni pazarlar öyle ha deyince bulunmuyor. Yine rakamlara bakalım: Türkiye’nin 2017’deki toplam dış ticareti 391 milyar dolar (ithalat 234 ve ihracat 157 milyar dolar). Bu ticaretin yaklaşık yarısı AB ve ABD ile yapılıyor. Yine Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan yabancı tekellerin yaklaşık yüzde 70’i bu ülkelerden geliyor. Yabancı tekeller çıkarlarının tehlikeye girdiği ülkelerde kalmadıkları için15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra 3 Ağustos 2016’da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin (YASED) düzenlediği toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan onlara şöyle seslenmişti: “14 yıldır bizimle birlikte yol yürüyen hiçbir uluslararası yatırımcı, bu ülkede kaybetmemiştir. Tam tersine sürekli kazanmıştır, bundan sonra da kazanacaktır(…) Yatırımcılara zarar verecek, yatırımcıları üzecek hiçbir işe kalkışmayız. Başta şahsım, izin vermeyiz. Bu yönde hiç endişeniz olmasın.”

Sonuç olarak batılı tekellere böylesine bağımlı bir rejimin “yeni dostlar” bulması kolay değildir ve ayrıca bulduğu/bulabildiği “dostlar” da Rusya ve Çin örneğinde görüldüğü gibi, Türkiye’nin sıkışmışlığını kullanıp daha ağır koşullar dayatmaktadırlar.

Yani Erdoğan iktidarının dönüp dolaşıp bugün ülkeyi getirdiği yer hem siyasi ve hem de ekonomik olarak kriz ve çöküntüden, değersiz yalnızlıktan başka bir yer değildir.

Peki, Türkiye için başka bir yol, yeni bir çıkış yok mu?

Elbette var. Ama bu yol bir emperyalistten ötekine yamanmaktan öteye gidemeyen, OHAL’i ve baskı politikalarını patronların çıkarları için kullandığını açıktan söylemekten çekinmeyen, yerli ve yabancı sermayeye “çıkarlarınızın teminatı benim” diyen Erdoğan iktidarının gidebileceği bir yol değildir.

Çünkü bu yola girebilmek için ülke kaynaklarının tekelleri kurtarmak için değil, başta işçi sınıfı ve üretici köylülük olmak üzere emekçi halk kesimlerinin insanca yaşam ve çalışma koşullarının sağlanması için kullanılması ve bu temelde halkın çıkarlarını merkeze koyan bir ekonomik politikanın geliştirilmesi gerekiyor.

Çünkü bu yola girebilmek için emperyalistlerle her türlü bağımlılık ilişkisine son vermek, komşularla barış ve halkların kendi geleceklerini belirleme hakkına saygı temelinde bir dış politika izlemek gerekiyor.

Çünkü bu yola girebilmek için yönetimin ‘tek adam’ın elinden alınıp halka verildiği gerçek bir demokrasinin, halk demokrasinin kurulması gerekiyor.

Özetle ülkeyi iktidarın uyguladığı politikalar nedeniyle sürüklendiği bu değersiz yalnızlıktan kurtaracak yol işçi sınıfı ve halkın iş, ekmek, bağımsızlık, barış ve demokrasi için mücadelesinden geçiyor.

Not: Yazıdaki veriler www.ihracat.co sitesinden alınmıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa