Davayı kaybettik (Mi?)

.

  • GİRİŞ29.05.2017 07:11
  • GÜNCELLEME31.05.2017 07:38

Bir “Dava”mız vardı, onun için heyecanlanır, onu savunur ve onu hayatımıza geçirmek için didinir dururduk.

            Aradan yıllar geçti, meydanlara indik, meydanın albenisi ile tanıştık ve sarsıldık!

            Çok kazandık, zaferlerle tanıştık; fakat “Davayı kaybettik!”

            Orucun asıl amacı terktir.

            Yemeyi, içmeyi, cinsel ilişkileri terk edeceksin.

            Terkin getirdiği bir kazanım var; davayı ve Allah’ın rızasını kazanacaksın.

            Bizim davamız terk üzerine kuruluydu. Oysa biz “sahip olmak” adına davadan uzaklaştık. Aranan olacakken arayan olduk ve sürüklendik.

            Davayı ayağa kaldırabilmenin yolu, ondan başka hiçbir yük yüklenmemekti; adeta çıplak kalmaktı.

            O kadar yük var ki omuzlarımızda, davaya yer kalmadı, onu ayağa kaldırmak için.

            Davaya ulaşmak, ona sahip olmak için hiçbir şeye sahip olmayacaktık.

            Dünyevi her şeye karşı oruç tutacak, neslimize miras bırakmayacaktık.

            Dünyayı terk edecek, hatta terki bile terk edecektik.

            Önümüzdeki savaş meydanının çok hararetli olduğunu söylerdik. Bunun için de üzerimize hiçbir yükün binmemesini birbirimize tembihlerdik.

            Şimdi savaş meydanındayız ve bizi yenilgiye uğratan düşmanlarımız değil, üzerimize almış olduğumuz yüklerdir.

            Dava ağacımız su istiyor, filiz verebilmek, meyveye durmak için; fakat kırbamızda ne su var, ne de dava ağacımıza ulaşabilecek güç kaldı bizde.

            Dava ağacımız kurumak üzere, davayı kaybetmek üzereyiz.

            Oruç tutarken yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk ettik de, davamızı bayraklaştırmak için dünyayı, ihtiraslarımızı terk edemedik ve mağlubiyet kapımızın eşiğine oturuverdi.

            Dünyevi ihtiraslar ve onlara sahiplenme duygusu, davamızı kaybettirmek üzere.

            Davaya ulaşmak üzere çıkılan yolda, üzerimize aldığımız her dünyevi yük, davayla aramızda bir barikat oluşturdu. Bu barikatlar yolumuzu ve amacımızı unutturdu; üzerimizdeki yük bize amansız düşman kesildi.

            “Davayı kaybettik” (mi?)

            Bizim davamız taşı toprağı kazımak, altınları yüklenmek, doru atlara sahip olmak… değildi; bizim davamız, çıkmış olduğumuz uzun yolda, bizi yolda diz üstü çöktürecek ağırlıkları terk etmekti. Bunu başardığımızda davaya kavuşacaktık.

            Başardık mı?

            İnşallah başaracağız.

            Ümitsiz değiliz.

            Bu Ramazanımızda terklerimizi toplayacağız ve sahip olmamanın vermiş olduğu güçle inşallah DÂVAmıza ulaşacağız.

            “Çünkü hiçbir çıplağı hırsız soyamaz!”

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Yorumlar3

  • Süleyman 6 yıl önce Şikayet Et
    Anadolunun sami dava adamlarına tercüman olmuş güzel bir yazı. eski dostlar bir araya gelince aynı minvalde konuşurken acaba abartıyormuyuz diye endişeleniyorduk.80 leri yaşamış biri olarak.Endişelerimiz her geçen gün katmerleniyor biz sadece dua ediyor sabrediyoruz.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Tuncay 6 yıl önce Şikayet Et
    Bu bağlamda yazılarla yaşamın anlamını daha iyi anlıyoruz. Bu türden makalelerin çoğalması güzel olurdu.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Doğan 6 yıl önce Şikayet Et
    Yazar, meseleyi-meselemizi çok güzel anlatmış. savaş meydanlarında hep kazansak da, eğer dünyaya çok bağlıysak Yazar'ın tespit ettiği olumsuzluklar nedeniyle Dava'da kaybetmiş oluyoruz. Yazıdaki son cümle de çok yerinde.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat