Darbe, direniş, özgürlük, cunta, faşizm gibi kelimeler daha çok sol dünya görüşünün seslendirdiği sözlerdir. Ancak bu sol ideolojinin dayandığı tek güç, darbe ve kan dökmek olmuştur.  Sovyetler Birliği örneğinden hareket edecek olursak Marksist-Leninist sosyalist ideolojiyi rehber edinen devlet ve gruplar, yaşadıkları yerlerde büyük katliamlara sebep olmuşlardır. “Proletarya diktatörlüğü” hayali görenler bunların bedellerini insanlığa çok pahalıya ödettiler.

Türkiye’de ise aşırı sol ideolojilerin sebep olduğu kavgalarda büyük can ve mal kayıpları yaşandı. Gençliklerini komünist olarak geçirip şimdi başka türküler söyleyenlerin muhasebe yaptıklarına ya da vicdan azabı çektiklerine şahit olmadık. 70’lerde 20’li yaşlarında sıkı komünist olanlar bugün 70’li yaşlarda örgüt tecrübesinin gücüyle her fırsatı değerlendiriyor ve “yıkım” faaliyetinden bir türlü vazgeçmiyorlar.

Türkiye’de darbelerden en çok nefret ettiklerini söyleyenler elbette bu sol jenerasyonlardır. İyi veya kötü sınıflandırması yaparak darbeleri sahiplenirler. Onlar için 27 Mayıs ve 28 Şubat iyidir, 12 Eylül kötüdür. Karikatürlerde yer alan postala karşı çıkmak için hangi insanı ezdiğine bakarak karar verirler. Elbette darbelere karşı direndiklerini ya da siyasal anlamda onlardan hesap sorulmasına destek verdiklerini de görmedik. Darbelerden hesap soranlara da destek vermezler.

Türkiye’de darbe ve muhtıra geleneğini 27 Mayıs 1960 darbesi başlatmıştır. Maalesef bu kötü gelenek yaklaşık her 10 yılda bir tekrarlandı. Darbelerin siyasal, sosyal ekonomik olarak ağır bedelleri olmuştur. Bu ağır bedelleri rakamsal verilerle tespit etmek oldukça güç olmakla beraber 28 Şubat’ın 250 milyar dolar, 15 Temmuz’un ise 350 milyar dolar mal olduğu seslendiriliyor. Bu rakamların oldukça mütevazı olduğunu düşünüyorum çünkü darbelerin görünen zararları yanında bin bir çeşit görünmeyen zararları da vardır. Toplamda 1 trilyon doları telaffuz etsek yanlış söylemiş olmayız.

27 Mayıs 1960 darbesinin hesabını kısmen de olsa sormak Turgut Özal’a nasip oldu. Menderes ve bakanlarının cenazelerine bir anıt mezar yaparak İstanbul’a taşımak büyük bir kadirşinaslıktı. Peki, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbecilerinden kim hesap sordu? Bu onurlu görevi ise Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan yerine getirdi. 12 Eylül ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanarak cezalar almasına ve rütbelerinin sökülmesinin önünü açtı. Darbecileri yargılamak elbette ki siyasetçilerin işi değil adaletin görevidir. 12 Eylül’ün üzerinden 40 yıl, 28 Şubat’ın üzerinden 25 yıl geçti. Özellikle 80 darbesinin mağduru da olmuş sağcı ya da solcu çok sayıda iktidar millet adına yapacakları bu hesaplaşmayı yok saydılar.

Darbelerden hesap soran Recep Tayyip Erdoğan olunca eski tüfek komünistler ya sessiz kalmayı ya da yaşlılık gibi duygusal konulara giriyorlar. 12 Eylül darbecilerinden kimse kalmadı ama 28 Şubatçılardan çoğu hayattadır. Bu saatten sonra birkaç yaşlı darbeci hapse girse ne olur girmese ne olur, diye düşünmek en büyük hatadır… Ancak Türk milleti bu saatte darbecilerden bir özür bekliyor. Onlar da bir babayiğitlik yaparak çıkıp bu milletten özür dilesinler. Umarım ki Cumhurbaşkanı acziyetlerini kabul edip milletimiz adına onları affeder.